Merhaba sayın izleyiciler. Bugün sizlere Pekin'de yaşadığım en zor dönemlerden birini anlatmak istiyorum.
Pekin'de bir yıl içinde dört mevsim yaşanmaz. Üç mevsim yaşanır diyebiliriz. Hatta üçüncü mevsimin süresini gözönüne alırsanız, iki buçuk mevsim bile denebilir. Gayet sıcak ve rutubetli olan bir yazı ve gayet soğuk ve kuru olan bir kışı vardır. Yazı da kışı da üç aydan uzun sürer. Yazdan kışa, kıştan yaza geçişler ise, olması gerekenden daha hızlı ve deyim yerindeyse "hiç çaktırmadan" olur. Bir zaman tişörtle dışarı çıkarsınız, bundan iki hafta sonra akşamları kazak giyme ihtiyacı hissedersiniz, bundan iki hafta sonra gündüzleri de kazak giymeniz gerekir, bundan iki hafta sonra da artık paltoya geçme ihtiyacı hissedersiniz. Tabii mevsim geçişleri, hastalıktan korunmak için en zor zamanlardır. Hasta olmadan atlatabilmeniz, sizin kendinize ne ölçüde iyi baktığınızdan çok şansa bağlıdır; çünkü birçok zaman ya çalıştığınız yerde, ya sınıfınızda, hiçbiri olmasa bile otobüste ya da metroda yanınızda oturan, karşınızda ayakta duran birçok kişi hastadır ve sık sık öksürüp hapşırır. Böyle bir ortamda hastalığı kapmamak gerçekten şanstır.
Ben ilk geldiğim sene boyunca sadece bir kere hasta oldum, ateşim bir ara 40 dereceye yaklaştıysa da Türkiye'de sık kullandığım için yanımda olan ve hemen aldığım ilaçlar etki gösterdi ve birkaç saat içinde 38 derecenin altına indi, hastalık da 4-5 günde geçti. Fakat Pekin'de kalış sürem uzadıkça, hasta olma periyotlarım kısaldı, hastalık süreleri ise uzadı. Bunların sonuncusu, yaklaşık iki ay önce kadar yakalandığım ve bana hayatımda birçok ilki yaşatan ağır grip oldu, ya da virüsün adı her neyse.
Gün içinde arkadaşımla yaptığım alışverişlerden sonra, eşyaları bırakmak üzere eve geldim, sonra çıkıp pizza yemeğe gidecektik. Çok iyi hissetmediğimi söyledim ve planı iptal ettim. Ateşime baktım, 37.5 dereceydi, benim vücut ısım normalde yüksektir, o yüzden bu çok yüksek sayılmaz. Yine de ateşimi düşürmek için her zaman yaptıklarımı yaptım, fakat bu kez işe yaramadı. Yatacağım zaman ateşim 38.5, ertesi sabah kalktığımda ise 39.5 olmuştu. Yine de paniklemedim çünkü ilk değildi. Hastalandığım her zaman kullandığım ve ikinci günün sonunda mutlaka hastalığın iyiye doğru gidiş belirtileri göstermesini sağlayan antibiyotiği, vitamini ve daha önce hafif kırıklık hissettiğim zamanlarda Çinli arkadaşımın önerisi ile kullandığım ve işe yarayan ilaçları hemen kullanmaya başladım. Bir kutu antibiyotik üçüncü günün sonunda bittiği zaman ateşim halen 39.5 sevilerindeydi ve vücudum tamamen harap durumdaydı, kalkıp tuvalete gitmek bile işkenceydi, ağzımın içi yaralarla doluydu ve su içerken bile gözlerimi yaşartacak kadar yanıyordu, ezilmiş patates ve ılık çorba hariç hiçbir şey yiyemiyordum, başım migren nöbeti geçiriyormuş gibi ağrıyordu, sesim telefonda tanınmaz hale gelmişti, boğazım dışarıdan fark edilecek kadar şişti, üç günden uzun süredir ateşim 39'un altına inmemişti ve bu sürede ve bu sıcaklıkta organlarım zarar görebilirdi, artık endişelenmeye başlamıştım. Hayatımın son 15 yılında, bir belge için gereken sağlık raporunu alma amacı haricinde hiç doktor ya da hastaneye gitmemiştim, böyle bir tecrübem ve alışkanlığım yoktu. Çinliler ise bunun tam tersi, hafif bir nezle olsa hemen hastaneye giderler, baş ağrıları ikinci gün geçmese hemen hastaneye giderler, mideleri ağrısa hemen hastaneye giderler. Bütün Çinliler böyle mi bilmiyorum ama benim arkadaşlarımın hepsi böyle. Hastalığımın durumunu bilen arkadaşım da beni hastaneye gitmeye ikna etti; ben de doktorun benim yaptıklarımdan daha farklı şeyler yapacağını umarak hastaneye gittim.
Türkiye'de, ziyaret ya da eşlik amacıyla gittiğim hastanelerde en sevmediğim durum, hastanenin içinin son derece soğuk olmasıdır, öyle ki sanki oraya hasta giden bir insan üşüyüp daha da hastalanacak hissine kapılırsınız. Bundan korkarak gittiğim ilk Çin hastanesinde bunun tam tersini görünce biraz moralim düzeldi, içerisi gayet ılıktı. Türkiye'de muayeneden sonra kan testi uygulaması var mı, hastane tecrübem olmadığı için hiç bilmiyorum ama hiç rastlamadım, burada ise doktor birkaç soru sorup, kalbimi dinleyip, boğazıma bakıp ateşimi ölçtükten sonra hemen "kan testi" dedi. Ben ilk başta acaba "aslında çok da gerekli değil ama para almak için mi yapıyor" diye düşündüm, ama sesimi çıkarmadım. Kan testi de o kadar çabuk ve o kadar pratik ki… Parmağınızı küçük bir şeyle kanatıp, kanı ince bir tüpün içine çekiyorlar ve bir cihaza koyuyorlar, dört dakikada sonuç çıkıyor ve fiyatı 15 yuan, yani yaklaşık 3.5 lira. Sonucu doktora götürdüğümde adamın yüzü biraz ekşidi, durumun ciddi olduğu belliydi, zaten bunu gizlemedi de. Şu şekilde açıkladı: "Durum biraz ciddi. Soluk borusunun üst kısmı ağır şekilde iltihaplanmış, oradan bütün vücuda ağır şekilde virüs yayılmış. Bunun nedeni hastalık taşıyan insanlarla aynı ortamda bulunmak ve aynı havayı uzun süre solumak veya yediğin bir şey olabilir". Ben uzunca bir süredir yeni ve bilmediğim bir yerden bir şey yememiştim, o halde hastalığın nedeni hasta başka insanlarla aynı ortamda bulunmak olmalıydı. Bunları söyledikten sonra doktor son olarak, "serum yapacağız" dedi. Birçok insan bunu duyduğunda panikler, korkar, bense son derece mutlu oldum. Eğer adam bana reçete yazıp "bu ilaçları al" deseydi ümitsizliğim devam edecekti; çünkü ben ilaçla geçmeyeceğinden neredeyse emindim, fakat doktor da bunu görmüş ki serum dedi, ben serumu duyunca ümitlendim, çünkü ilaçtan daha farklı, güçlüydü.
Serum eğer bir ya da iki tüpse, yani süre çok uzun değilse, çok rahat koltukların bulunduğu bir serum odası var, oraya alıyorlar, bir taraftan serum takıyorlar, bir taraftan televizyon izliyorsunuz ve çay servisi var. Hemşireler sürekli etrafta dolaşıyor, en ufak bir problemde, acıda, ya da serumun yakması durumunda hemen gelip müdahale ediyorlar. Ayrıca oda son derece temiz. Serum süresinin uzun olması durumunda ise, tercihinize göre üst katta, klimalı sıcacık bir odada size yatak veriyorlar, ama ücretli. Orada da hemşire sık sık gelip kontrol ediyor. Ben yatağı seçtim çünkü doktor serum süresinin yaklaşık 2.5 saat olacağını söylemişti.
Toplam dört günlük serum yazılmıştı. İlk akşam eve gittiğimde ateşimin 37.5 olduğunu görünce keyfim bir hayli yerine gelmişti, gerçekten işe yaramıştı. Dört günün sonunda, toplam 12 tüp serumdan sonra artık çok daha iyi hissediyordum, ateşim normaldi. Bir kan testi daha yapıldı, doktor "halen virüs tam yok olmamış, istersen ilaç yazayım onları kullan, istersen de seruma sonuna kadar devam edelim" dedi. Bense serumu sevmiştim, hiç tereddütsüz serumu seçtim, ve toplam dokuz günde 19 tüp serumdan sonra hastalığım tamamen geçti.
Hastaneye akşam gitmiş olmamdan dolayı mıdır, yoksa hastanenin bulunduğu çevrenin nüfus yoğunluğu çok yüksek olmayan bir yer olmasından dolayı mıdır bilmiyorum ama hastaneye hiçbir gidişimde sıra yoktu. İlk gidişte kayıt oluyorsunuz ve size bir defter veriyorlar. O defter sizin o hastanedeki sağlık karneniz oluyor. Doktorun yanına her gidişinizde, ateşinizi, boğazınızın durumunu, kan testi sonuçlarını, vermiş olduğu ilaç ya da serumları o deftere yazıyor, böylece bir sonraki gidişinizde başka bir doktora da denk gelseniz, oraya bakıp sizin durumunuz hakkında size hiçbir şey sormadan bile ayrıntılı bilgi sahibi olup gerekeni yapabiliyor. Hastanenin içinde kendi eczanesi de var. Büyük olasılıkla dışarıdaki eczanelerden biraz daha pahalıdır ama doktorun yazdığı serumu ya da ilacı almak için sizi akşamın karanlığında ve kışın soğuğunda hasta hasta gidip eczane arama derdinden kurtarıyor, hiç dışarı çıkmadan serumunuzu alıp serum odasına gidip taktırabiliyorsunuz. Serumlar biraz pahalı ama sanırım bu normal. Ben 19 tüp serum, ayrıca takviye olarak yazılan ve evde kullanmaya devam ettiğim ve her biri ikişer kutu olarak yazılan beş farklı ilaç, kan testleri, muayene ücretleri, yatak ücretleri vs her şey dahil toplam yaklaşık 1800 yuan, yani yaklaşık 360 lira para harcadım. Sonra arkadaşıma sordum "burası özel hastane mi devlet hastanesi mi" diye. Devlet hastanesiymiş. Bunu öğrenince takdir etmemek elde değil, Türkiye'deki devlet hastanelerinin durumunu herkes az çok bilir, formaliteleri halledene ve sırası gelene kadar insan mutlaka daha fazla hasta olur. Özel hastanede ise, en son 2006 yılında bir arkadaşıma refakat etmek için gittiğimde 90 lira bir kerelik muayene ücreti almışlardı. Burada ise muayene ücreti 7 yuan, yani yaklaşık 1.5 lira. Fakat ilaçlar ve serumlar Çin ölçeğinde pahalı, benim hastaneyle ilgili olarak harcadığım 1800 yuan birçok Çinlinin bir aylık maaşı, belki daha da fazla. Arkadaşıma sordum, "Çinli de olsa aynı parayı mı ödeyecekti" diye. Bana açıklama yaptı. Özetle, eğer öğrenciyseniz okulunuzdan, herhangi bir yerde çalışıyorsanız işyerinizden size, bizdeki sağlık karnesi ya da SKK veya Bağ-Kur kartına benzer bir küçük defter veriyorlarmış. O defterle, devlet hastanelerindeki muayenelerin, tetkiklerin, testlerin ve büyük operasyon ve ameliyatların çok büyük bir yüzdesini devlet veya çalıştığınız yer karşılıyormuş. İlaç almak için de, anlaşmalı eczanelere gitmeniz gerekiyormuş, o eczanelerde de aynı ilacı çok daha ucuza alıyormuşsunuz. Bu defter her eczanede geçmiyormuş. Ayrıca eğer okulunuz bitmişse fakat çalışmıyorsanız da, ilgili kuruma başvuru yapıp sembolik bir ücret ödeyerek bu defteri kendiniz de alabiliyormuşsunuz. İşe başladığınız zaman işyeri bunu değiştiriyor, tekrar işsiz kalırsanız da size geri veriyor. Yani dedi arkadaşım, öğrenci olmasan da, çalışıyor olmasan da bu defteri almak kolay ve ucuz, ama eğer inat edip de almazsa, o zaman Çinli de olsa seninle aynı parayı ödeyecekti ve ardından güldü.
Evet sayın dinleyiciler, hayatım boyunca geçirdiğim en ağır grip ve hayatımda kendim için gittiğim ilk hastane tecrübem, ayrıca Çin'deki ilk hastane tecrübem bu şekildeydi. Şunu söyleyebilirim ki, bundan sonra hasta olduğumda eğer 24 saatin sonunda düzelme yoksa hemen hastaneye giderim, çünkü hem rahatsız edecek hiçbir şey yok, hem de gerçekten işe yarıyor. Şimdi, program içinde geçen bazı kelimelerin Çincelerini öğrenelim ve programı noktalayalım. Hastane demek için yi(1) yuan(4) diyoruz. Doktor demek için yi(1) sheng(1), hemşire demek için hu(4) shi(5) diyoruz. Gırtlak demenin iki yolu var, biri tıp dilindeki teknik terim, biri de konuşma dilinde kullanılan terim. Biz konuşma dilindekini öğrenelim, sang(3) zi(5). Serum yemek, serum takılmak demek için de üç seçenek var, biri tıp dilindeki teknik terim, diğer ikisi de az ve sık kullanılan konuşma dillerindeki terimler, en sık kullanılanı shu(1) ye(4).
Bir sonraki programda yeniden görüşünceye dek hepiniz sağlıcakla kalın sevgili dinleyiciler.