|
|||||||||||||||||||||
|
Pekin'e Çince öğrenmeye, her yaştan, her kesimden, her konumdaki insan gelebiliyor. Bazıları liseyi bitirir bitirmez geliyor, bir ya da iki sene öğrenim görüp sonra Türkiye'ye dönüyor ve Çin Dili ve Edebiyatı bölümüne başlamak istiyor; bazıları yine liseyi bitirip geliyor ve burada dil eğitimine başlayıp, sonra belli bir seviyeye gelince herhangi bir bölüme geçiş yapıp üniversite eğitimini burada tamamlamak istiyor; bazıları da üniversiteyi bitirdikten sonra geliyor, burada dil eğitimi alıp, sonra Türkiye'ye dönüp orada, öğrendiği dili de kullanarak bir iş yapmak istiyor. Bir başka durumda ise, gelen kişinin zaten Türkiye'de bir işi oluyor, hatta genelde bu iş Çin'le ilgili olduğu için, kişi buraya gelip dil öğrenmek ve işin buradaki parçası olmak istiyor. Tabii bunlardan bazıları gerçekten amacına ulaşıyor veya güzel bir şekilde eğitimine devam ediyor ya da değecek şekilde iş yapıyor; bazıları ise ya alışamıyor, ya dilde zorlanıyor, ya kendini başka şeylere kaptırıp amacından uzaklaşıyor ve amacına ulaşamadan geri dönüyor.
Benim eskiden öğrenim gördüğüm üniversiteye geçen yıl yirminin üzerinde Türk gelmişti. Tabii artık yurtta kalmadığım ve eğitimimi başka yerde sürdürdüğüm için hepsiyle tanışma fırsatım olmadı, kimisiyle oraya gittiğim zaman tesadüfen karşılaşıp tanıştım, kimisini de önceden tanıdığım diğer arkadaşlar tanıştırdı. Bunların içinde bir arkadaş vardı, Mustafa. Mustafa'nın durumu biraz farklıydı diğerlerinden. Türkiye'de işi ve ailesi vardı, evliydi, çocuğu vardı ve ayakkabı işi yapıyordu. Bir arkadaşının firması aracılığıyla Çin'den ithal ettikleri taklit marka ayakkabıları Türkiye pazarında satıyorlardı ve işleri iyiydi. Mustafa günün birinde Çin'e gelmeyi ve Türkiye'de dünya kadar komisyon ödedikleri aracıyı devreden çıkarıp işi kendisi yürütmeyi düşünmüş. Olur mu olmaz mı derken kendini Çin'de bulmuş ve kendine altı ay süre vermiş. Eğer bu süre içinde istediği seviyeye ulaşır ve Türkiye'ye ürün gönderebilir duruma gelirse, o zaman ev tutup altı ay daha kalacakmış, eğer işi iyi giderse de ailesini de getirip uzun süreli Çin'e yerleşecek ve çocuğunun da çok küçük yaştan itibaren Çince öğrenmesini sağlayacakmış. İşi umduğu gibi gitmezse de altı ayın sonunda Türkiye'ye geri dönecekmiş.
Bu şekilde gelmiş Mustafa. Tanıştığım, biraz oturup sohbet ettiğim zaman, iyi bir insan olduğunu, amacını bilerek geldiğini anladım. Gerçekten herkes böyle olmuyor, kimileri tam anlamıyla ipini koparıp geliyor ve amacı burada, aile baskısından ve tüm kısıtlamalardan uzakta, ailesi durumu fark edip geri Türkiye'ye çağırana kadar eğlenmek, her türlü gece hayatına girmek ve para yemek oluyor. Fakat Mustafa böyle değildi. Aklı başındaydı, planını tek şarta göre değil alternatifli olarak yapmıştı, her duruma hazırlıklı gelmişti. Planına göre de, ilk olarak Pekin'de, ayakkabı toptancılarının olduğu bir yer bulacaktı, oraya gidip hem bazı ürünlere kendisi karar verecekti, bazılarının da fotoğrafını çekip Türkiye'deki arkadaşına gönderecekti, onay alınırsa konteyner bazında ürün alıp, gönderip, kendisi işin Çin'deki ayağı olacaktı. Bu çerçeve içinde benden yardım istedi, beni de kârına ortak etti. Ben onun planını dinlediğim zaman ilk olarak şunu dedim: "Mustafa, arkadaşınla yazılı bir anlaşma yap, her şey resmî olsun, net olsun". Fakat Mustafa arkadaşına çok güveniyordu. Bütün mantığına, olgunluğuna karşın onun en büyük hatası buydu, çok güveniyordu. Benim bu önerime karşılık "önemli değil, biz onunla senelerdir iş yapıyoruz, yeter ki biz ürün bulalım, ben ondan parayı göndermesini istediğimde hemen ertesi gün gönderir, gider nakit alırız her şeyi" şeklinde karşılık verdi. Ona "Mustafa, arkadaşlık başka ticaret başka, işin içine para girince, özellikle daha ortada olmayan bir ürüne ödenecek para girince arkadaşını tanıyamazsın, o kadar güvenme, işi resmîleştir" şeklinde telkinlerde bulunduysam da dinletemedim. Bana "biz ürünü bulalım, gerisinde asla sorun çıkmaz" diyordu. Ben de kabul ettim.
Pekin'de, Ritan Park'ın kuzey kapısının karşısında, dışardan küçük görünen fakat yerin altında bir mahzen gibi genişleyen, onlarca mağazanın yan yana bulunduğu büyük bir ayakkabı toptancı çarşısı vardır. Ben daha önceden adını duymuştum, fakat içine hiç girmemiştim. Niyetimiz buraya gitmek, ürünlere bakmak, eğer alabiliyorsak numune almak ya da fotoğraf çekmek ve Türkiye'ye göndermekti. Bu niyetle gittik ve binanın içine girdik. Aşağı kata inmeden önce karşımıza dört-beş tane mağaza çıktı. Biraz hayal kırıklığına uğradık, çünkü daha fazla bekliyorduk. Fakat aşağı kata indiğimiz zaman, beklentilerimizin de ötesinde bir manzarayla karşılaşınca şaşırdık. Hepsinin pencerelerinde ve kapılarında perde ya da büyük bir örtü olan, dışarıdan bakıldığında içeride ne olduğu görülemeyen, fakat her birinin içinde yüzlerce çeşit ayakkabı olan, belki 5 dönümlük kapalı bir alan içinde yanyana dizilmiş onlarca küçük mağaza. Kimisinde kösele ve klasik ayakkabılar var, kimisinde çizmeler var, kimisinde sandaletler var, kimisinde sıradan spor ayakkabılar var, kimisinde botlar var, kimisinde kramponlar var, kimisinde de marka ayakkabıların taklitleri var. Taklitler bile aşama aşama, kalite kalite. Arkadaşımın istediği, taklit marka ayakkabılar olduğu için, perdeleri aralayıp içeri baka baka, o tür ayakkabıların olduğu bir mağaza bulup girdik. Girdiğimiz zaman Mustafa pek sevindi çünkü gerçekten çok sayıda ve farklı modelde, farklı renklerde, hemen hemen her markadan ayakkabı vardı. Hatta kaliteleri bile farklıydı, aynı markadan aynı renkte bir ayakkabı üç farklı fiyat kategorisinde mevcuttu, ve Mustafa ayakkabıdan iyi anlıyordu. Birkaç tanenin fiyatını sorup, satılan fiyat aralığını öğrendikten sonra, herhangi bir ayakkabıyı alıp "fiyatı bu mu" dediğinde, satıcı şaşırıyor ve "nereden bildin" diyordu. Ya da bir ayakkabıya bakıp "bunun kalitesi düşük" dediğinde satıcı "evet, o en düşük fiyatlılardan biri" şeklinde cevap veriyordu. Satıcı, bu şekilde bizim işi iyi bildiğimizi anladı, yani Mustafa'nın iyi bildiğini anladı. En azından kazıklanma olasılığımız yoktu. Niyetimizi, durumu anlattık. Adam "tamam, tamam" dedi her şeye. İş fotoğraf çekimine geldiği zaman bizi durdurdu. Nedenini sorduk. Dedi ki, "siz bu fotoğrafı alırsınız, sonra fabrikaya gider malı oradan alırsınız, o zaman ben iş yapamam". Dedik ki biz fabrikaya gidecek olsaydık zaten giderdik, bizim niyetimiz ürünü buradan almak, fakat ürünü Türkiye'deki alıcıya göstermemiz gerekiyor, o beğenip karar verip parasını gönderecek. Adam olmaz diye tutturdu. O zaman dedik bize katalog ver, oradan seçelim, o da yok. Peki mail adresimizi verelim, bütün ayakkabıların resimlerini oraya gönder, o da olmaz, çok fazla ayakkabı var. O zaman parasını verelim birer çift numune alalım, o da olmaz en az 50 çift almanız gerek, yoksa satış yapmıyoruz… Biz de tamam o zaman sağ ol diyerek oradan ayrıldık. Tam dışarı çıktık, bir adam "buraya gelin, buraya gelin" diye bizi çağırdı. Hemen "fotoğraf çekebilir miyiz" diye sorduk. Adam yanındaki yardımcısı kıza baktı, bize "sus" diye işaret ederek kolumuzdan çekti. Belli ki izin verecekti ama diğerlerinin bilmesini istemiyordu. Dükkâna girdiğimizde sevindik, burada bir öncekinden daha çok çeşit vardı, aynı şekilde Mustafa ayakkabıdan anladığını belli ettikten sonra fotoğraf çekmeye başladık. Mustafa birkaç model sordu, onları da adam iki gün sonrasına getirebileceğini söyledi. Biz adamın kartını aldık ve oradan ayrıldık.
İki gün sonra tekrar geldik, adam gerçekten o modelleri de getirmişti, onların da fotoğrafını çektik ve adama "biz seni arayacağız" diyerek ayrıldık, fakat bu kez de hava çok soğuk olduğu için yine parka giremedik. Mustafa çok mutluydu. Adeta işi sonuçlandırmış gibiydi. Ben "Mustafa, daha işin zor kısmı buradan sonra başlayacak, bunun yüklenmesi var, belgeleri formları var, nakliyeci bulma işi var, malın gümrükten çekilmesi işi var" filan dedikçe, "arkadaşım hepsini halleder, biz fotoğrafları gönderelim, bir hafta sonra para gelmiş olur, gelir alırız" diyordu. Ben bu işin böyle olmayacağını biliyordum, eğer 10 çift ayakkabı alıp kargoya verip gönderecek olsak tamam aynen bu şekilde olurdu, ama sonuçta konteyner boyutunda ürün alınınca bu "ticari emtia" sınıfına girecekti, öyle yükle, gönder, orada adrese teslim edilsin şeklinde basit olmayacaktı prosedür. Nitekim dediğim gibi de oldu. Fotoğrafları gönderdik, söz konusu "arkadaş" birçoğunu beğendi, istedi, sipariş verdi. Mustafa "tamam o zaman hadi yarın para gönder, alalım" dediği zaman kıvırmaya başladı: "Ya şu sıralar biraz sıkışığım, sen beni yarın tekrar ara" dedi. Mustafa ertesi gün aradığında telefona başka biri çıktı, bir önceki gün konuştuğu kişinin orada olmadığını söyleyerek geçiştirdi. Toptancıya gidişimizden üç gün geçtikten sonra birkaç gün boyunca her gün, kartını aldığımız ve telefonumuzu verdiğimiz satıcı aradı, "ne zaman alacaksınız, ne kadar alacaksınız, hazırlatayım mı" diye soruyordu. Biz de sürekli erteliyorduk. Bir haftanın sonunda Türkiye'deki "arkadaş", sözü, "ürün elime ulaşmadan para ödemem"e getirince Mustafa'nın bütün hayalleri suya düştü. Yani arkadaşı kısaca Mustafa'dan, bütün belgeleri düzenleyip, paketlemeyi yaptırıp, yüklemeyi yapıp, her şeyiyle işlemi tamamlamasını bekliyordu. Bu da bir kişinin, arada şirket olmadan tek başına yapabileceği bir iş değildi, çünkü daha önce de dediğim gibi konteyner bazında ürün göndermek, iki kiloluk kargo göndermeye benzemiyor. Ben tatlı dille söyledim: "Mustafa, ticaret işi böyledir, ne kadar arkadaşın olursa olsun, kimse senin hesabına ortada anlaşma yokken, numune yokken, belge yokken binlerce dolar para göndermez, ticaret bu şekilde yapılmaz, bu kadar kolay olsa o zaman ticaret şirketleri nasıl para kazansın, şirketler akreditif açmakla neden uğraşsın, parayı hesaba çıkar, gel nakit olarak al gönder olsa neden şirketler sırf bu iş için dünya kadar paralar ödesin" diyerek anlatmaya çalıştım. O ise arkadaşına sinirliydi. Ama bu tecrübenin sonunda, bu işin bu şekilde olmayacağını anlamıştı. Satıcı da artık bizden ümidi kesmiş olsa gerek, aramaz olmuştu. Mustafa birkaç gün sonra bana "ben bir ay sonra Türkiye'ye dönüyorum, burada yapacak bir şey kalmadı, boşuna oradaki işten uzak kalmanın anlamı yok, bu durumda para kazanmadığım gibi para harcıyorum" dedi. Tabii bunu duyduğuma üzüldüm, ama haklıydı da. Bir şey denemiş, istediği başarıyı yakalayamayınca boşuna daha fazla harcama yapmadan dönmeye karar vermişti. Döndüğü zaman tabii ki üzüldüm, fakat ben de birçok şey öğrenmiştim. Fakat o, dışardan çok güzel görünen Ritan parkını gezememiş olmak da içimde kalmıştı. Şimdi Çincesini öğreneceğimiz kelimelerle programı noktalayalım.
© China Radio International.CRI. All Rights Reserved. 16A Shijingshan Road, Beijing, China. 100040 |