Daha önceki programlarımdan birinde bahsetmiştim, Çin tatiller ülkesi diye. 1 Ekim'de ulusal gün, daha doğrusu ulusal hafta dolayısıyla bir hafta tatil var; ay yılına göre kutlanan ve her yıl 10 gün geriye giden, bu sene 6 Şubat'a denk gelen festivalde 1 hafta tatil var; yeni yıldan üç hafta sonra bizim fener alayımıza benzer üç günlük fener festivali var; haziranda ejderha gemisi olarak çevirebileceğimiz festivalde üç gün tatil var, eylülde "mid-autumn" yani sonbahar ortası, ya da diğer adıyla "Ay" festivalinde üç gün tatil var; 1 Mayıs İşçi Bayramı'nda bu seneye kadar yedi gün tatil vardı, bu sene üç gün olarak kutlandı, belki hatırlamadıklarım da vardır. İşte bu tatillerde genelde adet, ailesinden uzakta yaşayanların memleketine gitmesi ve festivali ailesiyle birlikte geçirmesi, festivale göre değişen farklı yemekler ya da tatlılar yemesi (örneğin Ay festivali adını, o zamanda yenmesi adet olan ay çöreğinden alıyor), zaten ailesiyle yaşayan kişilerin de gezmeye, turistik, ünlü bir yerlere gitmesi şeklinde. Geçen sene bir hafta olan 1 Mayıs İşçi Bayramı tatilinde, yedi arkadaş birlikte, eski Çin'in başkenti, hanedanların mekânı, tarihi Xi'an şehrine gitmiştik dört günlüğüne; bu geziden daha önceki bir programda bahsetmiştim. Bu sene tatil üç gün olduğu için, öyle uzaklara gidecek fırsat yoktu, fakat sıradan bir hafta sonuymuş gibi evde oturmak da olmazdı, bir şeyler yapmak lazımdı. Biz de, birkaç arkadaşla birlikte plan yapıp, Pekin'in biraz dışında bir yere gitmeye karar verdik. Türkiye'de orman, yeşil alan, piknik alanı bol, birçok aile için havanın güzel olduğu herhangi bir hafta sonunda yeşil, ağaçlıklı bir alana ya da bir göl kenarına, pikniğe, barbekü yapmaya gitmek, alışkanlık bile olmuştur denebilir, çok çok özel bir etkinlik sayılmaz. Fakat Pekin oldukça büyük bir şehir olduğu ve bu şekilde doğal ormanlık alanları şehir merkezine yakın olmadığı için böyle bir mekâna gitmek oldukça özel sayılıyor, hatta birçok üniversite öğrencisi hatta mezunu kişi belki hayatında bir kere bir ormana, doğal güzelliklerin olduğu bir yere gitmiş oluyor, hatta hiç gitmemiş olanlar da var. Benim hayatımın sekiz yılı Anamur'da geçtiği için, deniz kenarına, evime 10-15 km. mesafede bulunan piknik yerlerine sıkça gitmeye, denize girmeye, bir tarafı orman diğer tarafı uçurum, uçurumun sonu ise deniz olan virajlı yollarda gitmeye son derece alışkınım, yani benim için çok özel değil aslında. Fakat Pekin'de yaşayıp, hayatında hiç Pekin dışına çıkmayıp hiç deniz görmeyen, hiç piknik yapmamış birine göre elbette böyle yollardan geçerek ormanlık bir alana gitmek, çayırlarda oturup piknik yapmak, göle ayaklarını sokmak son derece özel. O yüzden gitmeyi kararlaştırdığımız yer de böyle bir yer oldu. Pekin'in biraz dışında, Zhenzhuhu isimli bu yer ilk kimin aklına geldi bilmiyorum, ama bana önerildiğinde bana da cazip geldi, çünkü Türkiye'den çok alışık da olsam Çin'de ilk defa piknik yapacaktım, göl görecektim, daha da önemlisi, bunu belki hayatında ilk defa yapacak olan insanların o anlarını paylaşacaktım. O yüzden, gidiş için yapılan hazırlıktan başlayarak içimde bir heyecan vardı. Bir önceki geceden yumurtalar pişirdim, ekmek, krem peynir, domates, kola, bisküvi gibi piknik ortamında güzel gidecek şeyleri ve fotoğraf makinemi çantama özenle ve heyecanla yerleştirdim. Gideceğimiz yer uzak olduğu için ve dönüşte gece karanlığa kalmak istemediğimiz için sabah erken çıktık. Plana göre sabah saat 9'da metronun birinci hattının en batısındaki istasyon olan Pingguoyuan, Türkçe anlamıyla "elma bahçesi" istasyonunda buluşacaktık, oradan 962 numaralı otobüse binip, yaklaşık 1 saat 45 dakika süren bir yolculukla istediğimiz yere varacaktık. Planın Pingguoyuan'a kadarki bölümü planlanan şekilde gerçekleşti, fakat metrodan iner inmez etrafımızı, özellikle o bölgede hemen hemen hiç yabancı olmamasından dolayı beni görüp gelen birçok "korsan taksi şoförü" çevirdi. Söylediklerine göre, binmeyi planladığımız otobüs, gitmek istediğimiz yere kadar gitmiyormuş, toplam 65 km. olan yolda, mekâna 9 km. kala bir kavşaktan başka tarafa gidiyormuş. Yani o otobüse bindiğimiz zaman ya 9 km yürümek, ya da oradan başka bir araç bulmak zorunda kalacakmışız. Durum böyle olunca, tek bir araçla gitmek, araç bizi orada bekledikten sonra da aynı araçla dönmek son derece avantajlıydı. Fakat tabii korsan taksi olunca ilk başta söylenen fiyat son derece yüksekti ve iyi bir pazarlık gerekiyordu. Özellikle grupta bir yabancı olunca, söylenen fiyat iyice artıyordu, ama şoförler pazarlığı benim yaptığımı görünce şaşırıp gülmeye başladı. Yedi kişiydik ve ilk başta iki tane taksinin şoförü gelmiş, taksi başına 350 yuan, yani toplam 700 yuan istemişti, yani kişi başı 100 yuan olacaktı. Otobüse binsek fiyat 14 yuan olacaktı, gidiş dönüş toplam 28 yerine 100 vermek çok mantıklı değildi. Çinli arkadaşlar, benim "sorun değil ya, 100 yuan ne ki veririz, yeter ki rahatça gidelim, otobüse bin, sonra tekrar araba bul, uğraşmayalım" şeklinde bir tepki vermemden çekindikleri için, yüksek fiyata sert bir tepki verip "olmaz" diyemediler ilk başta. Fakat benim onlardan daha cimri ve pazarlıkçı davrandığımı görünce hem şaşırdılar, hem hoşlarına gitti, ve pazarlık işini bana bıraktılar. Ben de onların tam tersine, "acaba benim söyleyeceğim fiyat onlara yüksek gelir mi" diyerek mümkün olduğunca fiyatı indirme çabasındaydım. Neyse ki şoförler İngilizce bilmiyordu, o yüzden arkadaşlarla konuştuğumda İngilizce konuşuyordum ve şoför anlamıyordu, şoförle ise Çince konuşuyordum. Arkadaşlara "250 yuane indirelim, uygun mu, eğer kabul ederse gideriz" dedim. Onlar "araç başına 250 yuan" dediğimi sandılar, buna karşın kabul ettiler, 700 yerine 500 yuan verilecekti toplam. Halbuki benim niyetim toplam 250 yuana olayı kapatmaktı. Şoföre 250 dedim, ilk başta onlar da araç başı 250 anladılar, biraz nazlanır gibi görünüp razı oldular. Sonra ben "yani böyle olunca araç başı 125 oluyor" deyince, şoförler de arkadaşlar da şaşırarak bana baktı. Tabii fiyatı fazla düşük buldular ve yükselteceklerini umarak "olmaz" dediler. Ben de "tamam o zaman sağolun" dedim, arkadaşın kolundan çekip otobüse doğru yürümeye başladım, arkadaşlar da beni izledi, sonra şoförler de gelip bizi tekrar durdurdu. Bunun ardından taksi şoförleri gitti, yerine bir dolmuş şoförü geldi. Dedi ki ben 300'e götürüp getiririm, araba büyük, yedi kişi sığarsınız, tek araçla gideriz. İyi en azından iki araçla gidip araç başı 350 ödemek durumundan, tek araçla gidip 300 ödeme durumuna getirmiştim, ama ben 250'de ısrar ettim, adam da olmaz dedi. Ben yine "tamam o zaman" deyip yürüdüm, adam da beni tuttu, geri çekti ve "tamam" dedi. Ben son onayı almak için, "toplam, gidiş dönüş 250 yuan, orada da biz ne kadar kalırsak bekleyeceksin, doğru değil mi" diye sordum, o da "260 olsun" dedi. O öyle deyince ben kızdım "az önce tamam dedin, iyi o zaman 240" dedim. Adam güldü, "tamam 250 olsun" dedi. 700'den 250'ye indirmeyi başarmıştım ve bence mantıklı olarak inilebilecek en düşük fiyattı, çünkü kişi başı 36 yuan düşüyordu, eğer otobüsle gitsek gidişte ve dönüşte 14'er yuan olmak üzere 28, oradan sonra bulacağımız araca da 25 versek, gidiş dönüş 50 yani kişi başı 7, toplam 35 yuan yapıyordu, bir de araç değiştirecek ve binecek araç arayacak, tekrar pazarlık edecektik, bu şekilde 36 yuana, tekrar pazarlık etmek, araç beklemek, bulmak, değiştirmek derdimiz olmayacaktı, gideceğimiz yerin de kapısına kadar gidecek, işimiz bittiğinde de aynı yerden binip metro durağını karşısında inecektik. Arkadaşlar çok iyi pazarlık ettiğimi söyleyip bana teşekkür bile ettiler, ben de durumdan gayet memnundum. Adam sadece, bizim başka araçla dönmemizden korktuğu için, "oraya varınca paranın yarısını ödeyin, dönüşte de kalan yarısını ödeyin" dedi, ona da ben hiç karşı çıkmadım, eninde sonunda vereceğimiz para belliydi, dört saat erken ya da geç ödememizin bir farkı yoktu, ama adam daha ucuza araç bulup dönmemizden korktuğuna göre, aslında fiyatı daha da indirme şansı vardı, ama olsun, fiyat abartılı değildi ve 250 lafı ağzımdan bir kere çıkmıştı, hem 700'ü bile kabul edecek olan herkes 250'ye dünden razıydı. Böylece yolculuğumuza başladık. Yol sohbetlerle, kahkahalarla, sorunsuz ve mutlu geçti. 1.5 saatten biraz daha fazla süren yolculuk sonunda gideceğimiz yere vardığımızda gördüğüm beni şaşırttı. Burası esas olarak büyük bir baraj gölüydü. Ben de hayatımda ikinci defa bir baraj gölünü bu kadar yakından görüyordum, yani aslında benim için de o kadar sıradan değildi. Etrafında yürümek için dar bir patikanın olduğu, bazı yerlerde sallanan, geçmenin cesaret isteyeceği ince tahta köprülerin kurulu olduğu, yol boyunca renkli çiçeklerin, ağaçların, uzun otların olduğu; büyük, etrafı dağlarla çevrili bir baraj gölü. Patikaların üzerinde, bazen biraz uzağında karşıda, dağların içinde birçok tünel ve bazen birbirini kesen, bazen paralel giden birçok demiryolu hattı vardı, ve yaklaşık her 15 dakikada bir yolcu ya da yük treni geçiyordu, bu da böyle güzel bir yere renk katıyordu. Aslında öyle bir gürültünün, o güzelliği bozması beklenir belki, ama bana verdiği his kesinlikle o şekilde değil, aksine uzaktan tıkırtı gibi gelen trenin sesi, rüzgârın ve suyun sesine daha egzotik bir hava katıyordu. Bu göl üzerinde bir de bot vardı ve arkadaşlar binmeyi planlıyordu. Bu benim için de bir ilk olacaktı, hiç baraj gölü üzerinde bota binmemiştim. İlk başta bota binip gölün karşısına geçmeyi planlamıştık, fakat bineceğimiz yere geldiğimizde, büyük bir grubun rezervasyon yaptırdığını ve o an bilet satışı olmadığını gördük. Biz de, patikadan gölün karşısına yürüyüp, karşıdan binip geri dönmeyi kararlaştırdık. Yaklaşık 1.5 saat süren biraz yorucu ama zevkli ve heyecanlı yürüyüşten sonra botun karşı kıyıdaki durağına yaklaştığımızda oldukça acıkmıştım ve hemen binip dönmek için de vakit çok erkendi, şoför ile kararlaştırdığımız zamana daha üç saat vardı. O yüzden orada dinlenmeye karar verdik, herkes istediğini yapacaktı. Biz de bir arkadaşla birlikte gruptan ayrıldık, birazcık dağa tırmanıp, rahat oturulacak bir yer bulduk ve güneş ışığının ve esen hafif rüzgârın eşliğinde, otların içinde, hatta böceklerin arasında, çok şirin bir piknik yaptık, iyice doyduk ve biraz dinlendik. Resimlerin birinde, piknik yaptığımız yeri ve arkadaki doğa ve göl manzarasını görüyorsunuz. Daha sonra döndük, diğerleriyle buluştuk, bir oyun oynadık. Sonra herkesin içindeki çocuk açığa çıktı ve gölün kenarında herkes bulabildiğince büyük taşlar bulup göle atıp su sıçratarak birbirini ıslattı. Ardından bot geldi ve bindik. Bottaki gezinti sırasında bir köprünün altından geçtik. Bot rehberinin anlattığına göre, bu köprü, tarihte Asya kıtasında inşa edilmiş olan en eski köprüymüş, fakat inşa edildiği tarihi ya söylemedi, ya da söylediyse de kaçırdım ya da anlamadım. İkinci fotoğrafta da bu köprüyü görüyorsunuz. Köprünün altında, kayalara kazınıp kırmızıya boyanmış kocaman harflerle yazılmış, ????? yani "Asya'daki ilk köprü" yazısı mevcut. Rehber, baraj hakkında bir şey söylemedi, aslında sormak istedim fakat fırsat olmadı; baraj şu an kullanımda mı, buradan elektrik elde ediliyor mu, kapasitesi ne kadar, bunları sorup öğrenmek isterdim. Bottan indikten sonra fotoğraflar çekerek ve sohbet ederek, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan aracımıza ulaştık. Gerçekten güzel, eğlenceli, farklı bir gün olmuştu; üç günlük tatilde günübirlik gitmek için çok iyi bir yer seçmiştik. Pekin'de de güzel doğal alanlar olduğunu öğrenmiş oldum, çünkü Pekin'de bulunduğum süre içinde hiç böyle bir yere gitmemiştim. Gezmek için burayı seçen arkadaşlara teşekkür ederim.
Çincesini öğreneceğimiz kelimelerle bu haftaki programımızı bitirelim. Göl demek için hu(2) diyoruz. Nehir demek için he(2) diyoruz. Tren demek için, huo(3) che(1) diyoruz. Che kelimesinin "araç" demek olduğunu önceki programlarımızda öğrenmiştik. Huo(3) ise tek başına kullanıldığında ateş demek, yani ateş arabası. Huo(3) che(1). Dağ demek için shan(1) diyoruz. Son olarak, gittiğimiz yerin adı ise zhen(1) zhu(1) hu(2). Zhenzhu aslında inci anlamına geliyor, yani inci gölü ya da incili göl. Fakat İngilizce adı nedense boiling lake, yani kaynayan göl. Zhen(1)zhu(1)hu(2).