Hakkımızda | CRI  Hakkında | Eski Versiyonumuz
 
Türkler'den Çin'e Bakış | Ekonomi, Bilim ve Sağlık | Xinjiang | Çin Ansiklopedisi
Ana sayfa | Haber & Gündem | Kültür & Sanat | Yaşam Panoraması | Spor | Çin'i Gezelim | Çince Öğreniyoruz | Sanal Türk-Çin Dostluk Kulübü | Ankara Radyosu

Olimpiyat endüstrisi

(GMT+08:00) 2008-09-01 17:36:30 cri
    Atilla Gökçe

    Milliyet 27.08.2008

    Pekin'de izlediğim XXIX Olimpiyat Oyunları, bu alandaki bilgi ve düşüncelerimin sarsılmasına neden oldu. Elbette bilgilerimi yenilemek fırsatı buldum. Ama daha da önemlisi, 27 yıl önce çalıştığım gazetenin manşetinden yaptığım "Türkiye Olimpiyat düzenlemeli" çağrısında artık o kadar ısrarcı olamayacağımızı anlamamdı.

    Benim o tarihte alay konusu edilen ideallerim ve önerilerim, elbette bugün daha çok taraftara sahip. En azından tümüyle uygulanmasa da yürülükte bir olimpiyat yasası var. Olimpiyat düzenlemek için ülkeyi hazırlayan inançlı insanlar var. Gidemesek de kullanamasak da bir olimpiyat stadımız var.. Bunlar az şeyler değil. Ülkenin hayatına ve gündemine girmiş gerçekler. Bu kadarıyla bile mutlu olabilir, övünebilirdim. Yazık ki karşı karşıya kaldığımız daha büyük gerçekler benim inançlarımı ve ideallerimi karartıyor.

    Kimse şikayetçi değil

    Her şeyden önce, ülkemin bazı alanlarda ilerlemesine, istatistik gelişme grafikleri sergilemesine rağmen, olimpizm kültürümüzün gerilediğine inanıyorum. Sporu tüm dallarıyla futbolun gölgesinde bırakarak, futbolu da üç büyük kulübün rekabet sarmalında didikleyerek, arada bir milli takım başarısıyla mutlu olmanın olimpik kültürümüze de başarımıza da artık hiçbir şey kazandırmadığının tanığıyız. Ve daha da acısı kimse bu durumdan şikayetçi değil. Ekranda futbol geyikleri ve kavgaları yapan kanaat önderleri (!) de bu işten oldukça mutlu. Siyasetçinin bile ruhunu futbola sattığı, taraftar kitlelerinin kendi renkleri dışında her türlü başarıya kör ve sağır kaldığı böyle bir yozlaşma ortamında olimpizmden ve olimpiyat evsahipliğinden söz etmek çoğuna göre ahmakça bir romantizm değil de, nedir?

    Türkiye son 20 yılda ekonomi ve ihracat göstergeleriyle ilerlemiştir, evet.. Herkesin elinde bir cep telefonuyla halkımız teknolojiden de nasiplenmiştir, eh!.. Ama kimse bana son 20 yılda sportif kültürümüzün geliştiğini anlatmasın! Aksine tam anlamıyla bir gerileme ve yozlaşma sürecinin içindeyiz.

    Pekin'de gördük ki 1 milyar 300 milyonluk nüfusuyla bir yığın sorunlara sahip bir ülke, olimpiyatları düzenlediği yıl onca sanayileşme hamlesinin arasına tarımsal bakımdan da kendi kendine yeterli ülkeler arasına katıldı. Pekin'de gördük ki tüm sorunlarına rağmen bir ülke olimpiyat evsahipliği ile çoğumuza çılgınca gelen akıllı yatırımların şampiyonluğunu yaptı. Tam 42 milyar dolar harcadılar. Buna rağmen, büyüme oranları yılın ilk altı ayında ancak yüzde 1,5 oranında gerileyip yüzde 10,5 olarak gerçekleşti. Bizim henüz göremediğimiz bir büyüme!.

    Dahası, 51 altına uzanan madalya şampiyonluğunu kazanırken, bazen acımasız metodlar uygulayıp, bazen aşırı değer yükleyerek kendi insanlarına inanmalarının ödülünü aldılar. Toplumsal dayanışmanın ve disiplinin en güzel örneklerini vererek inanılmaz bir sinerji ortamı oluşturdular.

    Trafikten mimariye yepyeni bir Çin medeniyetini sergilediler.

    Şimdi durup bize bakınca, Türkiye'deki siyasetçi egosunun olimpik protokola ne kadar uyabileceğini düşünemiyorum. Bizim liderlerimiz (iktidarı ve muhalefetiyle) evrensel kültürün parçası olmayı asla kabullenemiyor. Egolarını silemiyor, benmerkezcilikten maalesef kurtulamıyor. Aşırı milliyetçi duygularımız, bazen insan hakları ve uluslar arası hoşgörüyü de perdeleyip kontrol edilemez yanlışlara dönüşüyor.

    Şu "kuşyuvası" nın, Bird's Nest'in Pekin'deki ulusal stadyumun projesi Çinli Weiwei ile İsviçreli Herzog'un eseri. Yapımında binlerce Çinli'nin emeği var. Gerçekten artık dünyanın en güzel stadı o!

    Bizde böyle bir güzelliği hayata taşımak o kadar mümkün mü ? Lütfen düşünelim... Kaç yatırım kendini uyuz tartışmalardan ve yolsuzluk çirkefinden kurtarabildi?

    İhtiyacımız var

    Aslında olimpiyat düzenlemeye en çok bizim ihtiyacımız var. En azından savaş ve felaket dışında daha medeni ve güleryüzlü bir amaçla barışıp bütünleşebilmek için... Toplumsal motivasyonumuzu sağlamak için...

    Ama söyleyin lütfen... Bunu samimiyetle istiyor muyuz?

    Olimpiyatın organizasyonundan tesis yapımına, hazırlıklarından saha sonuçlarına kadar dev bir endüstriye dönüştüğünü Pekin'de gördük.

    Şimdi hep beraber yanıtlayalım: Biz bu endüstriyel yarışa hazır mıyız? Olimpik kültürümüz böyle bir yarışı kaldırır mı ?

    Elvan'ın bayrağı

    Radikal'de "Yakından Kumanda" köşesinin sahibi "uzaktan dostum" Erkan Goloğlu'nu kutlamalıyım önce...

    Bizim o hayuhuy içinde göremediğimiz gerçeği yakalamış ve yazmış :

    "- Elvan'a yarıştan sonra verecek bayrak bulamamak masum bir şeydir... Ama kapanış töreninde Elvan'dan bayrağı esirgemek, bayrağı ona taşıtmayı unutmak, masum değil; düpedüz zehirli bir şeydir"

    İki gümüş madalyalı, 35 kiloluk kızımızın bu ağır ve onurlu görev için neden seçilemediğini ben de anlamış değilim. Gümüş kızımız Azize Tanrıkulu da elbet bu onuru kaprisiyle elde etmedi.

    Ama diyorum ya, bizim olimpik kültürümüz nanay!

    Yaşasın kızlar!

    Madalya tablosundaki başarısızlık ve hayalkırıklığına rağmen, yine de beni heyecanlandıran bir gelişme var.

    Dört gümüşün dördünü de kızlar aldı.

    Elvan(2), Sibel ve Azize.

    Bayanlarda ilk olimpiyat madalyamızı Hülya Şenyurt'la (Barcelona 1992 / bronz) alalı o kadar çok zaman geçmedi aradan. Bugün geldiğimiz noktada 8 madalyanın yarısı kızlara ait. Erkeklerle eşitliği (4-4) kazanmış durumdalar.

    Umarım, hayatın öteki alanlarına da örnek olurlar.

    Vay Boris vay!

    Pekin 2008'in muhteşem kapanış töreninde ortamı bozan tek çirkinlik, Londra 2012'nin evsahibi Belediye Başkanı Boris Johnson'un küstahlığıydı. Hatırlayın...

    Pekin Belediye Başkanı Guo Linlong olimpiyat bayrağını IOC Başkanı Jacques Rogge'a veriyor. O da gelecek olimpiyatın evsahibi Boris Johnson'a. Adamın kırmızı halıda podyuma gelişi darmadağın... Ceketinin önü açık... Eli cebinde. Elini nereye koyacağını, nereye sokacağını bilemiyor.

    Bayrağı alırken de ceketinin önü açık... Başka nerede ilikler, Kraliçe'nin önünde mi ? Bilmem...

    Bayrağı şöyle bir iki salladıktan sonra "Alın lan şunu" dercesine laubali bir davranış örneği... Eller yine cepte... Yazık... Bir de övünüyordu, Ali Kemal'in torununun çocuğu olarak " Türk kanı taşıyorum" diye... Yuh olsun ona!

  İlgili Haberler
  Yorumunuzu Gönderin
Yayın Çizelgesi
Günlük Konuşma
• Ders 45 Kayıt yaptırmak
• Ders 44 Kaybedilen önemli belgeler için bildirimde bulunmak
• Ders 43 Kredi kartı kullanmak
• Ders 42 Havale yapmak
• Ders 41 Ödemek
Diğer>>
Tavsiye Edilen Programlar
• Çin döviz rezervleri ve Amerika
• Amerika'yı "kazanmak" stratejisi
• "Avrupa futbol takımları 18 yaşı altındaki yabancı futbolcuları almamalı"
• Çin Seddi'nde Beşiktaş kutlaması
• "Çıplak ayaklı doktorlar"dan köy hastanelerine
• Makam sanatının "ilkbaharı" için
• Dışlanan rejimlerle ilişkiler...
• An Lee, Booker ödüllüromanını peyaz perdeye aktaracak
• Almanya Badminton Açık Turnuvası'nda en büyük galibiyet Çin takımının
• "Çirkin ördek yavrusundan güzel kuğu"ya dönüşen halterci Chen Xiexia
Diğer>>
china radio international china radio international

© China Radio International.CRI. All Rights Reserved. 16A Shijingshan Road, Beijing, China. 100040