Çin'in güneyinde bir tatil – 2

    2008-12-03 17:21:09                cri

    Geçen hafta Sanya şehrine gelişimi ve ilk akşamımı anlatmıştım. İlk akşam, ertesi günü uyuyarak geçirmek istemediğim için erkenden yatmıştım. Ama yine de ikinci gün kalktığımda saat 12 olmuştu, ve 38 yuan vererek fişini aldığım kahvaltıyı kaçırmıştım. Türkiye'de bir otelde tek geceden daha uzun kalıyorsanız normalde oda fiyatına kahvaltı dahildir, fakat Sanya'daki hemen hemen tüm otellerde, eğer internet üzerinden rezervasyon yapıp, "en az 7 gün kalın, kahvaltınız ücretsiz olsun" gibi bir promosyon hakkı kazanmadıysanız, kahvaltı ücretini ayrıca ödüyorsunuz. Benim kalış sürem bu kadar olmadığı için de kahvaltım ücretliydi. Neyse, hemen hazırlanıp çıktım ve gündüz gözüyle etrafı gezmeye başladım.

    Sanya, tam olarak Akdeniz'de bir sahil kasabasını andırıyordu. Üstü çıplak gezen bronz tenli erkekler, mayo veya bikiniyle alışveriş yapan, restoranlarda yemek yiyen güneş gözlüklü bayanlar, sokaklarda hurma ve muz gibi sıcak iklim meyveleri satan seyyar satıcılar, palmiye ağaçları, deniz ve yosun kokusu, birçok turist, yolun kenarındaki küçük dükkânlarda birbirleriyle büyük bir rekabet içinde oldukları ilk bakışta anlaşılan satıcıların, size satabilmek için ayağınıza kadar gelip sizi ikna etmeye çalıştıkları deniz topları, can simitleri, deniz gözlükleri, havlular, hasır şapkalar… Hepsi bana Alanya, Anamur, Silifke gibi sahil kasabalarını çağrıştırıyordu.

    Bu kente ilişkin bir sürü şey görmüştüm fakat halen denizi ve kumsalı görmemiştim. Otelden çıkarken bana, yönünü göstererek "300 metre" demişlerdi, bense kumsalı ve denizi görmek için sabırsızlanıyor, sanki yürüdüğüm mesafe 1 km'yi geçmiş gibi hissediyordum. Bir de sorum üzerine oteldeki görevli, "Burada deniz suyu sıcaklığı yaklaşık 22-23 ºC" demişti, bu da beni korkutmuştu, Akdeniz'de yazın bu zamanlarında deniz suyu 28-29 ºC olurdu ve ta Pekin'den sırf denize girmek hayaliyle geldiğim, Pekin'e olan mesafesi İstanbul – Diyarbakır mesafesinin iki katı olan bu şehirde soğuktan denize girememe olasılığı beni telaşlandırmıştı. Bu düşünceler içinde etrafıma bakınarak dalgın dalgın yürürken, sonunda kumsal ve deniz aniden karşıma çıktı. Yan yana dizilmiş onlarca şezlong ve şemsiye, denize giren, kumsalda güneşlenen, yaşı 5 ile 75 arasında değişen yüzlerce insan, ve masmavi bir deniz. Denizin üzerinde sürat motorlarının çektiği 4-5 tane muz, birkaç tane tekne, sırtında tüpleri ve kıyafetleriyle ya dalmaya giden ya da dalmadan yeni gelen birkaç kişinin olduğu bir tekne, oradan oraya gezen birkaç tane jet-ski… Yani tam anlamıyla aradığım tatil mekânı!

    Saat öğlen 1 civarı olduğu için ve bu saatte denize girip fazla yanmaktan korktuğum için denize girecek kıyafetle gelmemiştim, esas amacım etrafı biraz dolaşmak ve keşfetmekti. O yüzden boş şezlonglardan birinin üzerine oturup aniden karşıma çıkan ve 1 sene önce Türkiye'ye gidişimden beri hiç görmediğim bu manzaraya adapte olmaya çalıştım. Daha sonra ayakkabılarımın içine kum girmesini ve ıslanmasını göze alarak denize doğru gittim ve ellerimi soktum, su en az 29 ºC idi, ılık denecek sıcaklıktaydı. Bunu gördükten sonra deniz kıyafeti giymek için otele dönmeye hazırlandım. Bu sırada yol üzerinde "chao fan" yazan bir tabela gördüm. Bu yemek Türkiye'de var mı bilmiyorum, ben hiç rastlamadım. "Chao" demek kızartmak demek, "fan" ise "mi fan" yani pilavın kısa söylenişi, yani kızarmış pilav ya da kızarmış pirinç anlamında. Türkler pilav yaparken nasıl su ile haşlıyorlarsa, chao fan yapılırken de pirinç yağda kızartılıyor ve rengi bizim bildiğimiz pilavdan daha koyu, biraz daha çıtır bir pilav oluyor. Bu pilavın içine ayrıca salatalık, sosis, yumurta, domates, havuç gibi ilaveler de konuyor. Veya eğer etli "chao fan" istiyorsanız da istediğiniz etten kuşbaşı büyüklüğünde ilave ediliyor. Kahvaltıyı kaçırmış ve gördüklerim karşısında morali düzelerek iştahı açılmış biri olarak o an bana kuzu etli "chao fan" çok çekici görünmüştü o yüzden hemen sipariş verdim. Gece 2'ye kadar açık olduğunu öğrendiğim o lokanta, sonraki akşamlarda da sık sık uğrayacağım bir yer olacaktı.

    Yemeği yedikten sonra deniz için hazırlandım ve deniz kıyafetiyle tekrar sahile gittim. Şezlonglar paralıydı. Sahilde farklı şezlongların ait olduğu farklı mekânlar vardı, kiminde iki saati 30 yuan, kiminde sınırsız 50 yuan gibi fiyatlar vardı. Ben iki saatlik olanı seçtim ve mutlulukla denize girip biraz yüzdüm. Su gerçekten çok güzel, ılık ve temizdi, sadece dibi biraz bulanıktı. Biraz yüzüp çıktıktan sonra maske ve paletim olmadığını hatırladım ve almak için yol üstündeki dükkânlardan birine girdim. Palet için 280 yuan dediler ve 260'ın altına inmediler, o yüzden değer görmedim. Maskenin fiyatını ise 250'den 80'e indirince aldım. Tekrar geri dönerken sahilin hemen kenarında, dondurma, kuzu şiş, balık şiş ve bira satan bir büfe gördüm, daha yeni yemek yemiş olmama karşın biraz yüzdükten sonra böyle bir atıştırma güzel olabilirdi, hemen uygulamaya koydum. Atıştırmamı bitirdikten sonra yeni maskemle biraz daha yüzdüm ve otele döndüm. Akşam, bir önceki akşamdan daha erken çıkıp, ilk akşam bindiğimle aynı numaralı otobüse bindim ve şehir merkezine gidip alışveriş merkezlerini, çarşıları dolaştım. Şehir merkezindeki yabancı sayısı sahildekiyle kıyaslandığında yok denecek kadar azdı, fakat alışveriş merkezleri çok güzel, çok modern, bir sahil kasabasında değil büyük bir şehirde olduğunuzu düşündürecek seviyedeydi. Biraz dolaştıktan sonra otele döndüm.

    Ertesi gün beni şaşırtan bir şey oldu. Yine denize giderken yolda canım meyve çekti ve yoldaki seyyar satıcılardan birine yaklaştım. Beni görünce benimle, anlamadığım bir dilde konuştu. Yerel Çince olmadığı belliydi, en azından Çince olduğunu hissederdim. Ne kadar bozuk olursa olsun İngilizce de değildi. Çince olarak "ne dedin, anlamadım" dedim. Şaşkınlıktan neredeyse çığlık atıyordu satıcı teyze. "Aaa sen Çince biliyorsun" dedi. Ben de "Evet, neden o kadar şaşırdın? Buradaki hiçbir yabancı Çince bilmiyor mu? Sen az önce bana ne dedin? Hangi dilde konuştun?" diye sordum. Benim Çince bildiğimi görünce teyze keyiflendi. Bana "Buraya yeni geldin değil mi?" diye sordu. Nereden bildiğini sorunca, burada çoğunluk olarak Rusların yaşadığını, belki Çinlilerin yarısı kadar Rus olduğunu, şehir merkezinde şimdi adını hatırlamadığım bazı mekânların Rus mahalleleri olduğunu, Rusların çoğunun İngilizce ve Çince bilmediğini, o yüzden satıcıların, otel görevlilerinin, plajda şezlong kiralayan görevlilerin çoğunun iyi kötü Rusça bildiğini, beni de ilk gördüğünde Rus sandığını ve o yüzden meyvenin adını ve fiyatını Rusça olarak söylediğini anlattı, sonunda da "bu durumu bilmediğine göre yeni gelmişsin" dedi ve güldü. Böylece Sanya'nın bir özelliğini daha öğrendim. Aynı Pekin'deki Yabaolu ve Kuzey Ritan bölgesi gibi burada da Rus mahalleleri var, kendi barları, lokantaları var. Yerel halk da onların dilini iyi kötü öğrenerek buna uyum sağlamış. Çok kötü, aksanlı bir Çince konuşan ve "hello sir, ten yuan"den öte İngilizcesi olmayan seyyar satıcıların patır patır Rusça konuşması aslında şaşırtıcı, fakat bu durumu düşündüğünüz zaman mantıklı, çünkü İngilizce öğrense de anlaşamayacak Ruslarla. Böylece, ara sıra tabelalarda karşıma çıkan ve Çincenin altında yazan ve "acaba Yunanca mı, Lehçe mi" şeklinde düşündüğüm dilin Rusça olduğunu da anlamış oldum. Bu düşüncelerle denize gittim, maskemi taktım ve yüzmeye başladım. Birden sırtımda bir şeyler hissettim. Kafamı sudan çıkarınca şaşırıp kaldım. Yüzmeye başlayalı ve kafamı sudan çıkarmayalı en fazla 15 dakika olmuştu, fakat girdiğim zamanki güneşli hava gitmiş, bardaktan boşanırcasına bir yağmur başlamıştı. Hayatımda ilk defa yağmur altında denizdeydim. Türkiye'de genelde yazın bile olsa yağmur yağarsa hava biraz serinler, burada gayet sıcak. Kafamı suya sokuyorum ıslanıyor, sudan çıkarıyorum kocaman yağmur damlaları düşüyor, çok ilginç ve hoş bir tecrübe oldu. Bu tecrübeyi orada bulunduğum sürede üç defa yaşadım. Yarım saat sonra ise hava tekrar günlük güneşlik, sanki hiç yağmur yağmamış gibiydi.

    Bir sonraki gün ise benim için özeldi, çünkü dalış yapmayı planlamıştım. Görevliler bana "test, muayene" dediler. Çinceleri gerçekten kötüydü, zor anlaşıyordum. Ben de düşündüm acaba nasıl bir test yapacaklar, basınç odası filan mı var diye. Sonra dalış yapmak isteyen 4-5 kişiyi yan yana oturttular, "ciğerinde bir problem var mı, nefes alıp verirken sorunun var mı, daha önce hiç daldın mı, hiç uçağa bindin mi" diye sordular. Evet test bitmişti. Kendi kendime güldüm. Sonra herkese uygun kıyafet, palet ve seçilen dalış süresine uygun olarak tüp alındıktan sonra bir tekneye binip, dalış yapılacak adaya doğru yola çıktık. Hazırlıkları tamamladığımız zaman yine yağmur başlamıştı. Görevli bana "şanssızsın, yağmur yağınca suyun dibi çok net olmaz" dedi. Haklıydı, ama yine de güzel manzarası olan kayalıkların arasında 1.5 saat dolaşmak güzeldi. Bir de çekilen fotoğrafların filmini görevli suya düşürüp yakmasaydı, anısı çok daha güzel olacaktı ama bir de böyle bir şanssızlık yaşadım. Dalıştan döndükten sonra düşündüm, planlayıp da yapmadığım tek bir şey kalmıştı, o da jet-ski'ye binmekti. Onu da yaptım, 15 dakika açıklarda süratli bir şekilde dolaşıp geldim. Bu şekilde "tatil" adı altında hayal ettiğim her şeyi tamamlamıştım. İki gün daha denize girdim, yüzdüm, alışveriş merkezlerini dolaştım, "chao fan" yedim. Esas olarak deniz ve güneş hayaliyle geldiğim için, duyumunu aldığım ve otel görevlilerinin nasıl gidileceğine kadar anlattıkları tarihi ve kültürel mekânları gezmedim. Böyle yerleri sanırım birkaç arkadaş birlikte gezmek daha eğlenceli olur. Bu şekilde güzel geçen beş gece ve altı günün ardından güzel anılarla Pekin'e geri döndüm.

    Evet sayın dinleyiciler, bu haftaki programımızın sonuna geldik. Çince'sini öğreneceğimiz birkaç kelimeyle programı noktalayalım. Bahsettiğim yemeğin adı chao(3) fan(4). Dalmak demek için Çince'de qian(2) shui(3) diyoruz. Dalgıç demek için de bunun sonuna yuan(2) ekliyoruz, yani qian(2) shui(3) yuan(2). Rusya demek için Çince'de e(2) luo(2) si(1), veya kısaca e(2) guo(2) diyoruz. Rusça demek için de e(2) yu(3) diyoruz. Fotoğraf demek için zhao(4) pian(4) diyoruz.

   Bir sonraki programımız Kurban Bayramı'ndan sonraya denk geliyor. Şimdiden hepinizin bayramını kutluyorum. Bir sonraki programda görüşünceye kadar esen kalın sevgili dineyiciler.

© Copyright by www.cri.cn, 2007