Şu olimpiyat dedikleri – 2

    2008-09-03 16:32:38                cri
    Geçen haftaki programımızın süresi ben Çin Ulusal Stadyumu'na, yani, şeklinden dolayı yakıştırılan ve gerçek adını unutturan ifadesiyle "Kuş Yuvası"na girerken bitmişti. Bu hafta, kaldığımız yerden olimpiyat maceramıza devam ediyoruz.

    Evet, biletimi gösterdim ve büyük Kuş Yuvası'nın gişelerinden geçerek bahçesine girdim. Hava henüz kararmamış olmasına rağmen son derece kalın ve çok yakından büyük bir labirenti andıran kuş yuvasının demirlerinin arasında kırmızı ışıklar yanıyordu ve bu ışıklar yapıya çok daha ihtişamlı, esrarengiz bir hava veriyordu. Belki her tarafı birbiri ile orantılı olduğu için normal bir bakışta çok büyük gözükmeyen yuva, dibine kadar gelip yukarı doğru baktığımız zaman size küçücük olduğunuz hissini veriyordu, belki elli metreye yakın bir yüksekliği vardı. Birçok kapısı olan stada girmek için sabırsızlandığımdan dolayı elimdeki bilette yazılı olan kapıyı aramak için vakit bile harcamadım, önüme ilk gelen kapıdan içeri girdim. Ben girer girmez, gayet güler yüzlü olimpiyat gönüllülerinden o an meşgul olmayan bir tanesi koşar adımlarla yanıma gelerek "hoş geldiniz" dedi ve biletime baktı. Baktıktan sonra, çok iyi olmayan fakat anlaşılır bir İngilizce ile, bir taraftan işaret ederek bana, "şu merdivenden çıkın, şu tarafa dönün, şu kadar yürüyüp şu tarafa dönün" gibilerinden bir açıklama yaptı. Ben açıklamayı teyit etmek amacıyla Çince olarak tekrar edince şaşırdı ve gülümsedi, bana nereli olduğumu sordu. Türk olduğumu ve iki senedir Pekin'de yaşadığımı söyledim. O da Renmin Üniversitesi'nde, yani Halk Üniversitesi'nde öğrenciymiş, bu sene çok fazla dersi olmadığı için gönüllü olmuş. Yorgun olduğu ama yılgın olmadığı her halinden belli olan bu genç, şirin bayanla biraz daha sohbet etmek istedim fakat biletin üzerinde yazan saatin gelmesine yaklaşık dokuz dakika vardı ve ben oturacağım yeri bu koca yapının içinde ne kadar zamanda bulabileceğimi bilmiyordum, o yüzden teşekkür ederek ayrıldım.

    Tahminimin tersine, bayanın tarif ettiği yönde ilerleyince, tekrar sormama bile gerek kalmaksızın, son derece net ve açık şekilde levhalar tarafından yönlendirildim ve yaklaşık beş-altı dakika içinde tribüne girdim. Girince yine bir gönüllü biletime baktı, bana yerime kadar eşlik etti ve oturdum.

    Oturduktan sonra ilk yaptığım şey şöyle bir etrafıma bakmak oldu. Ben hiç maça gitmek gibi bir merakı olmayan, sporda da fanatik olmayan, milli maçları televizyondan izleyen, lig maçlarında ise sonraki gün golleri ve önemli anları izlemekle yetinen biri olduğum için, maç izlemek için hayatımda hiç büyük bir stadyuma gitmemiştim, yani aslında bu da benim için Pekin'de yaşadığım hayatımın ilklerinden biriydi. Gayet büyük, düzenli bir tribün vardı önümde. Tribünün iki ucunda, sahaya en uzakta oturan insanin bile rahatlıkla izleyeceği büyüklükte iki dev ekran vardı. Bu iki dev ekranda bazen aynı maç gösteriliyor, aynı bilgi birinde İngilizce, birinde Çince olarak yazıyordu, bazen de iki farklı maç aynı anda oynandığı zaman iki farklı görüntü oluyordu.

    Evet maçlardan bahsettik. Kuş Yuvası, yani Ulusal Stadyum, atletizm karşılaşmalarının yapıldığı alan. Ortada, futbol sahası görünümde fakat farklı şekilde donatılmış bir yeşil alan var. Burada yüksek atlama, sırıkla yüksek atlama, disk atma, çekiç atma yarışmaları yapılıyor. Yeşil sahanın etrafında ise koşu pisti mevcut. Koşu pistinde tabi hem normal hem de engelli koşular yapılıyor, ve engelli koşu yapılacağı zamanlardaki düzen, disiplin,hayranlık uyandıracak nitelikte. Sonuçta yapılacak olan şey belli, mevcut bir çizgi üzerine sekiz tane engel dizilecek, veya dizili engeller alınıp pist dışına taşınacak, hepsi bu, ama hayır o kadar basit değil. İçlerinde, engellerin konulacağı yerler gösterilmiş olan dört farklı araç geliyor, ve aralarında belli bir mesafe olacak şekilde duruyor. Sonra bu aracın içinden altı tane üniformalı görevli, aynı hareketleri yaparak iniyor. Hepsi engellerin başına gidiyor ve birbirlerine bakıyor. Hepsi hazır olduğu zaman hepsi birlikte aynı anda engelleri alıyor ve kendi arabalarına taşıyor. Taşıma işlemi bittikten sonra bir an için hepsi hazır ola geçiyor, birbirine selam veriyor ve araca aynı anda binmeye başlayıp aynı anda araç içine oturuyorlar. Bu manzara beni çok etkiledi.

    Saha içinde böyle bir düzen varken, sahanın dışını, yani tribünün dışını da merak ettim, ve gördüm ki insanlar sık sık çıkıp, ellerinde birçok yiyecek, içecekle geri geliyor. Ben de çıktım. Daire şeklindeki stadyumda tribünden dışarı çıkıp yuvanın içindeki yola indiğinizde, ilk göze çarpan şey, belki 15-20 m aralıklarla konumlandırılmış tuvaletler. Ve ben, 93 bin kişilik statta birçok defa tuvalete girmiş olmama rağmen bir defasında bile sıra beklemedim, her zaman boş yer buldum, ve hiçbirinde de pis bir tuvaletle karşılaşmadım. Tuvaletler tabii ki ücretsiz, Türkiye'de olsa eminim ki gayet yüksek bir ücret olurdu. Tuvaletlere mümkün olabilecek en uzak şekilde konumlandırılmış noktalarda da, yaklaşık bir dakikalık bir yürüme sonucunda birinden diğerine varabileceğiniz küçük büfeler var.

    Stadyumu bu kadar tanıtmak yeter. Gelelim maçlara. Aynı anda birkaç farklı karşılaşma yapılıyordu. Dıştaki pistte bir koşu yapıldığı sırada aynı anda yükseklik yarışmaları düzenleniyor, bu arada çekiç atma elemeleri sürüyordu. Bazı zamanlarda hangisine bakacağımı şaşırıyordum. Seyirciler, hiç milliyet ayırt etmeksizin, iyi bir derece yapıldığında, örneğin çekiç atma sırasında çekiç 80m'lik çizginin dışına düştüğü zaman büyük bir tezahürat yapıyor ve sporcuyu alkışlayarak moral veriyordu.

    Derken, herkesin heyecanından anladığım kadarıyla önemli bir karşılaşma için son hazırlıklara gelindi. Bu, 5000m bayanlar ilk raund eleme koşusuydu. 3 numaralı kulvarda, "geçen yılın dünya şampiyonu" olarak anons edilen Rus bir atlet vardı ve o tanıtılırken tribünlerdeki coşku daha da arttı. Ben tanımıyordum ama belli ki favori oydu. Yarış başladı. 5000 metre olduğu için uzun sürecekti ve yaklaşık 12-13 dakika koşulacaktı. İlk 1-2 dakika herkes birlikte koştuktan sonra yavaş yavaş bir atlet en önde, üç-dört atlet de en arkada gruptan kopmaya başladı. Yarışın onuncu dakikası geçildiği zaman en öndeki atlet, en arkadaki atletlere tur bindirmiş, onları ikinci defa geçmişti ve büyük bir hırsla koşuyordu. Son 400m'ye girildiği zaman tribünde sürekli artan coşkunun nedenini anladım, koşulmuş olan 4600 metrede yapılan derece dünya rekorundan daha iyi bir dereceydi ve Rus dünya rekoruna koşuyordu. Son 400m'ye iyice hızlanarak giren Rus atlet yaklaşık 2.5 saniye farkla yeni dünya rekoru kırdığında tüm tribün diğer yarışmaları bırakmış, yalnızca onu çılgınca alkışlıyordu. Ben de kendimi şanslı görüyordum çünkü içeriğini hiç bilmeden gittiğim oyunlarda daha ilk zamanlarda bir dünya rekoruna tanık olmuştum. Sonrasında Rus atlet, tribünden bir bayrak aldı ve sahada tur attı, daha sonra sahadan çıktı ve bu coşku da yavaş yavaş dindi.

    Sonrasında seyirciler çekiç atma karşılaşmasına odaklandı. Sporcuların hemen hepsi yaklaşık aynı uzaklığa atmaktayken, birden, atışların birinde, milliyetini bile hatırlamadığım bir atlet 80 m. çizgisini oldukça geçen bir atış yaptı ve çılgınca alkışlandı. Evet o akşam gerçekten şanslıydım, çünkü bu atış da yeni bir olimpiyat rekoru getirdi.

    Sonrasında yine bir 5000m koşusu vardı. Ben az önceki 5000 metreye doymuştum, üstelik dünya rekoru da kırılmış olduğu için biraz isteksizdim izlemeye. Fakat atletler Çince olarak tanıtılırken birden "Türk" kelimesi geçti ve bütün dikkatimi panoya yönelttim. Evet, yanlış duymamıştım, Elvan koşacaktı. Gerçekten şanslıydım. Elimde Türk bayrağı vardı fakat hiç Türk sporcusu olmadığı için çıkarmamıştım, bunu duyunca hemen çıkarıp sallamaya başladım. Koşu başladıktan sonra bu sefer benim heyecanım seyircilerden çok daha yüksekti. Panoda yalnızca ilk sekizdeki isimler gösteriliyordu ve ilk 7-8 dakika, Elvan bu listede yoktu. Tam ümitsizliğe kapılmaya başlarken, birkaç saniye sonraki panoda Elvan sekizinciliğe yükselerek listeye girdi. Ben heyecanla hem panoya hem de koşanlara bakarken saniyeler sonra Elvan yedinci, biraz sonra altıncı, ve yarışın bitimine saniyeler kala beşinci oldu. O birkaç saniye içinde sanırım sesim kısıldı, belki Elvan bile duymuştur. İlk altıya giren sporcular bir üst tura geçiyordu ve Elvan beşinci olarak buna hak kazanmıştı. Benim de keyfime diyecek yoktu. İki rekora tanık olmuş, bir de ünlü Türk'ün başarısını paylaşmıştım. Sonraki günler televizyondan izleyeceğim maçta Elvan, final maçında ikinci olarak gümüş madalya alacaktı, ve bu başarının elemelerine de tanık olma şansım olmuştu.

    Gittiğim akşamın devamında kayda değer başka gelişme olmadı, çekiç atma, engelli ve engelsiz koşular, yüksek atlama, üç adım atlama maçları devam etti ve ben en son metroyu yakalayacak şekilde oradan ayrıldım. Ayrılırken, Çin Ulusal Su Sporları Merkezi, yine yakıştırılan adıyla Su Küpü'nün, Basın Merkezi'nin fotoğraflarını çektim, ve son derece güzel ışıklandırılmış, şık olimpiyat köyüne bir kez daha bakarak metroya doğru yola koyuldum.

    Evet değerli dinleyiciler, bir olimpiyat macerası da bu şekilde noktalandı. Çok istediğim açılış ve kapanış törenleri için bilet bulamamış da olsam, en azından "Pekin'de yaşıyorum ama hiçbir olimpiyata gitmedim" durumuna da düşmemiş oldum, ayrıca hem rekorları, hem de bir Türk sporcuyu izleme fırsatım oldu. Program içinde geçen bazı kelimelerin Çincesini öğrenerek programı noktalayalım. Atletizm demek için Çincede, tian(2) jing(4) diyoruz. Dünya rekoru demek için shi(4) jie(4) ji(4) lu(4) diyoruz. Shi(4) jie(4) dünya, ji(4) lu(4) ise rekor anlamında. En son olarak da Pekin Olimpiyatlarının ünlü sloganını öğrenelim. Tek dünya, tek rüya. Bunu demek için önce kelimeleri açıklayalım. Tong(2), aynı demek. Yi(1) ge(4), bir tane demek. Dünya kelimesini az önce öğrendik, shi(4) jie(4). Rüya demek için de, meng(4) xiang(3). Hepsini birleştirirsek, tong(2) yi(1) ge(4) shi(4) jie(4), tong(2) yi(1) ge(4) meng(4) xiang(3).

© Copyright by www.cri.cn, 2007