|
|||||||||||||||||||||
|
Yaklaşık 10 gün kadar önce, e-maillerimi kontrol ederken, ilginç bir maile rastladım. Çin'de yaşayan Türklerin birçoğunun üye olduğu bir mail grubu var, Turks in China isminde. Buradaki çoğu kişi üyedir, üye olmayanlar da en azından adını bilirler. Haber ve bilgi alışverişi, etkinliklerin duyurulması, ilginç haber ve yazıların paylaşılması amacı ile kurulmuş, her gün ortalama yaklaşık 3-4 kişinin bir şeyler yazdığı bir mail grubu. Bu mail grubunun günlük olarak gelen maillerinin en altında "Ezgi Yalçın" başlıklı bir mail gördüm. Hafızamı yokladım, "Bu isimde biri yaşıyor mu Çin'de, daha önce hiç mail attı mı, bu ismi biliyor muyum?" diye. Çıkaramadım. Sonra maili okudum. Mailin göndericisi, grubun yöneticilerinden biriydi. Mailde özetle deniyordu ki, "Avusturya'dan bir Türk arkadaşımız Çin'e gelmiş, fakat problem yaşıyor, şu an nerede olduğunu bilemiyor, gelişmelere göre yardım talebinde bulunacağız". Altında da bu kişinin yazmış olduğu mail, özetle burada da diyordu ki : "Avusturya'dan arkadaşımla birlikte tatil için Çin'e geldik, fakat sorunlar çıktı, arkadaşım beni otelde bırakıp gitti, ben nerede olduğumu bile bilmiyorum, ne yapacağımı da bilmiyorum, 29 Aralık'ta Avusturya'ya dönüş biletim var fakat o zamana kadar ne yapacağım konusunda hiçbir bilgim yok, lütfen yardım edin". Evet özetle denen buydu. İlk okuduğumda durum biraz garipti. Yani Avusturya'dan kalkıp tatil için Çin'e geldikten sonra, arkadaşının otelde yalnız başına bırakıp gitmesi, çok mantıklı görünmüyordu. İlk başta, Avusturya'dan erkek arkadaşıyla birlikte geldi, buraya geldikten sonra kavga edip ayrıldılar, çocuk da bunu bırakıp gitti diye düşündüm, aklıma ilk gelen senaryo buydu. Ya da "çocuk" mu ya da "adam mı" bunu da bilmiyordum, belki de olgun bir bayandı. Ya da belki birisi dalga geçiyordu, grupta kimin ne tepki vereceğini ölçüyordu, bu da olabilirdi. Neyse, sonuçta meraklı bir yapım var, "kim ne yaparsa yapsın, bana ne" deyip kapatmak karakterime uygun bir davranış değil, bir şey yapmasam bile en azından ne olduğunu öğrenmek istiyordum. Gruba cevap yazıp grubu meşgul etmek de istemedim, ayrıca bu kişi gruba üye olmadığı için mail attığımda mailin ona ulaşıp ulaşmayacağından da emin değildim. Gelen mailde bayanın da mail adresi yazıyordu. Ben de, durum her neyse en azından kendisinden öğrenebilirim, eğer yalansa, dalgaysa da bir şekilde açık verir, hissederim belki diyerekten direk bu kişinin adresine mail yazdım. Özetle, tam olarak durumun ne olduğunu, Pekin'e gelmeyi düşünüp düşünmediğini, Çince bilip bilmediğini, telefonunun olup olmadığını sordum; eğer Pekin'e gelecekse, ona burada otel ayarlayabileceğimi, geleceği saat sabah olursa havaalanında karşılayabileceğimi söyledim. Maili yazdım, sonrasında da unuttum gitti, cevap geleceğini bile sanmıyordum. Yazdıktan yaklaşık 2 saat sonra maillerime tekrar baktığımda cevap geldiğini gördüm. Cevapta, teşekkürlerini sunarken, telefonunun olmadığını, msn'de konuşabileceğimizi, üç gün sonra Pekin'e gelmeyi planladığını, havaalanında onu karşılayıp bir otele götürebilirsem çok mutlu olacağını ve içinin çok rahatlayacağını söylüyordu. Ben de daha ayrıntılı konuşmak için msn listeme ekledim ve konuşmaya başladık. Çok paniklemiş bir durumda olduğu hissediliyordu. Israrla telefonunun olup olmadığını sordum, o anda aklına geldi, daha Çin'e gelmeden önce arkadaşı ona bir Çin hattı vermiş, onu hatırladı, fakat numarayı bilmediğini, kontörünün de olup olmadığını bilmediğini söyledi. Ben de "deneyelim" dedim, msn'de karşılıklı konuşurken kendi cep numaramı verdim ve çaldırmasını istedim. Ve çaldırdı. Düşündüm ki eğer işin içinde yalan, oyun filan olsa büyük olasılıkla cep telefonunu vermezdi, neyse yine de tam güvenmiyordum tabii. Neyse hemen telefon numarasını ona söyledim, dedim ki "bir başkası sizi aramak isterse numaranızı söylersiniz, size ulaşabilir". Sonra ben aradım. Evet, sesi çok huzurlu gelmeyen, genç yaşlarda, oyun yapıyor gibi gözükmeyen bir hali vardı. Dedim ki ne oldu tam olarak anlatın, olayın tamamını bileyim. Özetle olan şey, Avusturya'da okuduğu, yurtta bir Çinli kız öğrenciyle birlikte kaldığı, onun tatil için Çin'e gelmeyi planladığı, kendisine de eşlik etmesini istediğinde kabul ettiği. Sonradan öğrendiğim ayrıntılara göre ise, Çinli kızın Çin'de erkek arkadaşı varmış, evlenmeyi planlıyorlarmış. Kız Avusturya'da okuduğu okulu yarım bırakıp Çin'e kesin dönüş yapmış ve plana göre otelde değil kızın evinde, Jiangsu Eyaleti'nde kalacaklarmış, sonra birlikte Pekin'e gelip Pekin'de de kızın bir arkadaşının evinde kalacaklarmış, sonra Türk bayan Avusturya'ya dönecek olduğunda da onu havaalanına götürerek yolcu edip, Çinli kız kendisi Çin'de, erkek arkadaşıyla beraber kalacakmış. Fakat Çin'e geldikleri gün kız erkek arkadaşıyla kavga etmiş, o yüzden evine gidememiş, otele yerleşmişler. Daha sonra kavga daha da büyümüş ve ayrılmışlar. Kız ta Avusturya'dan evlenmek niyetiyle okulunu bırakıp gelmiş, sevgilisinden ayrılınca bunalıma girmiş, arkadaşını unutarak eşyalarını toplayıp çekip gitmiş. Türk bayan da yalnız kalmış. Telefonda bunları öğrendim. Ve dedim tamam, geleceğiniz gün ben sizi havaalanında karşılarım, eğer değiştirebilirsek dönüş tarihinizi de değiştiririz, erkene alırız, sonra çok pahalı olmayan bir otel buluruz, sizin oraya yerleşmenize de yardım ederim. O da çok teşekkür etti ve kapattık.
Evet durumu öğrenmiştim. Durum tabii ki çok sıradan değildi, ama yaklaşık 15 dakika boyunca duyduğum seste de bir sahtelik, bir yapmacıklık sezmemiştim. Neyse, o gün bitti.
Ertesi gün uyandıktan hemen sonra telefonum çaldı. Bilmediğim bir Pekin numarası arıyordu. Açtım, Türkçe bir ses duydum; sonra kendini tanıttı. Pekin'de yaşayan Ülkü Hanım'dı bu. Sanırım Ezgi Hanım'la konuşmuş, Ezgi Hanım da benimle konuştuğunu söylemiş, Ülkü Hanım da beni aradı; dedi ki, "Eğer büyük bir problem yaşarsa, kalacak yer sıkıntısı büyük bir sorun oluşturursa, benim evimde de kalabilir". Ben de tamam dedim, Ezgi Hanım adına teşekkür ettim. Böylece bu garip durumla benim dışımda ilgilenen bir kişi daha çıkmıştı. En azından beni destekleyen birileri vardı. Ezgi Hanım'ın geleceği güne kadar, hem daha önce bir öğrenci arkadaşın kaldığı, yarı yurt yarı otel, fiyatı nispeten uygun bir yerin; hem de benim daha önce kaldığım, fiyatı diğerine göre biraz daha pahalı fakat konumu ve içi oldukça iyi olan bir otelin iletişim bilgilerini aldım.
Derken Ezgi Hanım'ın geleceği gün geldi. Sabah uyandığımda kendimi hiç iyi hissetmiyordum, hiç havaalanına gidebilecek gibi değildi vücudum; "ne yapmalıyım" diye düşünürken telefonum çaldı, Ezgi Hanım aradı ve havaalanında olduğunu, sis yüzünden uçuşunun ertelendiğini, yeni hareket saatinin henüz duyurulmadığını, bekleyeceğini ve beni durumdan haberdar edeceğini söyledi. Bu benim için güzel bir gelişmeydi, ben de biraz daha uyudum. Tekrar kalktığımda daha iyi hissediyordum, baktım ki bir mesaj var, yaklaşık 1 saat öncesinde atılmış, "ben uçağa biniyorum, görüşmek üzere" diyor. Ben de kalktım, hazırlandım. Plana göre beni havaalanında Starbucks Cafe'de bekleyecekti. Starbucks'ın önünde durdum, şöyle bir bakındım ve görür görmez o olduğunu anladım. Biraz tedirgin, biraz heyecanlı yüz ifadesi, beni görünce tatlı bir gülümsemeye dönüştü. Beklediğimden çok daha genç, sevimli bir genç kız. Yanında da bir Çinli bayan daha. İlk başta "acaba o arkadaşıyla birlikte mi geldi" diye düşündüm, ama dedim durum bu olsa bana söylerdi, hatta benim gelmeme gerek bile kalmazdı. Neyse gittim, merhaba dedim, yanlarına oturdum. Çinli bayan iyi İngilizce biliyordu. Ezgi Hanım, ihtiyacı olabilir diyerek elçiliğin adresini Latin harfleriyle yazmıştı, kız da onu Çince'ye çevirmeye uğraşıyordu. Haklı tabii, bilmediği için tereddüt ediyordu. Adres "Sanlitun Dongwujie". Tamam Sanlitun'u yazmak kolay, ama "dongwujie"yi tonlarını bilmeden yazmak kolay değildi. Adres aslında dong(1) wu(3) jie(1), yani dong doğu demek, wu beş demek, jie yol, cadde demek, yani 5 numaralı doğu caddesi. Ama aynı zamanda dong(4) wu(4) jie(1) derseniz dongwu hayvan demek, hayvanlı yol anlamına gelir, dong(4) wu(4) jie(4) derseniz, hayvan krallığı anlamına gelir, dong(3) wu(4) jie(3) derseniz dong(3) anlamak, wujie ise yanlış anlamak demek, "anlamını yanlış anlamak" gibi bir anlam çıkıyor ortaya, hepsi "dongwujie", Çinli kız da yazmaya çalışıyordu. Ben doğrusunu söyledim, sonra Ezgi Hanım bana, "olur da siz gelmezseniz, elçiliğe gitmem gerekirse diye bana yardım ediyor, adres yazıyordu" dedi. Ben gelince Çinli hanım kalktı. Ezgi Hanım çok gergindi, hemen kalkmak istemedi, biraz oturmak, sakinleşmek istedi. Oda arkadaşı bile böyle bir şey yapıp, yalnız bırakıp gittikten sonra hiç tanımadığı birisinin, yani benim geleceğim deyip de gelmeme olasılığımı düşünmüş, eğer buluşamazsak nereye, kime gideceğini düşünmüş, oldukça gerilmiş. Biz havaalanında oturup sohbet ederken Ülkü Hanım aradı. Durumu sordu. Ben de buluştuğumuzu, halen sohbet ettiğimizi, benim kalacak iki yer bulduğumu, henüz plan yapmadığımızı söyledim. Teklifini yineledi, ve dedi ki, "benim evim havaalanına yakın, isterseniz gitmeden önce uğrayın, biraz dinlensin, birer çorba için, öyle gidin". Teşekkür ederek kapattım ve teklifi Ezgi Hanım'a ilettim. Çok memnun oldu. Sonra gittik, 29 Aralık'a alınmış olan dönüş biletini erkene alma şansının olup olmadığına baktık. Evet 19 ve 21 Aralıkta yer vardı, fakat değiştirmek için 1600 yuan ceza ödemesi gerekiyordu. Plan çok net olmadığı için ve Ezgi Hanım o kadar problem içinde gelmiş olmasına rağmen onca saatlik yolu gelmişken, bir yolunu bulup Çin Seddi'ni, Yazlık Saray ve Yasak Şehir'i görmek, Pekin ördeği yemek istediği için ne zamana değişiklik yapmamız gerektiğine karar veremedik. Beni beklerken Ezgi Hanım havaalanındaki tur bürolarından bir broşür almış, onu bana gösterdi, katılabileceği bir Çin Seddi ve Ming Mezarlıkları turu vardı. Bu iki durumu aklımızda tutarak Ülkü Hanım'ın evinin yolunu tuttuk.
Bizi kapıda Ülkü Hanım'ın dünyalar güzeli kızı Katrin karşıladı. Sonra eşi Richard Bey geldi, biraz oturduk, sohbet ederek birlikte çorba ve salata hazırladık. Orada bulunduğumuz yaklaşık iki saatlik sürede, plan yapıldı. Ezgi Hanım Çin Seddi turuna katılacaktı, tura katılabilmek için alternatif olarak sunulan otellerden birinde kalacaktı, iki gece orada kaldıktan sonra Ülkü Hanım'ın evine gelecekti, üç gece de orada kalacaktı. Plan yapıldıktan sonra Ezgi Hanım daha bir rahatlamıştı. Sonra tekrar havaalanına gittik, bileti değiştirdik, tur için kayıt yaptırdık, kalacağı otelin adresini aldık ve otelin yolunu tuttuk. Otele vardığımızda, tura katılacak birçok kişinin buraya yönlendirildiğini ve resepsiyondakilerin rahatça anlaşabilecek düzeyde İngilizce bildiklerini gördük, sorun yoktu. Sorunsuz bir şekilde görev tamamlanmıştı. İki gün sonra tekrar buluşmayı kararlaştırarak evime döndüm.
İki gün sonrasında, sabah konuştuk. Otelde sıcak su olmadığı için banyo yapamamış, elinde kocaman valiziyle otelden çıkışını yapmış, bir kuaför dükkânı bulup saçlarını yıkatmış, o civarlarda bir Starbucks bulmuş, orada beni bekleyecekmiş. Ben de öğlene doğru oraya gittim. Starbucks, onun kaldığı otelden yaklaşık 3 km. mesafede, o kadar uzak olduğunu tahmin etmemiştim. "yaman kızmış" dedim içimden, elinde kocaman valiz, o soğukta o kadar uzun yol yürümüş. Akşam Ülkü Hanım'a gidecekti, ben de öğleden sonra işe gidecektim, yani yaklaşık 2-2.5 saatimiz vardı, ne yapmak istediğini sordum, fikri yoktu. Elimizde kocaman valizle, o mesafede gidilebilecek en yakın, en mantıklı yer Ritan Parkı'ydı. Parka doğru yola koyulduk. Giderken, arkasında oturacak yeri olan, önde bir bisiklete bağlı olan, bir kişinin sürerek çektiği arabalardan gördük, ona binmek istedi, bindik. Ritan Parkı'na vardık. Orada biraz dolaştık, fotoğraflar çektik. Sonra uçurtma uçuran birçok orta yaşın üzerinde kişi gördük. Ezgi Hanım'a çok ilginç geldi. Ben önerdim "soralım mı, siz de uçurmak ister misiniz?". Biraz çekindi, tereddüt etti ama istemez miydi? Birisine sorduk, sıcak bir tavırla uçurtmanın makarasını uzattı, Ezgi Hanım bir süre uçurdu, fotoğrafını çektim. Sonra dolaşırken bir kalabalık gördük uzaktan. Hatta bir değil, 4-5 farklı kalabalık grup, bağırıp çağırıyorlar kendi içlerinde... Biraz yanlarına yaklaştığımız zaman anladık ki, ortaya masa niyetine koydukları bir kütüğün üzerinde, büyük bir keyifle, kâh gülerek kâh bağırarak, heyecanla iskambil oynayan, her biri en az 10 kişiden oluşan topluluklarmış. Bizi görünce güldüler, "yabancı" dediler, bizi çağırdılar, bağıra çağıra oyunlarını anlattılar ama ben de anlamadım. Fotoğraf çekebilir miyiz diye sorduğumuzda hepsi poz vermeye başladı. Ezgi Hanım ilk başta bu kadar gürültülü erkek grubundan biraz çekinmiş, ama sonradan sıcak davranışlarını görünce bu çekinme yerini ilgiye bırakmıştı. Yanlarına gitti, ortalarına geçti, hepsi birlikte poz verdiler ve fotoğraflar çektik. Çektiğimiz fotoğraflara hepsi teker teker baktı, güldü, bir şeyler söyledi. Konuştukları Pekin Çincesi değildi, hangi bölgedenseler artık, o bölgenin yerel dilinde konuşuyorlardı, ama söyledikleri şeyin kötü olmadığı kesindi. Neyse fotoğrafları çekip herkese gösterdikten sonra oradan da ayrıldık. Artık çıkmaya niyetlendiğimiz bir sırada, üst kısmı donmuş, harika bir manzara oluşturan gölün hemen kenarında, ahşaptan yapılma hoş bir "kafe" gördük. Dedik oraya da girelim, sıcak bir şeyler içelim. İçeri girdik. Türkiye'de özellikle Ortaköy'deki çay bahçelerini andıran, hatta orada kullanılan tepesi geniş, uzun gaz sobalarından koyulmuş, hem fiziksel olarak hem de ortam olarak sıcacık bir mekân. Bir yandan düşük seste caz müzik çalıyor. Orada da oturup, çay ve kahve içtikten sonra kalktık. Ezgi, Ülkü Hanım'la buluşacaktı. Evini aradık fakat evde değildi, cebini aradık, İkea alışveriş merkezindeydi. Oraya gitmek daha kolay diye düşünerek, bir taksi bulduk, İkea'daki bir çalışana adresi tarif ettirdik, taksiye bindirdim ve yolcu ettim. Ben de kendi işime döndüm.
Tabii bu görüşmenin, ikimiz için son görüşme olacağını bilmiyordum, üç gün Ülkü Hanım'da kalacağı için bir şekilde görüşürüz diye düşünüyordum, ama sonrasında benim yoğunluğum ve ardından da girdi hastalığım araya. Bayram günü Osmanlı Restoranı'nda düzenlenen yemeğe gidebilseydim orada bir kez daha görüşme şansımız olacaktı, oraya giderken yolda beni aradı gelip gelmeyeceğimi sordu, benim pek keyfim yoktu, gelemeyeceğimi söyledim. Orada sanıyorum ki birçok Türk'le tanışma şansı oldu, memnun geliyordu sesi. Sonrasında tekrar haberleşemedik. Onun gideceği gün benim gribim ilerlemişti, öğlen 2'ye doğru beni aradığında ben yatakta ısınmaya çalışıyordum. Biraz sonra uçağa bineceğini, her şey için teşekkür ettiğini, son günlerinin çok güzel geçtiğini, bu macerayı unutmayacağını söyledi. Ben de tekrar görüşme şansımız olmadığına üzüldüğümü, ama en azından güzel bittiğini, havaalanına gelmek istediğimi fakat hasta olduğum dolayı yataktan bile çıkamadığımı söyledim, iyi yolculuklar diledim. Böylece, benim de ortak olduğum ve kimi zaman içinde, kimi zaman uzaktan yaşadığım ve paylaştığım bir Türk'ün Çin macerası da, kötü başlamış olmasına rağmen güzel şekilde noktalanmış oldu. Programımızın da sonuna geldik. Çincesini öğreneceğimiz kelimelerle bu haftayı noktalayalım. Starbucks Cafe'ye gidecek olursanız, xing(1) ba(1) ke(4) ka(1) fei(1) ting(1). Xing tek başına yıldız demek. Ka fei kahve demek. Ting tek başına, yer, ofis, koridor gibi anlamlara geliyor. Hepsi birlikte "Starbucks Coffee Shop" anlamını veriyor. Uçurtma, feng(1) zheng(1). Feng tek başına rüzgâr demek. Zheng'ın kelime anlamını bilmiyorum, birlikte uçurtma anlamına geliyor. Park gong(1) yuan(2). Havaalanı ji(1) chang(3).
© China Radio International.CRI. All Rights Reserved. 16A Shijingshan Road, Beijing, China. 100040 |