|
|||||||||||||||||||||
|
Evet... Wangfujing... Türkiye'de, İstanbul Taksim'deki İstiklal Caddesi'ne benzeyen, fakat çok daha renkli, bir yanda Çin'in geleneksel kültürünü yansıtan bir mekân, diğer yanda bu kültürü görmeye, tanımaya gelmiş birçok Avrupalı, yani kültürlerin buluşma noktası denebilecek ilginç bir yer. Neden ilginç? En iyisi gittiğim zamandan bahsederek anlatayım size...
İlk gittiğimde yanımda, benimle birlikte Pekin'de yaşayan iki Türk arkadaşım Melis ve Harun, ve Pekin'e Melis'e eşlik etmek için kısa süreliğine gelmiş olan eşi Kadir vardı. Melis, Kadir ve Harun'dan aslında daha önce bahsetmiştim, Çin'e ilk geldiğim günü anlattığım programı dinleyenler hatırlayacaktır, yurda geldiğim zaman Türkçe olarak ilk duyduğum seslerin sahipleri, odalarına gidip Türkçe konuştuğum insanlar, sonrasında beni ilk defa alışverişe götürenler, akşam da Xinjiang lokantasında yemeğe davet edenler... Evet, Wangfujing'e ilk gidişim de yine aynı kişilerle birlikte oldu. O sıralar Melis ve ben Pekin'de yeniydik, Kadir zaten kısa süre kalıp döndü. O yüzden rehberimiz Harun'du. Harun iki senedir Pekin'de yaşamaktaydı, çok iyi Çincesi vardı, gezilmesi gereken yerleri iyi biliyordu, Melis ile Kadir'in Türkiye'den tanıdığıydı, ben de ilk giden Türkler'den olduğum için sürekli birlikte dolaşıyorduk.
Taksiyle Wangfujing bölgesine gittik. Aslında aynı İstiklal Caddesi gibi Wangfujing de bir caddenin ismi. Fakat yine aynı benzerlikle, yaya caddesi olmuş artık. İki tarafında restoranlar, barlar, alışveriş yerleri, geleneksel Çin eşyaları ve ilginç eşyalar satan yerler var. İlk gittiğimde, yanımdakiler ne düşünmüştü bilmiyorum ama, akşamları İstiklal Caddesi'nde gezmeyi sevdiğim için, burada da muadil bir yer bulmuş olmaktan dolayı mutluydum; fakat bunun yanında, akşamları alacakaranlık olan, özel bir ışıklandırması olmayan İstiklal Caddesi'nin yanında, ışıl ışıl olan bir caddede olmaktan da biraz etkilenmiş, biraz şaşırmıştım.
Neyse yavaş yavaş ilerledik caddede. Porselen hediyelik eşyalar satan bir yere geldik. Pekin'e gelişimin ilk dört-beş günü içindeydi, ama "fiyatı ne kadar" diye sormayı öğrenmiştim. Hemen fiyatını sordum. Küçük, kül tabağı büyüklüğünde, porselen, içinde aynası var. 5 yuan dedi. Yani 1 TL'den daha ucuz. Şaşırdım. Onun maliyeti ne ki 1 TL'ye satıp kâr ediyorlar diye düşündüm. Tabii daha, az sonra yapacağımız pazarlıklardan haberim yoktu o an.
İlerlemeye devam ettik. Sonra çok ilginç bir mağazaya girdik. Mağazanın adını filan hatırlamıyorum, yerini de hatırlamıyorum, yalnızca Wangfujing Caddesi üzerinde olduğunu biliyorum, ama mağaza adeta ilginç icatlar mağazası. Kendime bir tane kızılötesi kalem aldım. "O da ne", değil mi? Görünüşte sıradan bir kalem. Alıyorsunuz yazıyorsunuz, fakat yazmıyor. Yani yazdığı gözükmüyor. Kalemin arka tarafında da küçük mor bir lamba var. Kalemi ters çevirip o mor ışığı yazı yazdığınız yere tuttuğunuz zaman yazıyı görüyorsunuz. Ya da o mor ışığı alıp bir Çin parasının üzerine tuttuğunuz zaman sahte mi değil mi anlıyorsunuz. Böyle ilginç bir kalemi ne kadara mı aldım? 5 yuan. Başka? Bir tane de kibrit gördüm. Çok hoşuma gittiğini görünce Harun bana hediye aldı. O biraz pahalı, 10 yuan. Ne özelliği var? Normal kibrit büyüklüğünde. Görünüş de kibritin aynısı. Kibritin çöpü bir tane. Çevirerek takılıyor kutusuna. İçi gazlı. Her takışınızda çöpü gazın içine batıyor. Ucundaki keçe gazlanıyor. Sonra çıkarıp, kibritin kavına sürtüyorsunuz ve keçe yanıyor. Sonra söndürüp tekrar kutusuna takıyorsunuz ve tekrar yanmaya hazır hale geliyor. İlginç bir buluş. Yani bu mağaza, birine hediyelik bir şey almak istiyorsanız, Türkiye'ye giderken eli boş gitmek istemiyorsanız ama çok para harcamak niyetinde de değilseniz, tam size göre.
O mağazadan da çıktık. Sonra Wangfujing'in en ünlü kısmına geldik. Buranın farklı bir adı var mı bilmiyorum, cadde üzerinde bir ara sokak. Sanırım Pekin'in en "geleneksel" yeri. Geleneksel Çin giysileri bile var. Canınız Hindistan cevizi suyu mu çekti? Hemen deliyorlar bir tane, içine bir kamış koyup veriyorlar size, en taze şekliyle içiyorsunuz. Canınız sihirbazlık gösterisi mi izlemek istedi? Sokak boyunca dolu zaten. Bir bezi elinin içinde yok edenler, zincirleri birbirine geçirenler, ne ararsanız var. Sonra bir köşeyi dönüyorsunuz ve Çinli olmayan birinin en çok şaşıracağı şeyle karşılaşıyorsunuz: Böcek şiş! Evet her türlü böcek şişe geçirilmiş, bizdeki midye tava gibi, istendiği an yağın içine atılıyor, kızartılıyor ve hemen size veriliyor. Bu bir damak tadı, kimisi yer kimisi yemez.
Oradan da ayrıldık. Yine o sokaktayken satılık bir Buddha heykeli gördük. Yaklaşık 35 cm. boyutunda, 300-400 gram ağırlığında. Kadir beğendi, almak istedi, fiyatını sordu. Satan kişi 480 yuan dedi. Yani yaklaşık 90 TL. O fiyatı duyunca Kadir hemen ayrılacak gibi yaptı, satıcı geri çağırdı. Sonra ben başka bir şeye daldım, bir ara Kadir ile satıcının pazarlığını kaçırdım. Neden sonra tekrar geri döndüğümde Kadir almak üzereydi. Şaşırdım, ne kadar indi ki fiyat da almaya niyetleniyor diye. Kadir cebinden 30 yuan çıkardı, verdi, teşekkür etti ve aldı! Ben gözlerime inanamadım. Tamam pazarlık edildiğini biliyordum, ilk geldiğim gün de alışverişte pazarlık etmiştik, 50 dedikleri şeyi 15'e almıştık filan ama, 480 denilip sonra 30'a verilmesi şaşırtmıştı beni. Sonra yine düşündüm, bu koskoca heykelin maliyeti ne kadar ki, 5 YTL'ye satılmasına rağmen kâr ediliyor... Hele ki bir başkası Kadir gibi 10 dakika pazarlık etmeyip de, 480'den örneğin 200'e düşüldüğünde, çok fiyat kırıldığını düşünüp alıyorsa… Adam demek ki fahiş kârlarla satış yapıyor. Ne diyelim, helal olsun.
Sonra gittik bir yerde oturup kahve içtik, biraz sohbet ettik. Ve Wangfujing maceramızı burada noktaladık. Yolda tabii sürekli sohbet halindeydik, kimimiz böceklerden, kimimiz pazarlıktan, kimimiz garip icatlardan bahsediyordu. Gerçekten caddenin İstiklal Caddesi'nden daha eğlenceli, daha canlı, daha ilginç olduğu kesindi. Pekin'de yaşıyorsanız ve henüz gitmediyseniz mutlaka gidin gezin, pişman olmazsınız. Ve tabii önemli bir unsur, inanamayacağınız kadar güvenli. Yazın gece üçte dörtte gittiğinizde, herhangi bir bank üzerinde, çantasını yere koymuş uyuyan genç erkekler ve kızlar görürsünüz. Evet gecenin 4'ünde, sokakta, yanında çantasıyla uyuyan! Ve sabah kalkar, çantasını alır ve gider. İstiklal Caddesi'nde bir kızın gece 4'te cadde üzerinde uyuduğunu ben düşünemiyorum. O yüzden istediğiniz saatte, tek başınıza gidip dolaşabilirsiniz. Ama bence akşam 7-10 saatleri civarında gidin.
Evet değerli izleyiciler Wangfujing maceram böyleydi, ilginç ve güzel, kesinlikle "sıradan" değil. Gelelim konser macerama. Beni konsere davet eden, 21 yaşında, üniversite ikinci sınıf öğrencisi bir kız. Benim klasik müzik ve keman sevdiğimi biliyor, bir keman resitalinin haberini almış, iki tane de bilet almış, beni davet etti. Tabii çok mutlu oldum, Türkiye'deyken haftada iki üç kez konsere giden biriydim, Çin'e geldikten sonra da hiç konsere gitmemiştim; bu ilk olacaktı, kemancıyı tanımıyor olmama rağmen heyecanlı ve mutluydum.
Arkadaş Renmin Üniversitesi'nde okuyordu. Gideceğimiz yerse Pekin Üniversitesi'nin içinde bir yerlerdeydi. Yani bir miktar mesafe vardı. Hadi dedik yürüyelim hava da güzel, sohbet ederiz. Tabii arkadaşın iyi İngilizcesi vardı; yoksa bende daha nerede sohbet edecek kadar Çince! Sohbet ederek yürürken bir kavşağa geldik. Yol bomboş, sağdan da soldan da gelen giden kimse yok, ama kırmızı yanıyor. Birçok insan geçiyor. Ben de yürümek için adım attım, kolumdan tuttu geri çekti. Peki dedim bekledim biraz, sonra yeşil yandı ve geçtik. O an pek üzerinde durmadım, takılmadım. Sonra bir başka yol kavşağına geldik, bu kez trafik yoğundu, o yüzden normal olarak yeşili bekledik. Sonra üçüncü bir kavşak, ışık yine kırmızı, bu kez yine bomboş, ama göz alabildiğine araba yok, sanki trafiğe kapalı yol gibi. Etrafta pek kimse de yoktu. Ben yürüdüm, deminkinden daha sert bir şekilde tuttu çekti beni, bu kez biraz sinirlendim, çektim kolumu yürüdüm. Kös kös peşimden geldi, ters ters yüzüme bakıyor. Dedim ki "abartma; yani araba yok, bisiklet yok, gelen giden kimse yok, beklemek saçma." Bana uzun bir nasihat çekti. Ben iyi bir vatandaşım, herkes senin gibi düşünürse trafik ne olur, başkalarının neden hakkını yiyorsun diyerek... Sözünü kestim, "kimsenin hakkını yemiyorum" dedim. Eğer bir araba geliyor olsa, bisiklet geliyor olsa, benim kırımızı ışıkta geçmemden dolayı fren yapmak ya da yolunu değiştirmek zorunda kalsa haklısın. Ama yok ki kimse, kimin hakkını yiyeyim, orada etrafta hiçbir şey olmadığı halde boş yolda kırmızıda beklemek mantıksız. Neyse sonra ikimiz de yumuşadık, olayı kapattık, zaten gideceğimiz yere de vardık. Gittik baktık, biletler numaralı. Yerimizi bulduk ve oturduk. Konserin başlamasına daha zaman vardı, biraz sohbet ettik. Sonra ışıklar kapanmaya başladı. Konser salonunun yarısından fazlası boş, önümüzdeki 12-13 sıra, bizim hizamızda hemen hemen kimse yok. Işıklar sönmeye başlayınca ben arkadaşa dedim ki, gel öne geçelim. Zaten ışıklar kapanınca birçok kişi arkalardan kalktı, önlere doğru koştu. Türkiye'de de böyledir, konseri önden izlemek isteyenler, ışıklar kapanırken ve daha orkestra veya solist sahneye çıkmamışken hemen koşar, önde kimseyi rahatsız etmeden geçebileceği kolay bir yer bulur, oturur. Burada da aynı şey oldu, fakat arkadaş istemedi. "Niye" dedim, "zaman az, birazdan solist çıkacak." "Yok, burada oturalım" dedi. Ben dedim "burası uzak, solisti göremeyiz." Neyse tartışacak zaman yoktu, bu kez ben tuttum kolundan, gittik en önlerde bir yere oturduk. Konser başladı, güzel eserler çalındı. Sonra ara oldu. Baktım benimle konuşmuyor. Bir iki bir şey söyledim, somurtmuş, başını önüne eğmiş oturuyor. "Ne oldu" dedim; "niye bu sıraya oturduk" dedi. Ben onun buna bozulmuş olduğunu, ya da halen ona takılmış durumda olduğunu düşünmedim bile. Herhalde konseri beğenmedi, sıkıldı diye düşündüm. Sonuçta benim kadar klasik müzik ya da keman seven biri değil. "Ne var" dedim, "işte öne geldik, soliste daha yakınız, daha yakından izliyoruz." "Ama yerler numaralı" dedi. "E, tamam" dedim; "bizim oturduğumuz yerin sahibi gelmedi ki, gelirse kalkar iki yana geçeriz, bütün sıra boş." Sonra beni çok şaşırtan bir cümle söyledi. Dedi ki, "Şu an oturduğumuz yerin fiyatı yüksek, biz düşük fiyatlı yerden aldık, arkada oturmamız gerek, buranın fiyatını ödemedik." Bir an kalakaldım. Evet, dediği doğru tamam da, salon boş. Kimsenin hakkını yemedik, yerin sahibi geldi de bizim yüzümüzden ayakta kalmadı, kaldı ki tek öne geçen biz de değiliz, ışık sönünce en az 40-50 kişi arkalardan önlere koştu, demek ki bu uygulama Türkiye'de olduğu gibi Çin'de de var. "Ne güzel" dedim işte, şansımıza salon boş, ucuz fiyatlı biletle önden izleme şansımız var, salon dolu olsaydı kendi yerimizde oturacaktık. Tekrar nasihat etmeye başladı, ben iyi bir vatandaşım, hakkım olmayan yerde oturuyorum, senin yüzünden öne geçtim yoksa ben yerimde otururdum diye susmak bilmedi. Ben tamam dedim, o kadar meseleyse geri yerimize geçelim, ölmeyiz. Hayır dedi bu kez, bir kere geldik, burada oturalım, belki birileri bizim yerimize oturmuştur, onları rahatsız etmeyelim. Bu kez ben yine sinirlendim, sonrasında da ben konuşmadım. Zaten sonra ara bitti, konser başladı, konser başlayınca ben kavgayı unutup konsere daldım, sonra konser bitti ve çıktık. Ama ikimiz de soğuk ve gergindik. Yine bir boş yolda kırmızı ışığa denk geldik, beni tuttu, ben kolumu çektim yürüdüm, o bekledi. Onun beklediğini görünce ben daha da sinirlendim ve beklemedim, yürümeye devam ettim. 3-4 dakika benim metrelerce arkamdan geldi, sonra hızlandı ve yetişti bana, "Nereye gidiyorsun" dedi. Ben de "Bir yere gitmiyorum, yalnızca yürüyorum" dedim. Sonrasında şans eseri başka kırmızı ışığa denk gelmedik de yeni bir tartışma yaşamadık, barıştık ve onu okuluna bıraktım, sonra ben geri döndüm. Sonra düşündüm. Evet kız dediklerinde haklı, ben yanlış mı yaptım? Tamam yeşil ışığı beklemek doğru normal olarak, ama göz alabildiğine boşsa yol, tüm beklediğim süre içinde bir tane araba bile geçmeyecek kadar boşsa, yine de beklemek mi gerek? Ya da kimsenin hakkını yememiş de olsak, konser salonunda öne geçip oturmak haksızlık mı? Sonra dedim ki birkaç Çinliye daha sorayım ve sordum. Cevap verirken benden çekindiler biraz, ben rahat olmalarını, kızmayacağımı söyleyince "evet, o haklı" dediler. Böylece bu bana bir ders oldu. İlginç ve biraz da kötü bir ders. Sonuçta konser nedeniyle çok mutluydum, ve bu mutluluğun tüm akşam sürmesini tercih ederdim; ama bu iki neden yüzünden kavganın eşiğinden dönmüştük. Ama demek ki Çinliler'in geneli böyle düşünüyordu ki sorduğum birkaç Çinli arkadaş da ona hak vermişti. Sonrasında ben bunu şu şekilde yorumladım: "fazla dürüst". Daha sonraki buluşmalarımızda sorun yaşamadık, o bana alışmış, ben de ona alışmıştım, ama her zaman da lafı geçti. Eğer yol boşsa ve kırmızı yanıyorsa beni çekmedi, o da yürüdü, ama mutlaka "Bak yine senin yüzünden yanlış bir şey yapıyorum" diyerek yürüdü. Eğer çok uzakta da olsa bir araba görünüyorsa, bazen de ben bekledim, ben de "Bak boş yere bekliyoruz" diyerek bekledim. Ama bir daha hiç konsere gitmedik, çünkü konser benim ödün verebileceğim, o kadar "dürüst" olabileceğim bir yer değil! Konserde benim için önden izlemek her zaman önemli. Türkiye'de özellikle öğrenciler her zaman bunu yapar, ben de yıllardır alışığım, en arkadan en ucuz biletten alır, sonra oturmadan ayakta bekler, ışıklar sönünce de en önlerde boş kalmış bir yere otururum. Bence bunda ters bir şey yok, eğer konserin ikinci yarısı yerin sahibi gelirse kalkar ya başka bir boş yere, hiç yoksa da kendi yerime geçer, yok gelen olmazsa da devam ederim oturmaya. Bunun "yanlış" bir davranış olduğunu asla düşünmedim, halen de düşünmüyorum, ama yine de içten içe, derinden, arkadaşımın ve de onu destekleyen diğer arkadaşlarımın düşüncelerini de takdir ettim, halen de ediyorum ve ilk zamanlardakine göre daha fazla saygı ve anlayış gösteriyorum. Demek ki onların mantığı böyle. Yol boş da olsa kırmızıda geçmeyi "kötü vatandaşlık" olarak niteliyorlar. Bunun benzeri bir davranışı taksilerde çok yaşadım. Bir örnek vereyim, çok başıma geldi. Pekin'in yollarında dönüş şeritleri ayrıdır. Eğer sola dönecekse, birkaç yüz metre önceden en sol şeride geçer. Doğru gidecekse ortadan gider. Sağa dönecekse ya dönüş cebine girer ya da sağ şeritten gider. Işıklara geldiği zaman hangi şeritteyse o şeridin konumuna göre hareket eder. Başıma gelen olay ise şöyle: Yolun sağında ışıkların hemen berisinde durmuş bekleyen bir taksi görüyorum. Yol boş. Arkadan gelen giden yok. Biniyorum, "doğru gidelim" diyorum, "olmaz şu an sağ dönüş şeridindeyim" diyor. Diyorum ki, "Arkada araba yok, sağa dönen başka kimse de yok, etrafta polis de yok, yapacağın sola sinyal verip doğru gitmek!". "Hayır" diyor, "eğer sağa döneceksek gidelim, yoksa olmaz." E benim yolum da sağa değil doğru, bindikten yarım dakika sonra iniyorum tekrar. Evet kurallarına bu kadar sıkı bağlı Çinliler. Çinliler demeyeyim, Pekin'de bu böyle, başka şehirlerde böyle değil, ama bu başka bir programın konusu. Sanırım süremizin sonuna geldik, hatta belki de aştık bile...
Çincesini öğreneceğimiz kelimelerle programımızı noktalayalım. Trafik ışıkları nasıl deniyor? Üç kelimeden oluşuyor. "Hong" ikinci ton, kırmızı demek. "Lü" dördüncü ton, yeşil demek. "Deng" birinci ton, ışık demek. Yani, "kırmızı yeşil ışık" demiş oluyoruz. "Hong lü deng". "Hong lü deng".
Konser nasıl denir? Bu da üç heceden oluşuyor. "Yin" birinci ton, "yue" dördüncü ton". "yin yue" müzik demek. "Hui" dördüncü ton, toplantı, etkinlik anlamına geliyor. "Yin yue hui". "Yin yue hui".
© China Radio International.CRI. All Rights Reserved. 16A Shijingshan Road, Beijing, China. 100040 |