Anaerkil topluluktan endüstri sonrası topluma Çin

    2008-11-26 11:11:29                cri
    Önce "Çin canlı bir tarih müzesidir" dersem acaba abartmış olur muyum, diye düşündüm.

    Gerçi her benzetme bir yere kadar gider, ondan sonra topallamaya başlar. O nedenle çok abes değilse benzetmelere, kıyaslamalara, mecazlara başvurmak fazla sakıncalı sayılmaz. Hele "Teşbihte hata olmaz" gibi harcıalem bir deyişle kendinizi sağlama aldıktan sonra...

    İsabetsizlik kaygım şundan: "UFO Müzesi" gibi egzantrik örnekleri bir yana bırakacak olursak, müze sözü geçmişe özgü bir çağrışımla yüklü. Oysa benim anlatmak istediğim, uzak geçmişten başlayıp geleceğe uzanan bir tarihsel sürecin canlı örnekleriyle toplu olarak görülebileceği bir mekân. Burada "mekân" denince, onu da 9.6 milyon kilometrekare, yani Çin'in yüzölçümü olarak anlamak lazım.

    Ama Çin'in çok eski bir tarihi olduğu zaten herkesin malumu. Çin deyince, bu ülke hakkında bilgisi kıt olanların aklına bile iyi kötü birşeyler muhakkak gelir. Muhatabınız Çin tarihi hakkında hiçbir şey bilmese de, en azından ipek, kağıt, barut, baskı tekniği gibi uygarlık ürünlerini insanlığa bu ülkenin armağan ettiğinden haberdardır.

    Bu ürünler hâlâ kullanıldığına göre, Çin'in "canlı tarih müzesi" olduğunu söylemek çok özgün bir haber olmasa gerek.

    Hem, mesele buysa, her ülke biraz canlı tarih müzesi değil midir? Tarihini hâlâ yaşamayan, bugünü geçmişinin ürünü olmayan herhangi bir toplum olur mu? Dahası, tarih insanoğlunun zaman içinde toplumsal hareket sahnesindeki eylemlerinin dinamiklerini anlamaya çalışan bir bilimse, "canlı tarih" sözü fuzuli bir tekrardan ibaret değil mi? Fosillerin bile "ölü tarih" olduğunu söylerken bin defa düşünmek gerek...

    GEÇİŞ DÖNEMİ TOPLUMU

    "Canlı tarih müzesi" derken, geçmişte kalmış olduğu farzedilebilecek kimi toplumsal yaşam tarzlarının hâlâ yaşamasından, canlı olarak görülebilmesi imkanından söz ediyorum. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse, geçiş dönemi toplumlarına özgü bir olguyu söz konusu ediyorum.

    Fakat, geçiş döneminde olma durumu sadece Çin'e özgü değil. O nedenle, meramımı anlatabilmek için korkarım sabırları biraz daha zorlamam gerekecek.

    Evet, Çin muazzam ekonomik gelişmesine paralel olarak toplumsal yaşamında büyük dönüşümler geçiren bir ülke. Geçiş döneminde olan her ülkede, toplumun kimi kesimleri ekonomik alanda sağlanan en son gelişmelere denk düşen bir yaşam tarzına uyum sağlarken, kimi kesimler eski biçimleri bir zaman daha sürdürür. Bu yönüyle, ekonomik olarak kalkınma sürecinde olan ülkelerde aynı anda adeta birkaç çağ birden yaşanır. Kalkınma hızının çok yüksek olduğu ülkelerde eski biçimler ile yeni biçimler arasındaki mesafe bir hayli büyük olabilir.

    Çin de bu ülkelerden biri, hatta birincisi. Dolayısıyla, ekonomik bakımdan kalkınmış yerlerdeki yaşam ile henüz köylülüğün hâkim olduğu yerlerdeki yaşam arasında önemli farklar olduğunu söylediğimde, herkesçe bilinen bir olguyu tekrarlamaktan başka birşey yapmış olmuyorum. Dolayısyla, "canlı tarih müzesi" derken muradımın tam olarak bu farka dikkat çekmek olmadığı da ortada.

    Meramımın ne olmadığını böylece belirttikten sonra, ne olduğunu sanırım daha kolay ifade edebilirim.

    YÜZYILLAR DEĞİL, BİNYILLAR, HATTA ONBİN YILLAR

    Evet, kastettiğim tarihsel gelişme sürecinin farklı kesitlerinde ortaya çıkan değişik toplumsal ilişki biçimleri arasındaki fark... Ne var ki, burada vurgunun "fark" sözcüğü üzerinde olduğuna özellike işaret etmem gerekiyor. Çünkü fark çok büyük. Öyle "aynı anda farklı yüzyılları yaşamak" gibi ifadelerle anlatılabilecek gibi değil. Çünkü söz konusu olan yüzyıllar değil, bin yıllar, hatta belki de onbin yıllar...

    Ama bir noktaya mim koymam gerekiyor: Bir toplum içinde böyle büyük farklara dikkat çekilirken, bundan genellikle olumsuz bir olgu olarak söz edilir. Oysa ben, Çin örneğinde bunu ülke için olumlu bir özellik olarak öne çıkarmak istiyorum. Neden böyle gördüğümü birazdan açıklamaya çalışacağım.

    "Fark" sözüne dikkat çekerek Çin'de mevcut olan değişik toplumsal ilişki tarzları arasındaki ayrımın çok büyük olduğunu söylemiştim. Bu farkı ortaya koyabilmek için iki örnekten yola çıkmak istiyorum

    "BOŞ YUVA SENDROMU"

    Ben Çin ile ilgili bilgileri doğrudan gözlemlerimin yanısıra Türkçe ve İngilizce yayınlardan ediniyorum. İngilizce yayınlar arasında bilgi kaynağı olarak Xinhua ajansı ile China Daily gazetesi başta geliyor. Türkçe en önemli ve belki de tek kaynak ise, Çin Uluslararası Radyosu CRI'nin Türkçe servisi.

    Olgunun iki ucundan birincisini oluşturan ilk örneğimi, China Daily gazetesinde yayımlanan iki haberden alıyorum. Gazete, Çinli ebeveynlerin "boş yuva" sendromuyla karşı karşıya kaldıklarını anlatıyor ve bunun yaşlı yurttaşlar üzerindeki manevi etkisinden söz ediyordu. "Boş yuva" sendromu şu: Nüfus artışını kontrol altında tutmak için tek çocuk politikasına bağlı kalmanın avantajlı hâle getirildiği Çin'de, çocuklarını büyütmüş olan ve yaşamlarının gençlik dönemini artık geride bırakmış olan kıdemli yurttaşlar, kuş yuvadan uçunca büyük bir yalnızlık duygusunun içine yuvarlanıyormuş. Kimi ailelerde, çocuk evlendiğinde torun olunca bakımı büyükanne ve büyükbabaya bırakılıyor. Ama torun sahibi olmayan, torunu öteki büyükanne ve büyükbabaya emanet edilen, ya da torun bakamayacak kadar yaşlanan insanlar, çocuklarının kendilerini aramasını bekliyor. Evlatlar günlük yaşamın hayhuyu içinde bunu ihmal ederse, yaşlı anne ya da baba evlat özlemi ve yalnızlık duygusuyla büyük bir mutsuzluğa kapılıyormuş.

    EKONOMİK OLARAK GELİŞMİŞ ÜLKELERE ÖZGÜ SORUNLAR ÇİN'DE

    Ben 25 yıl ekonomik olarak en ileri ve "endüstri sonrası çağda" denen İskandinav ülkelerinden birinde yaşadım. China Daily gazetesinin anlattığı sorun tıpatıp bu toplumda yaşanan sıkıntılardan birine benziyor.

    Yine aynı gazetede okuduğum ve günlüğümde sözünü ettiğim bir başka haberde ise, 11 Kasım'ın "Bekarlar Günü" olduğunu okumuş ve çok şaşırmıştım. Çünkü, bekarlar günü kutlamasını gerektirecek bir toplumsal gelişme, yine bu "endüstri sonrası toplumlarına" özgü sorunlar olduğunu gösteriyor. Yeni yaşam tarzının dayattığı sorunları çözüp güvenli bir gelecek kurma telaşında olan gençler evliliği düşümeye zaman bulamıyor ve 30'lu yaşlarını bekâr olarak geride bırakıyor. Oysa geleneksel toplumlarda insanlar bu yaşlarda çoktan çoluğa çocuğa karışmış oluyor.

    Çin'in hızlı ekonomik kalkınmasının en ileri boyutlara vardığı büyük merkezlerde, bilişim teknolojisiyle çalışan ve çoğunlukla yüksek nitelikli hizmet veren sektörlerde istihdam edilen insanlar "endüstri sonrası" topluma özgü bu türden sorunlarla karşı karşıya.

    ÇİN'DE SINIFSIZ TOPLUMDAN BİR ÖRNEK

    Bu iki örnekle olgunun bir ucunu sergileyebildiğimi sanıyorum. Öteki uçtaki örneğimi de Çin Uluslararası Radyosu'nun bir yayınından alıyorum. Radyonun geçen haftalarda yaptığı yayınlarından biri özellikle dikkatimi çekti. Bir gezi programında Çin'in Yunnan eyaletindeki Lugu gölü tanıtılıyor ve göl çevresinde yaşayan çok özel bir topluluktan söz ediliyordu.

    Progamda, göl kenarında yaşayan ve Naxilerin bir kolu olan Mosuolar'ın, ilkel anaerkil toplumsal düzeni bugün bile sürdürdükleri anlatılıyordu. Kadın egemenliğine dayalı büyük ailelerde yaşayan Mosuolar'da çağdaş anlamdaki evlilik ilişkisi bulunmuyormuş. Bu düzenin dünyadaki tek örneği olarak bilinen Mosuolar, "anaerkil toplumunun canlı fosili" olarak kabul ediliyormuş.

    Programda verilen bilgiler şöyle devam ediyor: "Mosuolar düzenli cinsel ilişki içinde olduğu kişileri 'Axiao' olarak adlandırıyor. Bu ilişkilerde birbirlerini sevenler evlenmiyor ve kendi büyük ailesiyle birlikte yaşıyor. Erkekler, 'Axiao'sunu evinde ziyaret ederek orada geceliyor, ertesi sabah yine kendi ailesine dönüyor. Erkek 'Axiao' kendi ailesi ile kadının ailesi arasında sürekli olarak gidip geldiği için bu tür ilişkilere 'yürüyerek evlilik' anlamına gelen 'Zouhun' adı veriliyor. Çocuklar, annelerinin soyadını taşıyor, annenin ailesiyle yaşıyor. Erkeklerin, çocukları besleme ve yetiştirme yükümlülüğü yok."

    Bu programda verilen bilgiler beni çok şaşırttı. Doğrusu Çin'de, sınıflı topluma geçiş öncesine ait toplumsal düzen biçimlerinin bulunduğunu bilmiyordum. Evet, toplumun sınıflara bölünmeden önceki yaşam tarzının bir örneğiydi bu. Frazer, Morgan, Engels gibi yazarların kitaplarında bu türden toplumları okumuştuk. Engels, "Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni" adlı ünlü eserinde anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçişi, neolitik devrimle toplumda servet birikimine yol açan gelişmelerin ortaya çıkışını, kabile demokrasisinin çözülüp sınıflı topluma geçişi ve devletin kuruluşunu anlatıyor, sınıfsız toplumdan sınıflı topluma geçişle uygarlığın doğuşunu maddeci tarih anlayışına göre teorik temellere oturtuyordu. İşte bu tarihsel sürecin canlı bir örneği Lugu gölü kenarında yaşıyordu. Programın beni son derece heyecanlandırdığını itiraf etmeliyim.

    TOPLUMSAL BİLİMLER İÇİN EŞSİZ MALZEMELER

    Benim zihnimde bu örneğin ortaya koyduğu gerçek şu: Günümüzde dev adımlarla gelişen Çin'de bir yanda, kalıntı düzeyinde tekil bir örnek de olsa sınıfsız toplum düzenine özgü örnekler yaşıyor, öte yanda endüstri sonrası topluma özgü yaşam tarzları uç veriyor; bir yanda insanlık tarihinin bu kadar erken bir aşamasına özgü bir yaşam tarzı varlığını sürdürüyor, öte yanda insanlığın önümüzdeki dönemde izleyeceği yaşam çizgisinin örnekleri ortaya çıkıyor. Tabii, bu iki uç arasında sayısız ara biçimler mevcut.

    Zamanında ve belki çok az ölçüde Avustralya, ABD ve Afrika'nın güneyinde buna benzer topluluklar olduğu söylenebilir. Evet, ama arada çok önemli bir fark var. Adı geçen yerlerde, oraların yönetimleri bu düzeni yok etmek için ellerinden geleni yaptı. Hatta o düzeni sürdüren insanlar da fiziksel olarak acımasızca yok edildi. Oysa Çin'de böyle bir uygulama olmadığı gibi, özgün yaşam ortamlarında bildikleri düzeni kendi tempolarında sürdüren insanlara herhangi bir baskı uygulanmıyor. Hatta Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra varlıklarını sürdürmeleri için yardımcı olundu. Bu yardım bugün de devam ediyor. Başka azınlık milliyetlere hem kültürel özgünlüklerini korumaları, hem de çağın gereklerine ayak uydurabilmeleri için bütün olanaklar sağlanıyor. Burada Asya'da hakim olan birlikte yaşama kültürünün uygarlık sürecine yaptığı olumlu katkıları görüyoruz.

    Bu durumda, Çin'in eşsiz bir "tarihsel gözlemevi" olduğunu söylemek mümkün değil mi? Gözlemevi, sadece uzak astronomik olaylara özgü bir terim olarak kullanılmak zorundaysa, Çin'i "canlı tarih müzesi" niteleyemez miyiz?

    Bu gözlem olanaklarının, toplumsal bilimler açısından ne kadar zengin malzemeler sunduğu ortada. Toplumsal bilimlerle uğraşanlar bunu çok iyi takdir edecektir.

    BİLİM ASYA'DA ATILIM YAPACAK

    Tarih boyunca uygarlığın gelişme merkezleri birçok defa yer değiştirdi. Amerika'nın keşfinden sonra, son beş yüzyıl boyunca Avrupa-Atlantik merkezli dünya her alanda başı çeken bir rol oynadı. Ama artık bu çağın sona erdiğini ve Asya uygarlığının yeniden yükseldiğini görüyoruz; gözümüzün önünde büyük tarihsel dönüşümlerin meydana geldiğine tanık oluyoruz. Büyük bilimsel ilerlemeler de büyük dönüşümlerin olduğu yerlerde ortaya çıkıyor. Çin, Asya uygarlığının yeniden yükselmesinde seçkin bir rol oynuyor. Bilimsel gelişmeye eşsiz malzeme ve insan kaynakları sağlaması açısından da Çin öncülük yapıyor. Önümüzdeki dönemde, Çin'in fen bilimlerinde insanlı uzay uçuşları ve uzay yürüyüşüyle gözler önüne serine başarıları kadar, toplumsal bilimlerde de büyük atılımlar yapacağını kestirmek için kâhin olmaya gerek var mı?

© Copyright by www.cri.cn, 2007