|
|||||||||||||||||||||
|
Herkesin hayatında dönüm noktaları vardır. Bir kırılma yahut... veya bir köklü değişim... Tanımı her ne olursa olsun, hayatımızın akışını etkileyen kararlar, olaylar, eylemler, kendi irademizin etkisinde ya da dışında gerçekleşse dahi, beynimizin kimyasına karışarak bizi biz yapan deneyimler olarak, hayatımız boyunca unutamayacağımız anılara dönüşürler.
Hepimiz zaman zaman geçmişimizde kısa gezintilere çıkarız. Bu gezintilerimiz sırasında, bizi üzerinde tekrar düşünmeye yönlendiren anılardan, naif bir tebessüme zorlayan anılara; yüreğimizi cızlatan anılardan, şaşkına çeviren anılara kadar bir dizi anıyla karşılaşmamız kaçınılmazdır. Nereden, nereye diye geçiririz içimizden. Kimler kimler gelmezki aklımıza... merak ederiz onları, acaba şimdi neredeler ve ne yapıyorlar diye.
İşte ben de günlerden bir gün, çıktım geçmişimde bir gezintiye. Fazla da uzaklaşmadan, vardım Çin'e geldiğim ilk günlere...
Havaalanından çıkıp, ayağımı Beijing asfaltlarına ilk defa bastığım günden bugüne, tamı tamına on dört ay su misali aktı geçti. Az buz bir zaman değil, aslında çok uzun bir zaman da değil. Zamanın göreceliği nedeniyle, kısa mı uzun mu karar vermek biraz zor dahi olsa, Çin'de bulunma amacımı, yani Çince öğrenimimi dikkate aldığımızda uzun değil; evimden yurdumdan uzaklarda geçirdiğim bir on dört aydan bahsedince uzun; Çin'in beş bin yıllık tarihiyle kıyaslayınca devede kulak; yaşımı dikkate alınca ihmal edilemeyecek kadar çok...
O zamanlar tamı tamına bir yabancıydım. Şimdilerdeyse çok büyük bir yabancılık çekmiyorum. Gerçi Çinlilerin meraklı bakışlarından hala kurtulabilmiş değilsem de, hoş kurtulmanın ihtimaline de inanmıyorum ya, kendimi oldukça buralı hissetmeye başladığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Bunun en önemli nedeninin, Çince seviyemin günden güne yükselmesi olduğunu düşünüyorum. Kuşkusuz bunun yanında, Çinli arkadaşlarımın etkisini, radyomuz aracılığıyla çalışma hayatıyla tanışmamı, günlük hayata daha fazla nüfuz ediyor olmamı, her şeyden de önemlisi Çinlilerin yabancılara karşı takındıkları olumlu ve kabulkar yaklaşımlarını sayabilirim. Çinlilerin yabancılara karşı takındıkları bu olumlu tavırların altında, onların yabancılara duydukları hayranlığın ötesinde bir şeyler olduğunu hissediyorum öteden beri. Belki de, farklı kültürlere, yaşayışlara ve anlayışlara karşı geliştirdikleri derin saygının bir ifadesidir. Gerçektende elli altı milliyetin, yani elli altı kültürün bir arada uyum içinde yaşadığı, engin bir coğrafyadan bahsediyoruz. Bundan daha iyi bir kanıt olabilir mi!
Beijing'e geldiğim ilk günden beri, zorlanacağımı düşündüğüm hatta kendi başıma altından kalkamayacağımı hissettiğim pek çok işi, fazla zorlanmadan nasıl kotarabildiğime hala şaşarım. Şimdi küçük bir anımı sizlerle paylaşarak ne demek istediğimi daha iyi anlatabileceğimi umuyorum.
Beijing'e geleli yaklaşık bir hafta olmuştu. Epey sıkıntılı geçirdiğim o bir haftanın ardından, kayıt günü geldi çattı. Hem heyecanlıyım, hem kaygılı. Dolar bozdurmak için gittiğim bir kaç bankayı saymazsak, ilk defa bir kurumla resmi işlemler gerçekleştirecektim. Kayıt yaptıracağım o gün, pek çok olumsuzluğu bir arada yaşadım. Bana yardımcı olabilecek hiç bir arkadaşım yanımda değildi o gün, gerekli olan harcı nakit olarak yanımda getirmemiştim ve bankamatikten parça parça çekerek bir kaç gün içinde denkleştirme ihtimalim de yoktu. Üstüne üstlük İngilizce düzeyim kayıt işlemlerimi halletmeme yardımcı olacak düzeyde değildi. Yanımda sadece kaydımda bana yardımcı olacak bir cep telefonu ve bir kredi kartı vardı.
Öncelikle harcımı ödemem gerekiyordu, bunun için tek bir yol vardı, kredi kartıyla ödeme yapmak. Ama iş bu ya, harcımı karşılayacak mebla, mevduat hesabımdaydı. Mevduat hesabımdaki bu meblanın, kredi kartı hesabıma aktarılması için öğleden sonra iki sularına kadar beklemem gerekiyordu. Çünkü Çin tam beş saat ilerdeydi Türkiye'den. Sevgili annemin büyük desteğiyle, bir kaç telefon trafiği sonucunda bu krizi gecikmeden çözdüm. Sıra, kredi kartımla ödemeyi yapacağım bankayı bulmaya gelmişti. Türklerin kayıt işlemleriyle ilgilenen birime gittim ve derdimi anlatmaya soyundum. İlk önce Çince konuşarak yardımcı olmaya çalıştılar, olmadı; İngilizceye başvurdular o da olmadı; ardından el hareketlerine geçtiler, bu sefer de yönler karışınca uzun bir sessizlik hakim oldu, onlarca yabancı öğrencinin kayıt yaptırmak için doldurduğu salona, ya da bana öyle geldi. Bu sessizliğin ne kadar sürmüş olabileceğini bilmiyorum ama, kendini yere atarak avazı çıktığı kadar ağlamaya başlayan bir yabancı öğrencinin feryatlarıyla bölündüğünü çok iyi hatırlıyorum. Salonda, öğretmenler de dahil herkes işini gücünü bıraktı yerlerde debelenen bu öğrenci adayını izlemeye başladı, tabi ben de dahil. Çok şanslıyım, bu öğrenci adayının sayesinde başvuracağım en son seceneği elemiş oldum, çünkü onun bu davranışının hiç bir yarar sağlamadığına tanıklık etmiştim. Bu eşine az rastlanır olayın ardından, herkesin kendi işine dönmesiden kısa bir süre sonra, aklıma parlak bir fikir geldi. Türkiye'deyken tanıştığım değerli Çinli dostum Nisan'ı neden aramıyordum ki! Biliyordum, işleri başından aşkındı ama yine de bana yardımcı olacağından adım gibi emindim. Vakit kaybetmeden aradım onu. Durumu hemen anlattım ve telefonumu görevliye uzattım. Telefonu bir kaç kere görevliyle paslaştıktan sonra bankanın yerini öğrenmiştim. Salondakilerin şaşkın bakışları arasında süratla salondan çıktım, bankaya vardım. Bankada yine küçük bir karmaşayla karşılaşınca aynı yönteme tekrar başvurarak durumu kurtardım. Ve kaydımı bir kaç kere daha bu yönteme başvurarak, o gün içinde tamamlamayı başardım. Mutlu ve huzurluydum. Biraz telaş koşuşturma derken, gözümde çok büyüttüğüm ve o zaman için karmaşık görünen tüm işlemleri, kendi başıma halletmiştim, yani bir cep telefonu kadar yakın olan dostum Nisan'la beraber halletmiştik.
Nisan'ı size daha önceki programlarımızın birinde tanıtmıştım. Hani, Beijing'e vardığımda havaalanında beni karşılayan, kendi okulunun yurduna yerleştiren, daha sonra öğrenim göreceğim okulumun yurduna taşınmama yardımcı olan, kayıt sırasında çalıştığı için yanımda olamasa da, akıcı Türkçesi ve zekasıyla mobil desteğini esirgemeyerek kayıt işlemlerimin tamamlanmasına yardımcı olan, ayrıca Beijing'de ilk görülmesi gereken mekanlara beni götürerek, deyim yerindeyse tüm kahrımı çeken o vefalı, hayat dolu Çinli dostum Nisan. Onun asıl ismi Ning Ying Chun.
Ning, onun soyadı. Çinliler soyadlarını bizim kullandığımızın aksine isimlerinin başına getirirler. Ying Chun, onun ismi. Ying, karşılamak anlamına; Chun, ise ilkbahar anlamına karşılık geliyor. Yani birleştirdiğimizde, ilkbaharı karşılamak ya da ilkbaharı karşılayan anlamlarını çıkarabiliriz. Onun isminin bu güzel anlamı düşünüldüğünde, Beijing Yabancı Diller Üniversitesinde Türkçe öğrenim görmeye başladığı sırada öğretmeni Cem Aygün tarafından ona bahşedilen Nisan isminin ne kadar isabetli olduğu anlaşılır.
Sert sonbahar aylarını yaşadığımız şu günlerde, Nisan'dan bahsetmek, ilkbaharı hatırlamak umarım biraz olsun içinizi ısıtmıştır.
Beijing'de sonbahar güzeldir. Kızıl yaprakların dalları doldurmaya başlayacağı günler yakın.
Çin'de güzel bir söz vardır : Yanı başınızdaki dostunuz, uzaktaki akrabanızdan daha yakındır size.
Ulaş Özer
© China Radio International.CRI. All Rights Reserved. 16A Shijingshan Road, Beijing, China. 100040 |