|
|||||||||||||||||||||
|
Semiz idiz-Milliyet-03.12.2007
İslamabad
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün bugün başlayacak olan resmi Pakistan ziyaretini bu ülkedeki dramatik siyasi gelişmelerden soyutlamak mümkün değil. Demokratik baskılar karşısında "sivilleşme" sancıları yaşayan Cumhurbaşkanı Pervez Müşerref bu ziyaret sayesinde kuşkusuz büyük moral bulacaktır.
Zira Gül, askeri üniformasına birkaç gün önce törenle veda etmesinin ardından ağırlayacağı ilk yabancı devlet başkanı olacak. Bu ziyaretin, askeri yönetimden demokrasiye dönmesi için uluslararası baskıların arttığı bir sırada gerçekleşmesi ise kendisini rahatlatacaktır.
İlk konuk Gül
"Sivilleşmesinden" sonra Müşerref'in ağırladığı ilk konuğun "Kardeş Türkiye"den gelmesi de, haliyle, Pakistanlıların dikkatinden kaçmayacaktır. Cumhurbaşkanı Gül'ün bu ziyaretini son derece hassas kılan nokta da budur.
Çünkü Gül'ün, Müşerref'in antidemokratik adımlarını onaylıyormuş gibi bir izlenim yaratması - yarın kimin işbaşına geleceği belli olmayan Pakistan'da özellikle de demokrasi mücadelesi veren kesimlerde, büyük tepki yaratacaktır.
Böyle bir yaklaşım, güçlü demokratik güdüleri olan Cumhurbaşkanı Gül'ü de, haliyle, zorda bırakacaktır. Bu nedenle Gül'ün burada yapacağı şey Pakistanlı muhataplarını iç barış, demokrasi ve istikrar yolunda teşvik etmek olacaktır.
16 Aralık'ta olağanüstü hali kaldıracağını açıklayan Müşerref'in, 8 Ocak için seçimler ilan etmesi ve eski başbakanlardan Benazir Butto ile Navaz Şerif'in ülkeye dönüp seçimlere katılmalarına izin vermesi de Gül'ün işini kolaylaştıracaktır.
Ancak, Pakistan'daki muhalefetin bu adımları yetersiz bulması ve Navaz Şerif ile İmran Han gibi önemli siyasetçilerin, seçimlerin bu nedenle boykot edilmesini istemeleri de kat edilecek daha çok yol olduğunu gösteriyor.
Sorumlu siyaset telkini
Gül'ün amacı tabii ki Pakistan'ın iç işlerine karışmak değil. Ancak bu ülkede cereyan edenler tüm dünyada çok yakından ve kaygıyla izleniyor. Zira Pakistan'daki iç gelişmelerin yankıları, Türkiye'nin de yakından ilgili olduğu, Afganistan ve Irak gibi yerlerde de hissediliyor.
Washington'un, ülkedeki durumu bir an evvel demokratik bir çerçevede istikrara kavuşturması için Müşerref'e yaptığı baskının nedeni de bu. Özetle, Afganistan ve Irak'tan sonra Pakistan'ın da siyasi kaosa sürüklenmesinin köktendinci terörizmi körükleyeceği endişesi bir hayli yaygın.
Onun için, demokrasi yönünde teşvik edici olmanın yanı sıra, Gül, tüm Pakistanlı muhataplarına "sorumlu siyaset" yapmaları yönünde telkinde de bulunacaktır. Bu telkin, demokrasi uğruna yapılacak teşvik girişimi kadar önemli olacaktır. Çünkü Pakistan'ın bize benzeyen bir yanı var.
Siyasetçileri çok kolay bir şekilde, ülkenin genel çıkarlarını, basit çıkarlara dayanan "sen ben" kavgalarına teslim edebiliyorlar. Ancak, Pakistan söz konusu olduğunda bunun sonuçları dünya açısından çok daha tehlikeli olabiliyor.
Cumhurbaşkanı Gül'ün gündeminde tabii ki ikili ilişkiler de var. Bu konuda da kuşkusuz önemli ve güzel şeyler söylenecektir. Ancak bu ziyaretin çok farklı nedenlerden dolayı dikkat çekici olduğu kesin.
ABD bütün krizlerin anasını yaşayacak mı? (1)
Metin Münir Milliyet 05.12.2007
Geçen ağustosta uzun vadeli konut kredilerinde patlak veren kriz Amerika Birleşik Devletleri ekonomisi için büyük bir tehdit halini aldı.
ABD bütün krizlerin anasını yaşayabilir ve global ekonomiyi durgunluğa sürükleyebilir.
Bu yöne işaret eden birçok emare var.
Amerikan ekonomisi yavaşlıyor.
Amerikan finans kurumları devasa zararlar yazıyorlar. Toplam zarar muhtemelen 700 milyar doları bulacak. Kredi darlaştı ve pahalanmaya başladı. Bütün dünyanın tasarruflarını biriktirdiği döviz olan dolar yılbaşından bu yana yüzde 16 değer kaybetti. Kısmen buna bağlı olarak petrol fiyatı varilde 100 dolara dayandı.
Financial Times'ta yayımlanan bir yazısında eski ABD maliye bakanlarından Lawrence Summers, "Gerekli politika değişiklikleri yapılsa bile en büyük olasılık Amerikan ekonomisinin durgunluğa gireceği ve dünyadaki büyümeyi kayda değer bir biçimde yavaşlatacağıdır" dedi. "Ayrıca, bu güne kadar şahit olduğumuz önlemlerden çok daha etkin olanlar alınmazsa, bunun olumsuz etkilerinin önümüzdeki iki yıl ve daha sonra da hissedilmesi riski var."
Fırtına potansiyeli
Durumun kötüleşmeye devam edeceği kesin. Ama nereye kadar?
IMF Başekonomisti Simon Johnson'un deyimiyle, "Eski moda petrol şokunun 2007 modeli bir mali krizle çarpışma olasılığını yaşıyoruz. Bu da 'mükemmel bir fırtına' potansiyeli yaratıyor."
Amerikan ekonomisinin normal yıllık büyüme hızı yüzde 3'tür. Bu yıl büyümenin yüzde 2 olacağı tahmin ediliyor. Gelecek yıl için büyüme tahmini yüzde 2'nin biraz üzeridir. Bu hesaba göre ABD ekonomisi durgunluk evresine girdi bile.
Ama bir süre sonra bu büyüme tahminleri bile iyimser çıkabilir.
Konut piyasasının çöküşü, yüksek benzin fiyatları, bir süre sonra başlaması kaçınılmaz işten çıkarmalar Amerikalıların tüketim iştahını ne kadar kesecek?
Amerikan gayri safi milli hasılasının yüzde 70'inin tüketim harcamaları meydana getiriyor. Bu harcamalarda meydana gelecek büyük bir düşüşle Amerikan ekonomisini büyüme hızı sıfır noktasına kadar inebilir ve, bazı ekonomistlere göre, bu durum yıllarca sürebilir.
Finansal kuruluşlar bu güne kadar 50 milyar dolar civarında zarar açıkladılar. Ama bunun, sonunda çıkacak faturanın küçük bir bölümü olduğuna kuşku yok. Amerikan Merkez Bankası Başkanı Bernanke'nin tahmini, dandik konut kredileriyle ilişkili kayıpların 150 milyar civarında olacağıdır.
Radyoaktif kâğıtlar
Birçok ekonomist bu tahmini çok iyimser buluyor. Bunların hesabına göre, bankalarca securtisation şeklinde paketlenen konut kredilerinin tutarı 900 milyar dolardır. Bunların muhtemelen yüzde 20-25lik bölümüyle ilgili yükümlülükler yerine getirilemeyecek. Eğer bu doğruysa piyasada kimin elinde olduğu belli olmayan 200-250 milyar dolarlık radyoaktif kâğıt var demektir. Bu rakamın 400 milyar dolar olduğunu söyleyenler de var.
Daha konusu pek açılmayan patlamaya hazır bir bomba daha var: 900 milyar dolar civarındaki tüketici kredileri. Bunların bir bölümü de mortgage borçları gibi ödenemeyecek. Ama hangi bölümü, belli değil.
Bankacılık tarihinde eşi görülmemiş bir açgözlülük dönemi yaşayan Amerikan finans kuruluşlarının paketleyip piyasaya sürdükleri başka düşük nitelikli kâğıtlar da var. Örneğin, private equity, yani özel girişimcilerin neredeyse tamamen borçla şirket alıp bir süre sonra satmaları için kullanılan kâğıtların durumunun ne olduğu da meçhul.
Bütün bunların ve halının altına süpürülmüş başka batık kredilerin toplam zararının ne olabileceği bilinmiyor.
ABD bütün krizlerin anasını yaşayacak mı? (2)
Metin Münir Milliyet 06.12.2007
Goldman Sachs Amerikan tüketici kredilerinin geri ödenememesinden bankaların 445 milyar dolar zarar edeceğini tahmin ediyor.
Bu, ağustostan bu yana esmekte olan mortgage fırtınasının neden olduğu zarardan da daha büyüktür. Eğer Goldman Sachs'ın tahmini doğruysa Amerikan finans sektörü en az 700 milyar dolarlık bir kayıp yazmaya doğru yol alıyor demektir.
Ekonomistler bankaların bu kadar büyük bir borç şokunu atlatmasının yıllar sürebileceğini söylüyorlar.
Hepsi bu da değil. Bu hesaba, daralmakta ve pahalanmakta olan bir kredi ortamında reel sektör iflaslarından doğması kaçınılmaz zararlar dahil değildir.
Eğer, birçok analistin tahmin ettiği gibi, büyüme yavaşlarsa, şirket batmalarının başlaması kaçınılmazdır. Bu, bankaların ve diğer finans kurumlarının çekilmez hale gelen kanamasını daha da artıracaktır.
Yukarıda anlatmaya çalıştığım kötümser senaryoyu paylaşmayanlar da var. Bunlara göre Amerikan Merkez Bankası FED ve AB Merkez Bankası devreye girerek krizin bir felakete dönmesini önleyeceklerdir.
Krizzedeler kurtarıcı olabilir
Krizin global ekonominin büyümekte olduğu bir döneme rastlaması da bir şanstır. IMF kalkınmakta olan ekonomilerin bu yıl zengin ülkelerden dört kat daha hızlı büyüyüp yüzde 8'lik bir artış kaydetmesini bekliyor.
Bazı ekonomistlere göre, eskiden krizden krize sürüklenen kalkınmakta olan ülkeler bu defa kurtarıcı rolü oynayabilirler. Kaderleri artık kalkınmış ülkelere bağlı değil. Decouple oldular, yani vagonun lokomotiften çözülmesi gibi birbirlerinden ayrıştılar.
Economist Amerika'nın global ekonomik büyümenin motoru olarak oynadığı rolün abartılı olduğu kanaatinde. Dergiye göre ABD'nin 2000'den bu yana toplam dünya ithalatındaki payı yüzde 19'dan yüzde 14'e düştü. Bu, Amerika'nın eskiden olduğu gibi dünya ekonomisini sürüklemediği anlamına geliyor.
IMF ile borç ilişkisi olan tek ülkenin Türkiye kalmasından da belli olduğu gibi, kalkınmakta ülkelerin artık zengin ülkelerin mali desteğine ihtiyaçları yok.
Kalkınmakta olan ekonomiler, kısmen artmakta olan iç talepleri nedeniyle, daha hızlı büyüyorlar. Bu yıl dünya gayri safi yurt içi hasıla artışının yarısı bu ülkelerin katkısıyla meydana gelecek. Dünya döviz rezervlerinin dörtte üçü bu ülkelerin kasalarında duruyor.
"Geçmişte kalkınmakta olan ülkeler sık sık zengin ülkeler tarafından kurtarılmaya muhtaç oluyorlardı. Bu defa kurtarıcı onlar olabilirler" diyor bir yorumcu.
Bir başka düşünceye göre, kalkınmakta olan ülkelerin kaydedeceği büyüme ABD'de meydana gelen yavaşlamayı tamamen telafi etmeyecek. Gelecek yıl onların da büyüme hızı azalacak. Nitekim Çin, Amerika'nın yavaşlamasının kendi ekonomisini de yavaşlatacağını açıkladı bile.
Bana göre, finans sektörünün hastalığının Amerikan reel sektörüne bulaşmaması imkânsızdır. Sermaye yeterlilikleri darbe yiyen finans kurumları, mali durumu en zayıf olanlardan başlayarak tüketicilere ve şirketlere kredi vermekte daha titiz ve cimri olacaktır. Bu olgu finans sektöründeki krizin reel sektöre bulaşmasına neden olacaktır. Böyle bir durumda hiçbir merkez bankasının müdahalesi fazla para etmez.
Kötümser gözlemciler bu gidişatın Amerika'nın 1930'larda yaşadığına benzer bir çöküntüye dönüşmesinden korkuyorlar.
Ben bunlardan biriyim.
Goldman Sachs International Yönetim Kurulu Başkanı Peter Sutherland'ın dediği gibi: "Dünya tehlikeli bir dönemeçten geçiyor."
Yarın: Krizin Türkiye'ye yansıması ne olabilir?
İran krizinin sonu mu?
Smi Kohen-Milliyet 06.12.2007
HENÜZ geçen ay, Başkan Bush İran krizi nedeniyle "üçüncü dünya savaşı"nın çıkabileceğini söylemişti...
Krizin nedeni, bütün uyarılara rağmen İran'ın nükleer silah programını sürdürmesiydi.
Tabii Bush'un "askeri opsiyon"dan ve hele bir "üçüncü dünya savaşı"ndan söz etmesi, çok ürkütücü idi. Ama çok kimse, "ABD Başkanı'nın bir bildiği olsa gerek" diye düşünüyordu.
Son zamanlarda İran'ın nükleer silah üretimi için gerekli uranyum zenginleştirme programında bir hayli ilerlediğine dair birçok haberler geliyordu.
ABD'nin istihbarat raporları da (iki yıl önceki "Ulusal İstihbarat Tahmini" adlı rapor dahil) bunu doğrular nitelikteydi...
Gelin görün ki, bu "bilgiler" veya iddialar, doğru değilmiş! Yani İran şu sırada bir nükleer bomba üretmeye yönelik bir faaliyette bulunmuyormuş...
Bunu kim söylüyor? ABD'nin önde gelen (CIA başta olmak üzere) 16 istihbarat örgütünün edindiği son bilgilere dayanan yeni "Ulusal İstihbarat Tahmini" (NEI) adlı rapor...
Rapora göre, İran bir ara bir nükleer silah programı üzerinde çalışmış, ancak 2003 yılında, dış baskıların da etkisiyle, bu faaliyeti askıya almıştır. Ancak, rapor İran'ın bu opsiyonu açık tuttuğunu ve niyetlendiği takdirde 2010-15 yılları arasında bir nükleer bomba sahibi olabileceğini de belirtiyor...
Tahran "aklandı"!
ABD istihbarat servislerinin bu tespitleri Washington başta olmak üzere, bütün dünya başkentlerinde siyasal bir deprem yarattı. İran'a karşı yeni yaptırımlardan ve hatta "önleyici saldırı" olasılığından bahsedildiği bir sırada bu rapor, İran'ı temize çıkarıyor.
Kuşkusuz istihbarat raporunun İran'ın 4 yıl kadar önce nükleer silah programını durdurduğu tespitini yapması çok önemli bir olay. Bütün mesele, İran'ın gerçekten bundan tamamen vazgeçip vazgeçmediğidir. İran bu alanda teknolojik yeteneklere sahip olduğunu göstermiştir. Yani ileride, isterse 2003'ten önce başlattığı faaliyete tekrar dönebilir.
Ama İran şu anda böyle bir faaliyet içinde olmayacağına göre, Bush yönetiminin tehditleri, baskıları geçerliğini kaybediyor. ABD Başkanı ve onun gibi düşünenler, bu politikayı şimdi bir "önleyici diplomasi" olarak gerekli görüyorlar. Nitekim Bush basın toplantısında İran tehdidinin hâlâ devam etmekte olduğunu söyledi.
Ancak açıkçası Bush, bu rapordan sonra, inandırıcılığını daha da yitirmiş bulunuyor. Bush Irak savaşını, Saddam'ın kitle imha silahları üretmekte olduğu iddiasıyla başlatmıştı. Bunun doğru olmadığı ve hatta CIA'nın da yanıldığı veya yanılttığı sonradan ortaya çıktı...
Şimdi bu rapor, İran'ın nükleer faaliyeti konusunda daha önceki raporları ve iddiaları yalanlıyor ve sonuçta İran'ı aklamış oluyor.
Washington ne yapacak?
Bu önemli gelişmeden sonra, ABD için İran'a karşı sert politikalar izlemek, ambargolar uygulatmak çok zorlaşacaktır. Washington herhalde bu alanda Güvenlik Konseyi üyelerinden (Rusya ve Çin başta) ve hatta Batılı müttefiklerinden artık pek destek göremeyecektir.
ABD'de Demokratlar, bu rapordan sonra Washington'un mutlaka İran stratejisini yeniden gözden geçirmesi gerektiğine inanıyorlar. Şu sırada konu ABD'de hararetle tartışılıyor. Sonunda ABD İran'a yaklaşır, bir diyalog kurmaya çalışır mı? Daha uzun vadede -Bush sonrasında- bu olabilir. Ama şimdilik kesin görünen şey, İran'a karşı "askeri opsiyon" (ve dolayısıyla "üçüncü dünya savaşı") olasılığının artık bir hayli uzaklaştığıdır.
© China Radio International.CRI. All Rights Reserved. 16A Shijingshan Road, Beijing, China. 100040 |