Hakkımızda | CRI  Hakkında | Eski Versiyonumuz
 
Türkler'den Çin'e Bakış | Ekonomi, Bilim ve Sağlık | Xinjiang | Çin Ansiklopedisi
Ana sayfa | Haber & Gündem | Kültür & Sanat | Yaşam Panoraması | Spor | Çin'i Gezelim | Çince Öğreniyoruz | Sanal Türk-Çin Dostluk Kulübü | Ankara Radyosu

İki farklı zevk, iki farklı kültür

(GMT+08:00) 2008-09-17 21:57:34 cri

   Bir Türk'ün Çin Günlüğü programında yeniden sizlerle birlikteyiz. Bugün sizlere önce Çinlilerin bana ilginç gelen bir alışkanlığından bahsetmek, sonra Çinli arkadaşlarımla geçirdiğim bir akşamı anlatarak, Çinlilerin eğlence alışkanlıklarını tanıtmak istiyorum.

  Çinlilerle Türklerin birçok farklı alanda, birbirlerinden çok farklı alışkanlıkları var. Bazen bu alışkanlıklar çok küçük detaylarda ve anlarda bile kendini belli ediyor. Bana en ilginç, hatta tuhaf gelen alışkanlıklarından birini, çok eskiden bir Çinli kız arkadaşım söylemişti. İngilizce adı Sherry olan arkadaşım, Çin'in güneydoğusundaki Yunnan eyaletinden. Ailesi orada yaşıyor, kendisi burada Renmin Daxue, yani Halk Üniversitesi'nde okuyor ve yurtta kalıyor. Senede bazen iki kere, bazen de üç-dört kere ailesini görmeye gidiyor. Uzakta bile olsa Çin'de aile ziyareti yapmaya gidilebilecek çok tatil var. Örneğin Çin'in Ulusal Günü, ya da Ulusal Haftası olan "shi yi", yani onuncu ayın birinci günü ile başlayan hafta, İşçi Bayramı olan "wu yi", yani beşinci ayın birinci günü ile başlayan hafta tamamen tatil. Zaten öğrenci olunca dört ay okul iki ay tatil. Yani öğrenciyseniz tatiliniz bol. Ama yine de aileyi senede dört kere görmek çok değil, özlemek normal. Fakat Sherry'nin söylediğine göre, ne kadar özlemiş olursa olsun evine ilk vardığı ve ailesini üç ay aradan sonra ilk gördüğü an, ya da Pekin'e geri dönmek üzere havaalanında ailesinden ayrılacağı an, asla annesine sarılmaz, öpmezmiş. Bilirsiniz biz Türklerde kavuşma ve ayrılık anlarında öpüşmek, özellikle aile bireyleri arasında bir sağdan bir soldan, sallana sallana uzun uzun sarılmak bir alışkanlıktır. O kadar yakın olmasa, normal iki arkadaş olsa bile, binlerce kilometre uzağa gidecekse ve birkaç ay görüşülemeyecekse öpüşmek ve hafifçe sarılmak normaldir. Fakat Sherry'nin söylediğine göre birçok Çinli kendisi gibiymiş. Annesini ilk gördüğü an yanına gidip, "nin hao", veya "zenme yang" diyormuş, yani "merhaba", veya "nasıl gidiyor". O kadar. Ve sanki bir saat önce ayrılmışlar da şimdi tekrar buluşmuşlar gibi sohbete başlıyorlarmış. Ayrılacağı zaman da "kendine dikkat et, bol bol yemek ye, hoşça kal" anlamında bir şeyler söyleyip, el sallayıp gidiyormuş uçağına. Bu, Türklerle Çinliler arasındaki birçok farklı alışkanlıktan yalnızca küçük bir tanesi. Bir de, az önce söylediğim üzere, annesine "ni hao" değil, "nin hao" diyor. "Ni" ile "nin", Türkçe'deki "sen" ile "siz" kelimelerinin tam karşılığı. Yani annesine "siz" diye hitap ediyor. Birçok başka Çinli arkadaşımda da bunu gördüm. Türklerde böyle bir alışkanlık var mı gerçekten bilmiyorum, belki farklı bölgelerde vardır, fakat ben anneme ya da babama "siz" diye hitap ettiğimi düşünemiyorum bile, fakat Çinlilerin çoğu böyle yapıyormuş.

  Evet bu iki küçük detaydan sonra, gelelim Çinlilerin eğlence alışkanlıklarına. Bunu, Çinli arkadaşlarımla geçirdiğim bir günü anlatarak aktarmak istiyorum. Üniversiteden çok iyi arkadaş olan, fakat sonrasında hemen hepsi iş yaşamına atıldığı için sık görüşemez olan birkaç Çinli arkadaşım, birbirleriyle buluşma zamanı kararlaştırıp beni de davet ettiler. Zaman açısından uygun olduğu için, planlarını bile sormadan kabul ettim. İlk olarak yemek yenecekti. Çinlilerin çok sevdikleri bir yemek alışkanlıkları var, Çince adıyla "huo guo", İngilizce adıyla "hot pot". Türkçesi var mı bilmiyorum, ben Türkiye'de bu şekilde bir restoran görmedim hiç. Bizde benzer olarak "kendin pişir kendin ye" restoranları var ama orada yalnızca mangal, et, köfte ve kızartmalar var menüde, buradaki kadar geniş değil. Burada menüden her şeyi çiğ olarak sipariş veriyorsunuz. Etler çok ince şekilde dilimlenmiş ve kolay pişecek şekilde geliyor. Tavuk etinden dana etine, lahanadan mantara, yumurtadan karidese kadar çok geniş yelpazeli bir menü mevcut. Oturduğunuz masada, herkesin önünde kocaman bir delik, o deliğin içinden çıkan bir tane küçük elektrikli ocak var. Siparişiniz ilk olarak bir tencere, ve o tencerenin içinde, bazı soslar ve baharatlar eklenmiş bir suyla gelmeye başlıyor. Tencere geliyor, ocaklar ayarlanıyor, ve su yavaş yavaş ısınmaya başlıyor. Su ısınadururken diğer siparişleriniz çiğ olarak geliyor. Bu esnada siz, pişirdikten sonra batıracağınız sosunuzu hazırlıyorsunuz. Bunu da, bizim tahinimize benzeyen ama yarı tatlı yarı tuzlu bir sos, sarımsak, acı biber, hardala benzeyen başka bir sosu istediğiniz oranda karıştırarak yapıyorsunuz. Sos ücretsiz, istediğiniz kadar alabiliyorsunuz, biterse gidip tekrar hazırlayabiliyorsunuz. Siz sosunuzu hazırlamayı bitirdiğiniz sıralarda, tencere içindeki su da kaynamaya başlamış oluyor ve yemeğinizi pişirmeye başlıyorsunuz. Lahanaları, marulları, çeşit çeşit mantarları, ince dilimlenmiş etleri, köfteye benzeyen fakat çok daha küçük boyuttaki balık ve karides toplarını, üçer dörder tencerenizin içine atıyorsunuz. Dilim etler çok ince olduğu için bir dakika içinde pişiyor. Onları alıp sosunuza batırıp yemeğe başlıyorsunuz. Onları bitirmeye yakınken sebzeler pişiyor, onları da alıp sosluyorsunuz ve biraz soğumaya bırakıyorsunuz. Onlar da biterken balık ve karides pişmiş oluyor, onları da yiyip, aynı işlemi doyana kadar tekrar tekrar yapıyorsunuz. Ben "huo guo" restoranına gittiğim zaman, alışkanlıktan dolayı ekmek aradım, ama yok. Her Çin restoranında olan pilav da yok. Onun yerine, bizim bazlamamıza benzeyen, içinde sanırım biraz patates ve soğan olan bir hamur var. Yaklaşık 8cm çapında küçük bir hamur. Çinlilerin böyle bir alışkanlığı olmadığı için ben bundan dört tane sipariş edince garson biraz şaşırıyor ama bir şey diyemiyor. Ben de Çinlilerin yaptıklarının aynısını yapıyorum, ek olarak da ekmeğimi de sosa batırarak yiyorum. Artık bütün malzemeler bitmeye ve herkes doymaya yakınken, sipariş edilmiş olan ama benim "sanırım herkes unuttu" diye düşündüğüm yumurtayı arkadaşlarımdan biri alıyor ve bana "sever misin" diyor. Ben "evet" diyorum. Düşünüyorum ki büyük olasılıkla, en sona sakladıklarına göre yumurtayı kaynayan suyun içine koyacak, lop olana kadar pişirecek. Hayır öyle yapmıyor, yumurtayı suyun içine kırıyor! Ben "dur ne yaptın" demeye kalmadan kaynayan suyun içindeki yumurta hemen katılaşmaya başlıyor, ve iki dakika içinde tadı hiç de fena olmayan, kendisinden önce o tencereden çıkmış olan bütün et, sebze ve sosların aromasıyla pişen yumurta hazır oluyor ve arkadaşlarımdan biri tarafından alınıp tabağıma konuyor. Bu arada, birçok "huo guo" restoranında sınırsız bira veriliyor. Bunu duyunca ben de iki tane istemeden duramıyorum. O kadar şeyin üzerine iki tane bira iyice doyuruyor ve şişiriyor. Ama bitmedi. Tam kalkmaya yakın, restoranın ikramı olarak herkese birer tane dondurma getiriliyor. Onları da yiyoruz. Böylece "huo guo" restoranında hiç hissedilmeden geçen yaklaşık 1.5 saatlik sürenin de sonuna gelmiş oluyoruz ve ayrılıyoruz. Sırada Çinlilerin en çok sevdikleri eğlence var: Karaoke.

  Evet oradan çıktıktan sonra birlikte otobüse biniyoruz, ve öğrenciyken çok sık gittiklerini öğrendiğim, okullarının yakınındaki bir karaoke binasına gidiyoruz. Türklerin bar ya da sinema kültürlerine benzer şekilde Çinlilerin de karaoke kültürleri var. Bazen gün içinde, bazen de tüm gece için gidiliyor. Bizimki akşam bitecek şekilde ayarlanmıştı. Toplam kişi sayısına ve bütçeye göre bir oda seçtik. Zaman belirledik. Odaya girer girmez hemen tatlı ve ateşli tartışmalar başladı. "Ben şunu söyleyemem, ben bunu unuttum, benim sesim kısık, ben çok yorgunum, siz söyleyin ben dinleyeyim, ben söylersem siz de eşlik edin" vs vs. Hepsi yarım saat sonra çılgınca şarkı söyleyecek olan gençlerin bu pazarlıkları çok tatlıydı. Hemen çalınması istenen şarkılar sıraya dizilmeye başlandı. Bir şarkı başladığı zaman büyük bir televizyon ekranında şarkının klibi oynuyor. Müziğin sesi oldukça yüksek, fakat söz yok. Sözler satır satır ekrana geliyor, o an hangi kelimenin söylenmesi gerektiği de renklendirilerek gösteriliyor. Salonun büyüklüğüne göre farklı sayılarda mikrofon var, bizimkinde üç tane vardı o yüzden herkes aynı anda söyleyemeyecekti. Ben bir süre dinlemeyi tercih ettim. Baktım sesi benden çok daha kötü olanlar da var, ben de cesaretlenip, iyi söyleyebileceğim birkaç tane İngilizce şarkı adı söyledim sıraya koymaları için. Titanic'in "My heart will go on" şakısı, Beatles'ın "Yesterday"i, "Love Story", "O Sole Mio", "If You Go Away" vs. Tabii onlar söylerken, mikrofon olmayanlar da tüm sesleriyle eşlik ettikleri için kimin detone olduğu, kimin yanlış söylediği duyulmuyordu, yalnızca herkes eğleniyor... Fakat ben söylediğimde, Titanic'in müziği dışında diğerlerini kimse bilmediği için herkes çıt çıkarmadan beni dinledi, ben de biraz gerildim, ama sanırım çok kötü söylemedim. Her parçayı bitirişimde Çinli arkadaşlar çılgınca alkışladı. Ve parçalar bitti. Ben tam "sanırım kalıyoruz" diye düşünürken "haydi yemeğe" dediler. Ben şaşırdım, daha 2-3 saat önce tıka basa yemiştik. Şarkı söylemek insanı acıktırırmış. Bunun üzerine kalkıp yemek alacağımız yere gittik. Kocaman, açık büfe bir restoran. Menüsü "huo guo" restoranınkinden çok daha geniş. Salatalar, tatlılar, meyveler, kızarmış etler, şişler, ve alkollü ve alkolsüz birçok içecek. O kadar şeyi görünce, psikolojik olsa gerek, ben de acıktığımı hissettim tekrar. Herkes gibi ben de iki tabak doldurdum, bir de yanına kola alıp odaya döndüm. Burada yemek, "huo guo"daki gibi hızlı yenmedi, bir miktar yendi biraz şarkı söylendi, sonra garson geldi birkaç tane bira getirdi, bir taraftan o biralardan içerek sohbet ettik, bazen müziğin heyecanına kapılıp 10 dk. bir şey yemedik, sonra birinin "arkadaşlar etler soğuyor" uyarısıyla tekrar yemeğe döndük ve Karaoke için planlanmış olan dört saat de bu şekilde hiç farkına bile varmadan geçti. Dışarı çıktıktan sonra herkes birbirine ne tarafa gideceğini sordu, sonra aynen programın başında anlattığım gibi birbirine el sallayıp "sonra görüşürüz, haberleşiriz, bunu ara ara tekrarlayalım" benzeri cümleler söyleyerek ayrıldık.

  Program içinde geçen bazı kelimelerin Çincelerini öğrenerek programı noktalayalım. Bahsettiğim restoranın, yani hot pot'un Çince söylenişi, huo(3) guo(1). Huo(3) tek başına ateş demek, guo ise tencere, kap demek. Huo(3) guo(1). Restoran demek için Çince fan(4) guan(3) diyoruz. Fan(4) yemek demek, guan (3) ise burada yer anlamına geliyor. Fan(4) guan(3). Pekinliler, birçok kelimenin sonuna "r" ekleyerek konuşur, bu yerel Pekin ağzının bir özelliğidir. Bunu Pekin ağzına göre söylersek de guan(3) olan kelime guanr(3) olur ve fan(4) guanr(3) şeklinde söylenir. Bira demek istersek Çince pi(2) jiu(3) diyoruz. Dondurma demek için bing(1) qi(2) ling(2). Bing(1) tek başına buz demek. Bing(1) qi(2) ling(2).

  Bir sonraki programımızda yeniden buluşuncaya dek hepiniz esen kalın sevgili dinleyiciler.

  İlgili Haberler
  Yorumunuzu Gönderin
Yayın Çizelgesi
Günlük Konuşma
• Ders 45 Kayıt yaptırmak
• Ders 44 Kaybedilen önemli belgeler için bildirimde bulunmak
• Ders 43 Kredi kartı kullanmak
• Ders 42 Havale yapmak
• Ders 41 Ödemek
Diğer>>
Tavsiye Edilen Programlar
• Çin döviz rezervleri ve Amerika
• Amerika'yı "kazanmak" stratejisi
• "Avrupa futbol takımları 18 yaşı altındaki yabancı futbolcuları almamalı"
• Çin Seddi'nde Beşiktaş kutlaması
• "Çıplak ayaklı doktorlar"dan köy hastanelerine
• Makam sanatının "ilkbaharı" için
• Dışlanan rejimlerle ilişkiler...
• An Lee, Booker ödüllüromanını peyaz perdeye aktaracak
• Almanya Badminton Açık Turnuvası'nda en büyük galibiyet Çin takımının
• "Çirkin ördek yavrusundan güzel kuğu"ya dönüşen halterci Chen Xiexia
Diğer>>
china radio international china radio international

© China Radio International.CRI. All Rights Reserved. 16A Shijingshan Road, Beijing, China. 100040