Geçen hafta size, CIMES 2008 fuarı için Pekin'e gelen Türk misafirlerden bahsetmiş, fuardan bir gün önce yaptığımız Çin Seddi gezisini anlatmıştım. Bu haftaki programımızda fuar sürecinde yaşadıklarımdan bahsedeceğim.
Fuarın başlayacağı ilk gün çok heyecanlıydım. Heyecanlı olduğum kadar da gergindim. Çalıştığım firma fuarın booth ve stand dizaynı, düzenlenmesi, teknik işleri, servisi vb. tüm detaylardan sorumlu olduğu için bu görevin bir kısmı da benim üzerimdeydi. Her fuarda olduğu gibi, Türkçe – Çince tercümanlar gerekiyordu ve toplam sekiz kişinin beşini ben ayarlamıştım; yani tercüme ve iletişim servisinin sorumluluğu benim üzerimdeydi. Fuar alanına kaldırılacak servisin ayarlanması, şoförle irtibat kurulması, buluşulacak yer ve saatin kesin olarak kararlaştırılması da benim sorumluluğumdaydı. Hatta söylenen saatte gelmeyip geciken biri olduğu zaman beklemek ya da "Biz gidiyoruz, atla bir taksiye kendin gel" demek kararı da bana aitti. Bütün bu düşünceler içinde, ilk gün, servisin kalkacağı yere ulaşma süremi tam olarak kestiremediğim için riski göze almayarak saat 5.40'da evden çıktığımda hava henüz tam olarak aydınlanmamıştı. Ya ilk ya da ikinci seferine bindiğim metroda bulunan az sayıdaki kişilerden biri oldum, belki de metroyu ilk ve son defa o kadar boş gördüm. Metrodan inip, taksiye binerek servisin kalkış yerine vardığım zaman hareket saatine 35 dakika vardı ve servis de dahil olmak üzere kimse yoktu. Ben de taksinin kaloriferini açtırarak içinde bekledim. Sekiz kişilik Çince – Türkçe tercüman ekibimizin yanısıra, İngilizce bilen Çinli mutfak ve servis görevlilerinden oluşan altı kişilik bir başka ekibimiz daha vardı. Birer birer gelmeye başladıklarında ben de taksiden indim ve servisi bekledik. Tercümanlardan benim ve Çağan isimli bir arkadaşın farklı bir görevi daha vardı, o da müzisyenlikti. Çağan çok güzel ud çalıyordu, udu da yanındaydı. Serviste herkes bir ağızdan konuşuyordu, biz de Çağan'la "Şu şu parçaları birlikte çalabiliriz, bunu sen söylersin, şunu ben söylerim" gibilerinden planlar yaptık heyecanla. Bu planlarla fuar alanına vardığımızda kapıların açılmasına 45 dakika vardı ve hava soğuktu. Fuar alanı yeni yapılmıştı ve "Yeni Fuar Merkezi" olarak geçiyordu. Shunyi semtinde, havaalanı yolu üzerindeydi. Şansımıza, alanın yakınında 24 saat açık bir Mc Donalds vardı; oraya giderek birer kahve içtik ve fuar alanına girdik.
Bir önceki gün son kontrollerin yapılması amacıyla gittiğim zaman her yer pis ve dağınıktı, ama o an ise her yer pırıl pırıl ve gayet düzenliydi. Saat 8.30'da içeri alındığımızda, ilk gün için fuar açılış saatinin 10 olduğunu öğrendik, yani kendi düzenimizi kurmak için 1.5 saat vaktimiz vardı. Stand dizaynımız Ay-Yıldız biçimiyle bence son derece özeldi. Yıldız şeklindeki kısım genel bilgi kısmıydı ve fuar ziyaretçileri ilk olarak oraya gelecekti. Orada, eğer sadece genel bir bilgi ya da katalog almak istiyorlarsa, istediklerini alıp gezilerine devam edeceklerdi. Eğer bir şey hakkında detaylı bilgi istiyorlarsa, ya da bir alım talebiyle gelmişlerse, o zaman ay şeklindeki kısımda bulunan 11 ayrı firmaya, tercüman arkadaşlardan biri eşliğinde davet edilecekler ve ayrıntılı görüşmeleri orada yapacaklardı. Fuar açılmadan önce bütün tercüman arkadaşlar toplanarak, böyle bir fuarda gerekli olabilecek kelimelerin Türkçe ve Çincelerini bir kağıda yazdık. Eğer günlük konuşmalar yapılacak olsaydı kimsenin bir endişesi olmazdı, ama, "makine", "ithalat-ihracat", "anlaşma", "donanım", "ürün", vb gibi terimler çok sık kullanılan kelimeler arasında olmadığı için önceden hazırlık yapmak gerekiyordu. Ayrıca "Şu standa sen bak, ben şurada dururum, eğer gerekirse seni çağırırım" gibilerinden kendi aramızda görev paylaşımlarımızı da yaptık.
Bu hazırlıkları tamamladıktan sonra sıra kahvaltıya gelmişti. Kahvaltı herkes için şölendi, çünkü Türk kahvaltısı vardı. Beyaz peynir, tuzlu ekmek ve Türk çayının da sunulduğu kahvaltı, sanırım herkesin en mutlu olduğu andı.
Fuar ise, makine ve makine parçaları fuarıydı ve bütün fuarda birbirinden ilginç ve çeşitli makineler sergilenip satılıyordu. Tüm fuar içinde standlarında makine olmayan tek booth bizimkiydi, o yüzden ilgi çekiyordu. Ayrıca diğer bütün boothların dört katı büyüklükte olmasına rağmen bir tek makine ya da numune bile olmaması, ilgiyi artırıyordu. Katılımcılar, Orta Anadolu İhracatçılar Birliği'ne üye olan fabrikaların derneklerinin temsilcileriydi. Yani hiçbir makine ya da numune olmamasının yanında, hiçbir fabrika sahibi, müdürü ya da fabrikada herhangi bir görevle çalışan kişi de yoktu. Buradaki amaçları, Orta Anadolu İhracatçılar Birliği'nin adını Çinli ve diğer yabancı alıcı, ithalatçı ya da yatırımcılara duyurmak, kataloglar, CD'ler ve broşürlerle ürünlerini tanıtmak, esas olarak da Çin'e büyük miktarda ithalat yapmak isteyen ve bunun için yatırımcı, ihracatçı ya da ürün arayan kişilerle tanışıp anlaşmalar yapmak ya da anlaşma için zemin hazırlamaktı.
O yüzden tercümanların, sadece tercümanlık haricinde bunun da ayrımına vararak gelenleri elemeleri gerekiyordu. Örneğin gelen bir kişi Çin'den yurtdışına ihracat yapmak istiyorsa, ya da üreticiyse, o zaman birinci öncelikli olmayacaktı, buna karşılık ithalat yapmak istiyorsa veya tanımı verilen bir ürünü kendisi üretebilecek kapasiteye sahipse o zaman daha yakından ilgilenmek, bir şeyler ikram etmek ve yalnızca genel bilgi vermekle yetinmeyip, ilgilendiği spesifik alanla ilgili olan derneğe götürüp bire bir görüşme yapmasını sağlamak gerekiyordu.
Benim tercümanlıktan belki daha büyük sorumluluğum, çok fazla yoğunluk olmadığı ve diğer arkadaşların sayı olarak yeterli olabilecekleri zamanlarda canlı müzik yaparak hoş bir ortam yaratmak, dikkat çekmek ve daha çok insanın gelmesini sağlamaktı. Fakat, her ne kadar umulan kadar dikkat çekmiş de olsa, bence daha çok insanın gelmesini, beklenen amaç için sağladığı söylenemezdi, çünkü gelenler ya gelip birkaç dakika benim çalışımı izleyip gidiyordu, ya beni kameraya alıyordu, ya yanımda durup fotoğraf çekiyordu, ya da piyanonun hemen yanında, anlaşma yapmak ya da iş konuşmak maksadıyla konmuş olan fakat boş duran masa ve sandalyelere oturup canlı müzik eşliğinde sohbet ediyor ya da dergi veya gazete okuyordu. Yani piyano sesini duyup gelip beni biraz dinledikten sonra standlara giden kişiler yok denecek kadar azdı. Fuar da beklendiği kadar yoğun değildi. Bütün yoğunluk saat 11 ile 13 saatleri arasında oluyordu. Sonrasında öğlen yemeği başlıyordu ve hemen hemen gelen kimse olmuyordu, ayrıca bu yemek telaşı iki saate yakın sürüyordu. Biz de tercümanlar olarak o arada, gelen ziyaretçilerin isimleri, konumları, firmaları, talepleri gibi bilgilerin bilgisayara girilmesinde katılımcılara yardımcı oluyorduk, lakin kartvizitlerin çoğu Çinceydi, bizim de bazen anlamadığımız karakterler oluyordu, biz de Çinli servis görevlisi arkadaşlara sorup, bazı kısımlarını onlara yazdırıyor veya çevirttiriyorduk. Öğleden sonra yoğunluk azalıyordu, o yüzden bana tercüman olarak çok fazla iş düşmüyordu, esas olarak piyanonun başında oluyordum. Akşam saat 4'ten sonra artık yoğunluk iyice azaldığında ve katılımcılar da paydos duygusuna girdiğinde, bizim için eğlence başlıyordu. Çağan da udunu alıp benim yanıma geliyordu, işi olmayan diğer tercüman arkadaşlar ve hatta katılımcılar da bize katılıyordu, ud ve piyano eşliğinde şarkılar, türküler söylüyorduk. Sonrasında da servisimize binip eve dönüyorduk. 5 gün bu şekilde, sorunsuz, orta halli bir şekilde geçti.
Daha önce de söylediğim gibi fuarın en güzel yönlerinden biri, sabahları Türk kahvaltısı ve öğlenleri de Türk yemeklerine benzer yemekler gelmesiydi. Gün boyu da Türk çayı ve Türk kahvesi servisi vardı. Çok yoğun olmayan fuar hızlı bir şekilde geçti. 5 günün sonunda, ses teşkilatları sökülüp piyano gönderildikten ve hatıra fotoğrafları çekildikten sonra mutlu bir duygusallık yaşandı. Bir taraftan herkes birbirine alışmıştı ve ayrılmak istemiyordu, bir taraftan da herkes yorulmuştu ve ertesi gün yine saat beşte kalkılmayacak olması çok güzeldi.
Fuarın bitiminden sonra ise esas eğlence başladı. Bütün Türk tercümanlar ve çok iyi Türkçesi olan iki Uygur arkadaş, ayrıca çalıştığım firmanın patronu ve eşi, hep birlikte, bir restorana gidip kutlama yaptık. Fakat bu akşamın iki özelliği vardı. Bir tanesi, Çağan'ın udu eşliğinde gecenin geç vakitlerine kadar şarkılar söylenmiş olması, diğeri de soframızda fuardan kalan iki şişe rakı olmasıydı. Güzel bir eğlence ile fuar maceramızı noktaladık.
Fuar bu şekilde noktalandı. Herkes için hem tam anlamıyla bir fuar tecrübesi, Çinceyi kullanma şansı, hem de yeni arkadaşlıklar, dostluklar kurulma vesilesi olarak güzel bir deneyim olmuştu. Fuardan yaklaşık bir hafta kadar sonra, katılımcılardan birinin tüm Türk tercümanlara e-posta göndererek her şey için teşekkür etmesi ve "İstediğiniz bir şey olursa elimden geleni yaparım" demesi, en azından bizim Türkler olarak çabalarımızın takdir edildiğinin bir göstergesi sayılabilirdi.
Evet sayın dinleyiciler, bu haftaki programımızın da böylece sonuna geldik. Birkaç kelimenin Çincesini öğrenerek programı noktalayalım. İhracat demek için chu(1) kou(3) diyoruz. İthalat demek içinse jin(4) kou(3) diyoruz. Chu(1) çıkış, jin(4) ise giriş anlamına geliyor. Ürün demek için chan(3) pin(3) diyoruz. Kahvaltı demek için zao(3) fan(4) veya zao(3) can(1) diyoruz. Zao(3) erken demek, fan(4) ve can(1) de kelime olarak yemek anlamına geliyor.
Bir sonraki programda yeniden buluşuncaya kadar hepiniz esen kalın sevgili dinleyiciler.