|
|||||||||||||||||||||
|
Krizde Küreselleşme
Beklenen kriz ve beklemeyenler
Cumhuriyet Strateji
08.09.2008
ABD'de düşük gelir grubuna verilen yüksek faizli kredilerin (sub-prime) geri ödenememesiyle başlayan finansal kriz 67 aylık bir süreçten sonra Avro bölgesini de etkilemeye başladı. Bu da Türk ekonomisinin de krizden etkileneceğini gösteriyor.
Orhan PEHLİVANLI
TUSAM Avrupa Araştırmalı Masası
ABD'de düşük gelir grubuna verilen yüksek faizli kredilerin (sub-prime) geri ödenememesiyle başlayan finansal kriz birinci yılını doldururdu. Mali piyasalarda başlayan krizin reel ekonomilere etkisini, deniz tabanında oluşan ve sonunda tsunamiye neden olan depreme benzetebiliriz. Çünkü ABD konut piyasasında oluşan patlama tsunami etkisi yaratarak sermaye ve kredi piyasalarını vurmuş şimdilerde ise reel ekonominin kıyılarını tehdit etmektedir. ABD'de başlayan bu kriz bütün tedbirlere rağmen 67 aylık bir süreçten sonra Avro bölgesini de etkilemeye başladı. Her ne kadar şimdilik bir resesyon (ekonomik daralma) durumu kabul edilmese de son ekonomik göstergeler bu yola girildiğinin kanıtıdır. Zaten teknik olarak resesyon ilan edilmese de uzun süren durgunluk veya genel trendin altında büyümelerin yaşanması durumunda karşılaşılacak zararlar benzer şekilde olacaktır. ABD faizlerdeki yüksek indirimler ve vergi iadeleriyle teknik resesyonun önüne geçmiştir.
Avro bölgesinde bu yılın ikinci çeyreğinde milli gelirin yüzde 0,2 oranında azaldığı açıklandı. 1999 yılında Avro'ya geçişten sonra bu bölgede ilk kez eksi büyüme yaşanıyor. İspanya, İrlanda ve İngiltere'de başlayan konut krizi, endişeleri haklı olarak artırıyor. Krizin diğer üyelere sıçramaması için iyimser açıklamalar yapılıyor. Ancak kapıdaki tehlikenin farkında olan birlik üyeleri gerekli önlemleri almaya çalışıyor. Avrupa'nın motoru sayılan Alman ekonomisi, Federal İstatistik Bürosu'nun verilerine göre, 0,5'lik bir daralma yaşadı. Yılın iki çeyreğinde üst üste küçülme yaşanması durumunda resesyon olarak tanımlanabilecek. Tanım sorununu bir yana bırakırsak bile bunun piyasa psikolojisini kötü etkileyeceği ortadadır.
ABD'deki gibi bir para politikası desteği olmayan Avrupa Birliği'nde, tek hedef olarak fiyat istikrarını kabul eden ECB (Avrupa Merkez Bankası) eğer bu politikasını değiştirmezse daralma eğilimi giderek artacaktır.
TÜRKİYE NASIL ETKİLENECEK
AB ekonomilerindeki durum Türkiye'yi çok yakından ilgilendiriyor. Türkiye ihracatının yarısının AB'ye yapıldığını ayrıca geçen yılın ilk yarısında önceki yılın aynı dönemine göre ihracatın % 36 artarak üretime önemli katkı yaptığını düşünürsek Türk ekonomisinin de doğrudan aynı tehlikeyle karşı karşıya olduğunu anlarız. Dış talepte yaşanması muhtemel düşüşün iç taleple telafi edilememesi durumunda küçülme tehlikesi kaçınılmazdır. Siyasal olarak bir alternatifini bulamadığımız AB'ye ekonomik olarak da alternatif yaratmadığımız için birlik içerisinde oluşacak resesyon üye devletler kadar hatta daha fazla miktarda Türkiye'yi etkileyecektir. AB ekonomisinde en hafif ifadeyle bir yavaşlama yaşanmaktadır ve ABD'deki kriz küresel ekonomilerin tamamını etkileyecektir. Bu daralma, enflasyon üzerinde beklenen yavaşlatma etkisini yapmazsa bir süre sonra büyüme endişelerini daha ağır etkileyecektir. Böyle bir durum piyasalar açısından en kötü senaryodur. Ekonomik olarak bir diğer önemli risk ise Avrupa'da başlayan bu daralmanın derinleşmesidir.
Krizin ve resesyonun küreselleşmesi ve derinleşmesi durumunda Türkiye ekonomisin en hafif ifadeyle kırılgan olan yapısı çok büyük yaralar alacaktır. Çünkü büyük bir borç yüküyle yürütülen ekonomi kredi pazarının daralmasıyla yeni kaynak bulmakta zorlanacaktır. Bunun sonunda oluşabilecek bir krizin etkilerini ve derinliğini öngörmek mümkün değildir. Çünkü daha önceki krizlerden farklı olarak sadece kamu borçları ve finansmanı kaynaklı olmayacak. Bu dönemde kamunun iç ve dış borçlarının yanında çok dikkat edilmesi gereken iki borçlanma türü daha meydana geldi; özel sektörün ve bireylerin çok yüksek miktarda borçlanması. Son beş yılda özel sektörün borçları 44 milyar dolardan 148 milyar dolara, hane halkı diyebileceğimiz bireysel borçlanma da 4 milyar dolardan 78 milyar dolara çıkmıştır. Herkesin sadece kamu borçlarını dikkate alması bu durumun ciddiyetinin gözden kaçmasına neden olmamalıdır. Bu kadar ciddi borç yükünün hemen kapatılması mümkün olmadığı için döndürülebilir olması gerekir. Bu yıl içerisinde kamu ve özel sektör toplam 55 milyar dolar civarında bir ödeme yapacak. Buna kesinlikle finanse edilmesi gereken cari işlemler açığını da dâhil edince 100 milyar dolarlık bir ödeme gözükmektedir. İşte bu noktada krizin etkileri direkt olarak hissedilecektir. Çünkü bu borcun döndürülmesi için yeni kredi kaynakları gerekmektedir. Kriz sebebiyle daralan kredi piyasasında böyle bir imkânı bulmak her geçen gün zorlaşacaktır.
ÖNLEM ALINIYOR MU?
Bu görünen tehlike karşısında ekonomik ajanların herhangi bir önlem aldığını söylemek gerçekten güçtür. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan "ABD büyük bir ekonomidir, kendi sorununu kendi çözer bizi de etkilemez bu kriz" diyerek bu konuda son derece ciddiyetsiz bir tavır takınmış durumda. Kamu finansmanında problem yaşanmasa bile özel sektörün borçlarını ödeyememesi halinde çok ciddi sorunlarla karşılaşılması kaçınılmaz. Bir sektörde başlayacak krizin domino etkisiyle diğer sektörleri de vuracağı biliniyor. Bunun için kriz patladıktan sonra yapılacak çok az şey var. Önlemi şimdiden almak ve oluşacak durumlara hazırlıklı olmak gerekiyor. Bu borç yükünden kurtulmak kısa vadede mümkün olmadığı gibi uzun vade de krizle mücadele için bir yol haritasının bulunmadığını görebiliyoruz.
Avrupa Birliği ise tehlikenin farkına vararak 12-13 Eylül'de Fransa'nın Nice kentinde AB ekonomi bakanlarını toplayarak Avrupa ekonomisinin geleceğini tartışmaya açacak. Bu toplantıda ağırlıklı olarak krizin etkilerini azaltmak ve sürdürülebilir bir büyüme için alınacak önlemler tartışılacak. Bu toplantının sonucunda Avrupa Birliği, Kafkasya'da şekillenen yeni durumdan sonra alternatif enerji ve ihracat stratejisini belirleyecek. Çünkü Rusya ve Çin ile olan ticari ilişkiler önemli bir canlanma sağlamaktaydı. Yeni dönemde bu ticaretin devam edip etmeyeceği Avrupa'nın yeni yol haritasını da belirleyecek. Rusya ile tırmanan gerginlik ve bunun sonucunda doğabilecek ekonomik açmazlar AB'de yaşanması muhtemel krizin tetikleyicisi olabilir ve bunun sonucunda da Türkiye'de ciddi bir resesyon kriziyle karşı karşıya kalabilir. Öncelikle bu riski tanımlarsak yapılması gerekenleri de daha rahat bir şekilde tartabiliriz. AB'ye göre çok daha kırılgan bir yapıda olan Türkiye ekonomisi krizin etkilerinden ancak bu şekilde asgarî zararla çıkabilir.
İki aday, iki Amerika
HALUK ŞAHİN
Radikal / 06/09/2008
Sabaha karşı uyku tutmayınca kalkıp televizyonu açtım ve Cumhuriyetçi Parti adayı John MacCain'in parti kurultayında yaptığı konuşmayı izledim.
Belki içimdeki hakşinaslık geni beni uyandırmıştır, çünkü Demokrat Parti'nin adayı Barack Obama'nın kurultay konuşmasını da sabaha karşı izleyip bir yazı yazmıştım.
Demek ki bu yazıyı sizlere borçluymuşum.
İlk izlenimler çok şeyler söyler: İki kurultayı karşılaştırınca Amerika'nın kültürel anlamda ne kadar farklılaşmış ve bölünmüş olduğunu gördüm.
Demokrat aday Obama Denver'de 80 bin kişilik bir stadyumda yapmıştı konuşmasını. Rengarenk bir Amerika vardı karşımızda. Burasının çok ırklı, çok kültürlü, çok dinli bir ülke olduğu kolayca görülebiliyordu. Çoğunluk kadınlarda ve gençlerdeydi, giysiler ve sloganlar yaratıcıydı. Yarına odaklanmış, değişim talep eden bir enerjisi vardı kalabalığın.
McCain ise bir spor salonunda çok daha küçük bir kalabalığa konuşuyordu.
En ön sırada gazi derneklerinin üniformalı temsilcileri oturuyordu. Onların yanında ve arkasında beyaz, Anglo-sakson, yaşlanmakta olan bir kalabalık çoğunluğu oluşturuyordu. Sloganlar bayat, alkışlar zorlamaydı. Geçmişin parlak günlerinden medet uman bir nostalji egemendi salona diyebilirim.
Sekiz yıllık George W. Bush ve neo-con yönetiminden sonra McCain'in işinin çok zor olduğunu kabul etmek lazım. İnanabiliyor musunuz, McCain halen Beyaz Saray'da oturan Cumhuriyetçi Başkan Bush'tan ve onun 'şahin' yardımcısı Cheney'den tek kelimeyle söz etmedi. Sanki burada kurultayını yapan parti Cumhuriyetçi Parti değildi.
Bush ile Cheney'i kurultaydan uzak tutmak kolay olmamıştır sanırım. Kuşkusuz gelmek istiyorlardı. Neyse ki Güstav kasırgası McCain'in hızır gibi imdadına koştu. Başkan'ın kriz boyunca görev başında olması gerektiği bahanesi öne sürüldü.
Gelin görün ki, fırtına sanıldığından daha çabuk etkisini kaybetti. Dün sabah Bush'un orada olmaması için hiç bir neden yoktu. Tabii, McCain'e puan kaybettirmesi olasılığından başka.
Cumhuriyetçiler sekiz yıldır iktidarda oldukları halde, McCain dün bir muhalefet lideri gibi konuştu. Başkentteki politikacıları ve kendi partisini eleştirmekten kaçınmadı. Obama gibi o da 'değişim'den söz etti.
Şunca yıldır yaptıklarından sonra ne kadar inandırıcı olduğunu Amerikan seçmeninin ferasetine bırakıyorum.
Kurultayın genel atmosferi ve Alaska Valisi Sarah Palin'in Başkan yardımcılığına seçilmesi, seçim kampanyasında 'kültür savaşları'nın öne çıkacağını gösteriyor. Gerçek Amerika'yı kimin temsil ettiği sorusundan yola çıkan ve belirli çevrelerin 'elitist' olmakla suçlanmasına yol açan bu çekişme aslında bizim de yabancımız sayılmaz:
Bir yanda dini değerlere öncelik veren, aileyi toplumun başlıca birimi sayan, okullarda evrimin yanı sıra bilim dışı hurafelerin de okutulması gerektiğini savunan, kürtaj konusundaki kararları nedeniyle Anayasa Mahkemesi'ne diş bileyen, Amerika'yı Tanrı'nın özel temsilcisi sayan muhafazakâr ve genellikle tuzu kuru bir kitle. Öte yanda, neo-liberal politikaların sonucunda gittikçe Üçüncü Dünyalaşan Amerikan toplumunu daha adil ve insancıl yönlere çekmeye çalışan, maddi sıkıntılar içinde, genellikle savaş karşıtı 'ilerici' kesimler...
Amerika'nın bugün içinde bulunduğu koşullar düşünülünce McCain'in Obama'ya
karşı hiçbir şansı olmaması gerekir.
Ama, gene de, kesin konuşmak doğru olmaz. Ne de olsa, George W. Bush'un iki kez
seçim kazandığı ülke orası!
© China Radio International.CRI. All Rights Reserved. 16A Shijingshan Road, Beijing, China. 100040 |