Hakkımızda | CRI  Hakkında | Eski Versiyonumuz
 
Türkler'den Çin'e Bakış | Ekonomi, Bilim ve Sağlık | Xinjiang | Çin Ansiklopedisi
Ana sayfa | Haber & Gündem | Kültür & Sanat | Yaşam Panoraması | Spor | Çin'i Gezelim | Çince Öğreniyoruz | Sanal Türk-Çin Dostluk Kulübü | Ankara Radyosu

Daha güçlü ve inandırıcı

(GMT+08:00) 2007-12-24 16:18:36 cri

Sami Kohen Milliyet 18.12.2007

Türkiye'nin Kuzey Irak'taki PKK hedeflerini vurmakta geç kalıp kalmadığı konusunu şimdi tartışmanın bizce gereği yok.

Böyle bir harekâta, geçen ekim ayında "tezkere"nin çıkmasından hemen sonra girişmenin (ki bazılarına göre o da gecikmişti) olumlu ya da olumsuz ne gibi sonuçlar yaratabileceğini gündeme getirmenin de artık yararı yok.

Şimdi değerlendirmeleri, pazar günkü operasyonun neler sağladığı ve bundan sonra neler olabileceği üzerinde odaklamak daha doğru olur.

Sanıyoruz Türkiye'de bu operasyonun gerek askeri, gerekse siyasal ve diplomatik alanda başarılı olduğu konusunda yaygın bir kanaat var. Açıkçası, Türk kamuoyu da bu gelişmeden sonra rahatlamış, morali yükselmiş durumda...

Askeri cephede...

Askeri bakımdan bu müdahale, TSK'nın her türlü koşullar altında, başarılı bir operasyon gerçekleştirme yeteneğine sahip olduğunu gösterdi.

Askeri uzmanlar, TSK'nın bu tür operasyonların gece veya gündüz, kış veya yaz, her zaman başarabileceğini göstermesinin PKK'nın Kuzey Irak'taki varlığı üzerinde caydırıcı, hatta moral bozucu bir etki yapacağını, yani teröristlerin artık bu ülkede barınamayacaklarını anlayacakları kanısındalar.

Kuşkusuz PKK'nın varlığının bir darbeyle son bulması mümkün değil. Bu nedenle Genelkurmay Başkanı dahi, gerekli görüldüğü takdirde bu tür operasyonların tekrarlanacağı uyarısında bulundu.

Kaldı ki, gene askeri uzmanların da kabul ettiği gibi terörle mücadelede askeri operasyonlar çok önemli bir enstrüman olmakla beraber, terörizmin tamamen yok edilmesine yetmez. Bu uzun soluklu mücadelede siyasal, diplomatik, ekonomik ve sosyal kaynakları da seferber etmek gerekmektedir.

Diplomatik alanda...

Son operasyonda özellikle "diplomatik araçlar" başarılı bir şekilde kullanılmış, böylece önemli ölçüde uluslararası destek sağlanmıştır.

Nitekim Türk askeri uçaklarının Irak sınırını aşıp Kandil'deki hedefleri bombalaması, buna topçu güçlerin de destek vermesi, dış çevrelerde belirli bir anlayışla karşılanmıştır. (Eğer önceden bu zemin sağlanmamış olsaydı, herhalde sert tepkiler ve baskılar birbirini izleyecekti)...

Bu bağlamda en önemli gelişme, kuşkusuz ABD'nin Ankara'ya verdiği destektir. Açıkçası, bu desteğin anlamı ve önemi şimdi daha iyi anlaşılıyor.

Bu destek, 5 Kasım'da Bush-Erdoğan görüşmesinde varılan mutabakatın ürünüdür. Bu sayede şu avantajlar sağlandı:

1) ABD'nin sağladığı "anlık istihbarat" yardımıyla hedefler iyice belirlendi. 2) ABD, hâkim olduğu Kuzey Irak'taki hava sahasını Türk bombardıman uçaklarına açtı. 3) Bush yönetimi "ortak düşman" saydığı PKK'ya karşı mücadelede Türkiye'nin yanında yer aldığını fiilen gösterdi. 4) Bu yöndeki hazırlıklar sırasında Washington Irak hükümetinin, bölgesel Kürt yönetiminin ve ayrıca Batılı müttefiklerinin desteğini sağlamaya çalıştı...

Az risk, çok kazanç

Bütün bu faktörler, pazar günkü operasyonun askeri bakımdan "tam isabetli", siyasi bakımdan da "en az riskli" biçimde gerçekleşmesine imkân verdi.

Bu başarı, öncelikle PKK'ya uğradığı tahribatın dışında, etkin bir caydırıcılık sinyalini gönderiyor. Uluslararası camiaya da, Türkiye'nin hedefinin sadece terörle mücadele olduğu ve komşu ülke ve halkı aleyhinde herhangi bir emeli olmadığı mesajını veriyor...

Bu bağlamda Türkiye bugün son haftalardan daha güçlü ve daha inandırıcı bir görüntü sergiliyor.

Desteğin sınırları

Sami Kohen- Milliyet 19.12.2007

Kuzey Irak'taki PKK hedeflerine karşı girişilen operasyondan hemen sonraki dış tepkilerin genelde ılımlı olması, bizim açımızdan sevindirici ve rahatlatıcı oldu.

Ama hemen şunu belirtelim ki, bu hava hep böyle devam etmeyebilir. Önümüzdeki günlerde bazı dış çevrelerden ters sesler duyulabilir, hatta baskılar da gelebilir...

Tabii bu, Türkiye'nin Kuzey Irak cephesinde operasyonlarını ne kadar sık ve ne boyutlarda sürdüreceğine de bağlı.

Dün bazı yabancı medya organlarında yapılan değerlendirmeler, bunun ilk işaretini veriyor.

Kuşkusuz, dün de belirttiğimiz gibi, Türkiye'nin pazar günkü operasyonun özellikle diplomatik altyapısını önceden iyice hazırlamış olması, dış dünyanın bunu belirli bir anlayışla karşılamasını sağladı ki, bu gerçekten önemli bir başarıdır.

Bu bağlamda ABD'nin bu harekâtı, daha önce verdiği istihbaratla ve Irak'ın hava sahasını açmakla sağladığı destek, kendi başına Türkiye için bir kazanım olmuştur. Bu desteğin anlamı, ABD'nin, Kuzey Irak'taki Kürt yönetiminin hoşnutsuzluğuna ve hatta itirazlarına rağmen, PKK'ya karşı Türkiye ile işbirliği seçeneğini tercih ettiğidir.

Dünkü "Washington Post"un belirttiği gibi, bu, ABD için, şimdiye kadar güvenli ve sakin sayılan Kuzey Irak'ta "yeni bir cephe"nin açılması riskini taşıyor. Ama Bush yönetimi buna rağmen, bu "zor tercihi", Türkiye'nin lehine kullanmıştır.

ABD'nin tercihi

Kuşkusuz Washington'un tercihini bu yönde yapması kendi stratejik çıkarlarının daha ağır basmasından kaynaklanıyor. Diğer bir deyişle, ABD, bu mesele yüzünden Türkiye'yi "kaybetmek" istemiyor. Ama kendi açısından şimdiye kadar Irak'ta tek rahat ettiği bölge olan Kuzey Irak'ta da çatışma çıkmasını ve oradaki bölgesel yönetimin ve halkının ABD karşıtı bir tavır almasını da istemiyor.

ABD bu nedenle, Türkiye'nin Kuzey Irak'ta PKK'ya yönelik operasyonlarını sınırlı tutacağını, bu operasyonların bölgedeki Kürtlerle herhangi bir olaya yol açmayacağını ümit ediyor. Ancak, dün görüştüğümüz Washington'daki bir Amerikalı analistin deyişiyle, böyle bir olay olursa, Bush yönetimi özellikle muhaliflerinin sert tepkileri ve baskılarıyla karşılaşacaktır.

Buna benzer bir tespit de dün "The Guardian" gazetesi yazarı Simon Tisdall'ın makalesinde yer aldı. Yazara göre, Türkiye ile ABD'nin PKK'ya karşı güvenlik ve askeri işbirliğinin yarattığı yeni havanın devamı, Türkiye'nin askeri opsiyonun yanı sıra siyasal ve ekonomik alanda bazı önlemleri hayata geçirmesine bağlı. "Aksi halde, yeni hassas askeri işbirliği de sarsılabilir" diyor Tisdall...

Dün ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın sürpriz Kerkük-Bağdat gezisi, "hassas dengeleri" koruma gayretinin bir parçası olarak görülebilir.

Barzani'nin üslubu

ABD'nin Türkiye'nin Kuzey Irak'a karşı olası yeni operasyonları karşısında gerek Bağdat hükümetinin, gerekse bölgesel Kürt yönetiminin olumsuz tepkilerini ne ölçüde kontrol edebileceği merak konusudur.

Barzani cephesinden daha şimdiden gelen tepkiler Kürt liderinin gene eski üslubuna döndüğünü gösteriyor. Bu, Bağdat'ın gösterdiği daha ölçülü tepkinin çok daha ötesinde bir meydan okuma niteliğinde.

Oysa son haftalarda, Washington'un da telkiniyle, Mesud Barzani'nin ya sustuğu veya daha ılımlı bir dil kullandığı görülmüştü.

Şimdi tutumunu sertleştirirken neye veya kime güvendiğini sormak gerek. Barzani esas çıkarının Türkiye'yi karşısına almak değil, onunla iyi geçinmek olduğunu ne zaman anlayacak?

Askeri olduğu kadar diplomatik bir başarı

Semih İdiz Milliyet 20.12.2007

Genelkurmay'dan yapılan açıklamaya göre, Kuzey Irak'a düzenlenen operasyonun sonuçları hâlâ değerlendiriliyor. Bu tür operasyonların ardından uydu fotoğrafları üzerinden ayrıntılı değerlendirmelerin yapıldığını ABD'nin çeşitli savaşlarından ve Hollywood filmlerinden biliyoruz.

Operasyonda ABD silahları kullanıldığına ve bunların eğitimi de ilk etapta Amerikalılardan alındığına göre, TSK'nın da aynı yolu izlediğini tahmin etmek güç değil. Bu arada, Washington'un da bu konuda yardımcı olduğu kesin. Nedeni ise malum.

ABD bu operasyonların "sınırlı" kalmasını ve "büyük bir kara unsuru" içermemesini istiyor. Bunun olması için de PKK'ya karşı düzenlenen hava operasyonlarının önemli ölçüde başarılı olması gerektiğini biliyor. Özetle, bu desteğiyle ABD, TSK'yı büyük bir kara operasyonundan alıkoymayı hedefliyor.

İlk hedef teknolojik altyapı

Bu kadar yüksek maliyetli bir operasyon düzenlendiğine göre, hedef ve amaçların ayrıntılı bir şekilde ve sağlam istihbarata dayanarak saptandığını tahmin etmek de güç değil. İlk aşamadaki hedefin ise PKK militanlarından çok, örgütün barınma, lojistik, telekomünikasyon ve teknolojik altyapısı olduğu anlaşılıyor.

Bu altyapının yok edilmesinin PKK'nın "bahar hazırlığına" ciddi bir darbe indirdiğini anlamak için "askeri stratejist" olmak da gerekmiyor. Bu operasyon ayrıca, TSK'nın sahip olduğu teknolojik olanakları göstermesine de fırsat sağladı. Bu arada kuşkusuz bazı yeni sistemler de denendi.

Bunun PKK'nın ve kendisine bölgede destek verenlerin gözünden kaçtığını sanmıyoruz. Bazılarının "Dağ taş bombaladılar, geri döndüler" söylemi de bu yüzden pek inandırıcı değil.

ABD, kaygılı ama 'anlayışlı'

İşin siyasi-diplomatik boyutuna gelince, oradaki durum da ortada.

Her şeyden önce ABD bu konuda Türkiye'nin yanına çekilebilmiştir. AB bile, "kaygı" ifade etmesine rağmen, operasyonun mantığını "anlayışla" karşıladığını belli etmiştir. Arap dünyasından ise tepki gelmemiştir.

Özetle, uluslararası camiadan "otomatik destek" bekleyen Iraklı Kürtler, en azında şu ana kadar, yalnız kalmışlardır. Türkiye bunu sağlayan siyasi ve diplomatik stratejisini sürdürmelidir.

Bu arada, Bağdat'ın nispeten cılız tepkisi Iraklı Kürtlerin duydukları kızgınlığı daha da artırmıştır. Kürtlerin, "Türkiye köyleri bombaladı, masum insanları vurdu" çıkışlarıyla durumu Ankara'nın aleyhine çevirme çabaları da tutmamıştır.

Sempati gösterecek kimse yok

Bunun nedeni de, kuşkusuz, hiçbir Batılı ülke veya siyasetçinin, özellikle de dünyanın içinde bulunduğu mevcut konjonktürde, PKK gibi bir örgüte sempati gösterecek durumda olmamasıdır. Iraklı Kürtlerin göremedikleri işte budur. Sonuçta bu operasyonu "şiddetle kınayan" bir tek kendileri ve DTP olmuştur.

Kısacası, burada Türkiye açısından askeri olduğu kadar bir diplomatik başarı da söz konusudur. Türkiye, onca PKK saldırısına rağmen, sabır ve itidal gösterip "zaman" ve "zemin" açısından "optimal ortamı" bekleme yeteneğine sahip bir ülke olduğunu göstermiştir.

Bu da fevri davranıp, "koyup oturtan" devletlere değil, ekonomik, siyasi ve askeri güç olan devletlere has bir durumdur. CHP ve MHP'nin operasyonu küçümseme çabaları bu yüzden mantıksızdır.

Kürt denklemi enerji denklemi

Murat Yetkin – Radikal 23.12.2007

Başbakan Erdoğan'ın dünkü 'Kimse Türkiye üzerinden ameliyat düşünmesin' sözü, yaşadığımız süreçte önemli bir dönüm noktası sayılmalı. İngiltere'de yayımlanan The Economist'in 'Türkiye ABD ile Irak Kürt yönetiminin tanınması ve PKK'ya af anlaşması yaptı mı?' sorusunu sormasının ardından anlamlıdır ve önümüzdeki bazı gelişmelere, ihtilaflara ve çözümlere işaret ediyor olabilir. Başbakanlık, dergiyi ciddiye almadığını söylese de Erdoğan'ın sözleri ciddidir. Türkiye'nin Irak topraklarında ABD işbirliği ile PKK hedeflerini vurmaya başlaması, bölgesel siyasi dengelerde bir dizi değişikliğe işaret ediyor. Şöyle özetlemek mümkün:

1- Erdoğan'ın 'Gaza gelseydik, yapamazdık' dediği, CHP lideri Baykal'a dahi 'ABD'nin tutumunu olumlu' bulduran harekât başarıya ulaşırsa şu gelişmeler beklenebilir: PKK'nın Irak'taki varlığı artık Türkiye için yüksek derecede tehdit olmaktan çıkar, Kerkük'ün Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin parçası olması senaryosu (muhtemelen Kerkük'e verilecek özel statü ile) geçersiz kalır. Buna karşılık Türkiye, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt'ın tercih edeceğini söylediği üzere 'modern bir federasyon' yapısı kazanan, yani Bağdat'ın merkezi otoritesini tanıyan bir Kürt özerkliğini tanır. PKK'lıları dağdan indirmek için henüz ayrıntılarını tahmin edemediğimiz plan yürürlüğe konur.

2- Türkiye ile Irak Kürt yönetiminin çatışan değil, işbirliği yapan taraflar haline gelmesi, yalnız Irak değil, Hazar, Karadeniz ve Doğu Akdeniz'i de kapsayacak şekilde bölgenin enerji denklemini yeniden kurar. Kerkük-Ceyhan yeniden işlemeye başladığı gibi, Irak'taki petrol ve gaz kaynaklarının ciddi bir kısmı daha Türkiye üzerinden dünya pazarlarına çıkmaya başlar; muhtemelen gazın bir kısmı Nabucco'yu ve Güney Avrupa hattını besler hale gelebilir. Hazar'ın doğu kıyısında büyük bir gaz hattı anlaşmasını başaran ve Türkiye ile İkinci Mavi Akım ve belki Samsun-Ceyhan üzerinde işbirliği ihtimalini dosyasına alan Rusya'nın bu duruma seyirci kalması mümkün değildir.

3- ABD ile Rusya'nın küresel enerji mücadelesinde sürekli çatışma halinde olmayacağı, paylaşım seçeneğini gündeme alabilecekleri Ankara'nın ihtimalleri arasında olmalıdır. Başbakan'ın 'Ameliyat' ile kast ettiği acaba bu tablo ile mi alakalıdır?

* * * * *

Ermenistan denklemin neresinde?

Irak'ta olup bitenleri, Kürt meselesi dahil, küresel enerji denkleminden ayrı düşünmek ne kadar saflıksa, bu denklemde Ermeni meselesinin yeri olmadığını varsaymak da saflık olur.

Ermenistan bugünkü tutumuyla bölgesel enerji projelerinin dışında kaldı. Azeri petrolü Ermenistan'ın etrafından dolaşarak dünyaya ulaşmaya başladı. Azeri gazını ulaştıran boru hatları da yine Ermenistan'ı dışlıyor. Ulaştırma projeleri de öyle. Etrafı küresel zenginlikten pay aldıkça Ermenistan'ın yoksulluğu ve dışlanmışlığı artıyor; izlediği siyaset ise keskinleşiyor.

Cumhurbaşkanı Gül, Bakü ziyaretinde, Ermenistan'ın işgal ettiği Azeri toprağı Dağlık Karabağ'da çözüm yolu bulması durumunda, bütün bu projelere katılabileceğini söylemişti. Aslında Ermenistan'ın kuşatılmışlığını kırması, bölgesel refah projelerine de can katabilir.

Ama adeta Gül'ün uzattığı eli itmek istercesine, ılımlı sayılan Dışişleri Bakanı Vardan Oskanyan, 21 Aralık'ta parlamentoda yaptığı konuşmayla, Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan'ın şahin çizgisiyle rekabete girdi. Oskanyan, Türkiye'nin 1991'de Ermenistan'ın bağımsızlığını tanırken mevcut sınırlarıyla tanımış olmasını tartışmaya açtı. Böylelikle son zamanlarda diasporanın bazı üyeleri tarafından ortaya atılan soykırım-toprak talebi denklemini hatırlatan tehlikeli bir çıkış yapmış oldu. Bunun izleyecek adımın Irak'ta barınmakta zorlanan PKK yönetiminin İran üzerinden Ermenistan'a geçerek, Dağlık Karabağ'da barınmasına göz yumulması olabileceği dahi güvenlik çevrelerinde konuşuluyor.

Bu çıkışı, Mart 2008'deki cumhurbaşkanlığı seçimiyle dahi açıklamak mümkün değil. Ankara, Ermenistan'daki hareketleri izliyor.

AB yolunda yürürken...

Sami Kohen- Milliyet 22.12.2007

Bayram arifesinde AB'den iki olumlu gelişmenin haberi geldi: Biri Türkiye ile müzakere masasına iki yeni başlığın getirilmesi, diğeri de dönem başkanı olarak Portekiz'in müzakere süreci için daha önce Fransa'nın zirve bildirgesine girmesini önlediği "katılım" terimini resmi belgelerde kullanması ile ilgili.

Bunun anlamı şudur: Kim ne derse desin, AB ile Türkiye arasında, "tam üyelik" yönündeki "katılım müzakereleri" devam ediyor.

Gerçi gündeme getirilen iki başlık (biri "tüketimin ve sağlığın korunması", diğeri de "Trans-Avrupa ulaşım ve enerji ağları" ile ilgili) toplam 35 başlık arasında en az önemli olanlardır. Esas mühim 8 başlık Kıbrıs, 5 başlık da Fransa tarafından "bloke" edilmiş durumda...

Ama buna rağmen, müzakerelerde bir kesinti yok. Bir ara kullanılan deyişiyle tren ilerliyor. Ama tabii çok yavaş...

Yol kazasına dikkat!

Türkiye bu durumu, görüşmelerin askıya alınması ve bağların koparılması seçeneğine tercih ediyor.

Bunun iki nedeni var:

1) Türkiye bir çağdaşlaşma projesi olan Avrupa vizyonunu kaybetmemeli. Müzakere süreci ne şekilde olursa olsun, Avrupa ile dirsek temasını sağlıyor, bu idealin canlı tutulmasına imkân veriyor...

2) Türkiye, bu müzakere sürecine paralel olarak AB kriterleriyle uyum sağlayacak olan bir reform programını hayata geçirmek kararında. Bu reformların gerçekleşmesi, giderek Türkiye'nin AB nezdindeki pozisyonunu ve tam üyelik şanslarını güçlendirecek.

Ankara stratejisini bu yönde sebatla yürütebilirse, bu "ince ve uzun yol"un sonunda -tam üyelik gerçekleşsin veya gerçekleşmesin- gene de kazançlı çıkacaktır.

Bunda önemli olan, bu arada bir yol kazasının olmaması...

Doğu-Batı köprüsü

Türkiye'nin Avrupalı dostlarını ikna etmeye çalışırken, öne sürdüğü argümanlardan biri de Doğu ile Batı arasında bir köprü işlevini görebileceğidir. Bu bağlamda, Başbakan Erdoğan başta olmak üzere, Türk yetkililer "medeniyetler arası yakınlaşma ve uzlaşma" alanında aktif rol oynama çabasındadır.

Bu, Avrupa'da, böyle bir amaca değer veren çevrelerde, Türkiye'ye puan kazandırmaktadır.

Ne var ki, son zamanlarda Türkiye'de Hıristiyan din adamlarına ve ibadet yerlerine karşı girişilen saldırılar bu havayı bozabilecek tepkilere yol açıyor. Nitekim, İzmir'deki son olay Hrant Dink cinayetiyle başlayan olumsuz tepkilere hız vermiş bulunuyor.

Kuşkusuz bu saldırılar bireysel olaylardır ve Türkiye'ye mal edilmemesi gerekir. Ama ne yazık ki, Avrupa kamuoyuna yansıyan görüntü, Türkiye'yi töhmet altında tutmaktadır. Ciddi "Economist" dergisinde konuyla ilgili yazının başlığı ("Bugünkü Türkiye'de Hıristiyanlar Neden Tehdit Altında Hissediyorlar?") bunu açıkça gösteriyor. Yazıda bu tür saldırılarda "derin devlet"in rolünden söz ediliyor; ama sonuçta AKP iktidarının da kendisinden beklenenleri yerine getirmediği öne sürülüyor.

Herkesin görevi

Türkiye'de son zamanlarda sıklaşan bu tür olaylara hükümetin ve ilgili kurumların ciddi olarak eğilmesi ve bunların tekrarını önleyecek tedbirleri alması gerekiyor.

Tarih boyunca farklı dinlere ve kültürlere karşı örnek sayılan bir hoşgörü ve anlayışla yaklaşan Türkiye, milletçe bu konuda bir tavır ortaya koymalıdır. Bunda siyasetçilere olduğu kadar sivil toplum kuruluşlarına ve özellikle eğitimle meşgul olan çevrelere büyük görev düşüyor.

Türkiye, dinler ve medeniyetler arasındaki yakınlaşma ve uzlaşma girişimlerine ve bu konuda Avrupa nezdindeki örnek pozisyonuna gölge düşürülmesine hiçbir şekilde müsaade etmemelidir...

ABD ile gerçekten öpüşüp barıştık mı?

Semih İdiz 22.12.2007 Milliyet

Amerika'yla ilişkilerimiz, "tezkere" olayı sonrasında girdiği inişten sonra, şimdi tekrar çıkışa mı geçiyor? Dış basında, özellikle de Türk-AB ilişkilerindeki belirsizliğin arttığı bir sırada, Ankara-Washington hattının yeniden canlanmakta olduğuna inananların sayısı hiç de az değil.

Bazıları, Amerika'nın Kuzey Irak operasyonuna sağladığı yardım sayesinde iki ülkenin "öpüşüp barıştıklarını" dahi söylüyor. Her iki ülke yönetiminin bu algılamanın yayılmasını isteyecekleri kesin.

İki ülkenin siyasi ve askeri karar vericileri, ilişkiler ne kadar kötü giderse gitsin, Türkiye ile ABD'nin birbirlerine ne kadar bağımlı olduklarını bu süre zarfında daha iyi gördüler.Zaten bir ilişkiyi "stratejik" kılan şey sadece o ilişkinin mükemmel bir uyum içinde yürümesi değildir.

İlişki gelinen en kötü noktada dahi kopmuyorsa bunun mutlaka "stratejik" bir nedeni var demektir. Bunu soğumuş olan fakat ya çocuklar için ya da başka bir ortak çıkar uğruna boşanmayla sonlandırılmayan bir evliliğe benzetmek mümkün.

ABD kendi çıkarını kolluyor

Ancak, Türk-Amerikan ilişkisinde duyulan karşılıklı kuşkuların tümüyle giderildiğini söyleme noktasında da değiliz henüz.

Nitekim, daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, Washington TSK'ya verdiği son destekle ilk etapta kendi çıkarını kolluyor. Bu sayede, Türkiye'nin Kuzey Irak'a "işgal" görüntüsü veren büyük çaplı bir askeri operasyon düzenlemesini önlemeyi umuyor.

Washington, Kuzey Irak'taki PKK sorunu bu yoldan halledilebilirse, Ankara'nın bölge üzerinde askeri ağırlığını hissettirmesine meşru bir olanak veren en önemli faktörün ortadan kalkacağını da biliyor.

Kerkük konusundaki Amerikan görüşü, özellikle de geçen yıl yayımlanan "Baker-Hamilton Raporu"ndan sonra, aslında Ankara'nın görüşünden çok uzak değil. Onun için bu konu daha çok ABD-Kürt ilişkilerini etkileyeceğe benziyor.

Fakat, PKK sorununun hallolmasıyla Washington'dan Türkiye'ye dönük, "Kuzey Irak'taki siyasi oluşumdan uzak dur" uyarılarının artacağı da kesin. Zira, ABD Iraklı Kürtleri de en azından Irak ölçeğinde, "stratejik ortak" olarak görüyor.

Kürtlerin artan bir şekilde ABD himayesine girmelerinin Türk-Amerikan ilişkilerinde sürekli bir gerginlik unsuru yaratması olasılığı bu nedenle oldukça yüksektir.

Kosova örnek olacak

Nitekim, asıl hedefin PKK değil, Iraklı Kürtlerin önünün kesilmesi olması gerektiğini açıkça söyleyen askeri ve sivil yetkililerimizin varlığından bizzat haberdarız.

Ancak, Türkiye'nin tekrar uluslararası yalnızlığa itileceği nokta, bu yoldan ilerlemeye karar verdiği nokta olacaktır.

Unutmamak lazım ki, dünyada şu anda önemli hadiseler yaşanıyor. Kosova'nın kaçınılmaz görünen bağımsızlığı bazı kuralları değiştirecek. Bu elbette KKTC açısından iyi bir emsal olacaktır.

Ancak, Kuzey Iraklı Kürtler için de emsal olacaktır. Eski Yugoslavya'da olduğu gibi, koşulların Iraklı Kürtleri kendi kaderlerini tayin etme noktasına getirmesi halinde, Washington'ın bunun Türkiye tarafından engellenmesine izin vermesini beklemek safdillik olur.

Onun için Türkiye ile Amerika'nın gerçekten "öpüşüp barıştıklarını" görmek daha zaman alabilir.

  İlgili Haberler
  Yorumunuzu Gönderin
Yayın Çizelgesi
Günlük Konuşma
• Ders 45 Kayıt yaptırmak
• Ders 44 Kaybedilen önemli belgeler için bildirimde bulunmak
• Ders 43 Kredi kartı kullanmak
• Ders 42 Havale yapmak
• Ders 41 Ödemek
Diğer>>
Tavsiye Edilen Programlar
• Çin döviz rezervleri ve Amerika
• Amerika'yı "kazanmak" stratejisi
• "Avrupa futbol takımları 18 yaşı altındaki yabancı futbolcuları almamalı"
• Çin Seddi'nde Beşiktaş kutlaması
• "Çıplak ayaklı doktorlar"dan köy hastanelerine
• Makam sanatının "ilkbaharı" için
• Dışlanan rejimlerle ilişkiler...
• An Lee, Booker ödüllüromanını peyaz perdeye aktaracak
• Almanya Badminton Açık Turnuvası'nda en büyük galibiyet Çin takımının
• "Çirkin ördek yavrusundan güzel kuğu"ya dönüşen halterci Chen Xiexia
Diğer>>
china radio international china radio international

© China Radio International.CRI. All Rights Reserved. 16A Shijingshan Road, Beijing, China. 100040