Evet Pekin olimpiyatları yaklaşıyor. Bu süreç içinde Pekin'de birçok şey büyük bir hızla değişiyor. Binaların yapılması, yollardaki çukur ve deliklerin doldurulması, kapalı mekânlarda sigara içme yasağı getirilmesi, herkesin ilk başta aklına gelecek klasik değişiklikler olsa gerek. Fakat ben, esas olarak, aslında pek de memnun olmadığım birkaç küçük ayrıntıdan bahsedeceğim.
Bütün Türkler bilir, sabahları kahvaltının bizim için önemli bir yeri vardır. Ama bunun da bir adabı, usulü vardır mutlaka. Öğlen ya da akşam yemeğinde büyük bir iştahla yiyeceğimiz bir et soteyi, patlıcan musakkayı, kıymalı dolmayı, istisnai durumlar hariç hiç kimse kahvaltıda yemez. Kahvaltıda ekmek, tereyağı, peynir, zeytin, kaşar, reçel, bal, seçime göre sucuklu yumurta, veya poğaça, peynirli ya da kıymalı börek, simit, çatal türü şeyler yenir normal olarak. Çinlilerin özel bir kahvaltı kültürleri, alışkanlıkları yok. Öğlen ya da akşam yemeğinde yediklerinin aynısını kahvaltı olarak gayet iştahla yiyorlar. Ben normalde Türkiye'de yaşadığım zamanlarda da pek kahvaltı etme alışkanlığı olmayan, genelde dışarı çıkmadan yarım saat önce kalkıp, aceleyle yüzünü yıkayıp, eşyalarını hazırlayıp, giyinip çıkan birisiydim. Fakat o zamanlar pek sık yapmıyor da olsam, kahvaltı etme şansı tümüyle ortadan kalkınca, Türk usulü bir kahvaltıyı, ya da pazar sabahları yenen, elit ifadesiyle "Sunday Brunch"ları özler oldum. Bunun sonucu olarak da Çin'de bunun yerini tutabilecek, ikamesi olabilecek, en azından "kahvaltı" denmeye uygun bir şeyler aramaya başladım ilk zamanlarda. İlk başta yurtta kaldığım için ve haftanın beş günü dersim ve haftanın yedi günü açık, ucuz bir okul kantinim olduğu için genelde kahvaltı için tek alternatifim orasıydı. Ama orada da kahvaltılık hiçbir şey yok denemezdi, haksızlık etmemek gerek. Türk işine hiç benzemese de kıymalı börek, sade börek, bir pidenin içine marul, domates, yumurta konup Çin usulü sos sürülerek hazırlanan bir nevi sandviç, bunlardan bazılarıydı. Bir gün, sınıf arkadaşım Bahadır'ın elinde, benim daha önce yemediğim ve görmediğim bir şey gördüm. İçinde sanki soğan ya da marula benzeyen yeşil bir sebze vardı ve bizim, yöresel adlarıyla "delen, halvane, bazlama" dediğimiz şeye benziyordu. Tek farkı, patatessizdi. Bir tadına baktım, gayet hoşuma gitti. Evet o an, kahvaltı etmeyi özlediğim zaman yapabileceğim şeyi bulmuştum. Türkçe adı yok, çünkü Türkiye'de böyle bir şey yok, Çince adıyla "jian bing", yavaş yavaş, sabahlarımın vazgeçilmez yemeği haline geldi. Ders zamanlarında kısacık teneffüste aceleyle alınıp yense de, hafta sonları veya tatillerde, marketten domates, krem peynir ve soğuk bir kola alınıp birlikte yendiğinde gerçekten keyif verebilecek bir şeydi bu "jian bing". Tabii ben bunu ilk başlarda sadece bizim okulun kantininde satılan, okulun öğrenciler için, belki de daha çok yabancı öğrenciler için yaptığı bir şey sanmıştım. Sonradan, başka bir okuldan bir arkadaşımın elinde de gördüğüm zaman, "aa sizin okulun kantininde de mi yapıyorlar" dediğimde yüzüme garip garip bakıp, "yoo, niye sadece okul kantini olsun ki, bizim okulun etrafında çok sayıda yer var bunu satan" deyip, sonra etrafına bakıp, ilerdeki küçük camekânlı bir arabayı gösterip, "bak mesela orada da var" demesi, biraz utanç verici ama komik bir durum oluşturdu. Tabii o zamanlar Çince'ye daha yeni başladığım ve "jian bing"in nasıl yazıldığını bilmediğim için, o camekânlı arabaları gördüğümde ne olduğunu anlamıyordum, dikkat de etmiyordum. Sonradan bu karakterleri öğrendikten sonra, gerçekten birçok yerde satıldığını gördüm. Ayrıca, sadece "jian bing" değil, az önce söylediğim, bizim okulun kantininde gördüğüm, içi yumurtalı, marullu ve soslu pide de birçok yerde satılıyormuş.
Bunun dışında, yine Çin'e özgü bir yemek de ma(2)la(4)tang(4). "O ne?" derseniz, altında tüp olan içi su dolu kocaman bir kazanın olduğu bir araba ve yüzlerce şiş ile farklı sebze ve etten oluşan bir seyyar lokanta diyebiliriz. Marul, lahana, birkaç çeşit mantar, karides, balık, Çinlilerin "doufu" dediği ve birçok farklı çeşidi bulunan "soya peyniri", ayrıca buğdaydan yapılan, ekmeğe benzer bir besin, tavuk eti, dana eti, bunların hepsi çiğ olarak şişlere geçirilip hazırlanıyor. Müşteri geldiği zaman, hangisinden kaç tane istiyorsa söylüyor, ve bu şişler, kocaman kazanın içindeki kaynamakta olan suyun içine atılarak pişiriliyor. 6-7 dakika içinde pişen siparişler, küçük bir tabağın içine konuyor, ve yine Çin'e özel, bizim tahinimize benzer sos, acı sos ve sarımsaklı sosla servis yapılıyor. Çok aç olmayıp ama canınız da bir şeyler yemek istediği durumlar için son derece ideal. "Jian bing"ci teyzeler kadar olmasa da yine birçok yerde, özellikle akşamları, "malatang" yapan teyzelere rastlamak mümkün. Ayrıca çok ekonomik, şişin tanesi 5 mao, yani 0.5 yuan, yani Türk parasıyla yaklaşık 10 kuruş. Ayrıca bu "malatang"lar, bazı zamanlarda son şansınız olarak karnınızı da çok güzel doyurabiliyor. Aynen şu şekilde :
Bir akşam ev arkadaşım Edip'le, saat 21.30 civarı acıkıp bir şeyler yemek için dışarı çıktık. Gündüz birimiz KFC, birimiz Mc Donalds'tan yemiş olduğumuz için ikimiz de buralardan yemek istemiyorduk. Evimizin yakınında, Hua Lian mağazalar zincirinin bir şubesi var, içinde de hem bir Japon lokantası, hem de Subway var, yani yemek yemek için ideal bir yer. Japon lokantasının önünden geçip Subway'e giderken, ikimizin de canı Subway'in tuna balıklı sandviçinden ve güzel soslu salatasından yemek istediği için Japon lokantasına yan gözle bile bakmadık, direkt olarak ikinci kattaki Subway'e çıktık. Burası normalde 22'de kapanıyor, fakat uzun süredir çok müşteri gelmemiş olsa gerek, saat 21.40 olmasına rağmen kapandığını, satış yapamayacaklarını söylediler. Biraz hayal kırıklığına uğradık ama yapacak bir şey yok, Japon lokantasında yiyecektik. Alt kata indik, ama o da nesi? Biz üst kata çıkıp gelene kadar geçen en fazla 3-4 dakika içinde onlar da kapatmıştı. Edip'le sinirle birbirimize baktık. Bari dedik, 24 saat açık bir lokanta var ama biraz uzak diye üşenmiştik, oraya gidelim. Tam kapıdan çıktık, ama kötü bir sürpriz daha bizi bekliyordu, fena halde yağan yağmur, şemsiyesiz olarak çıkmış olan bizlerin yaklaşık 15 dakika yürüme mesafesinde olan o lokantaya gitmemisine de olanak vermeyecek gibi görünüyordu. Tek çare kalmıştı, bu geceki yemeğimiz "malatang" olacaktı, evimize yaklaşık 70-80 metre mesafede iki tane vardı ve yolumuzun üstündeydi. Gittik, baktık, bir tanesi yağmurdan dolayı kapatmış gitmiş, çünkü sonuçta açık alanda çalışıyorlar, diğeri ise kocaman bir güneş şemsiyesi açmış, hem ürünlerini, hem ateşini, hem de arabanın hemen etrafına konmuş olan 4-5 küçük masayı ve tabureyi yağmurdan koruyordu ve yiyen birçok kişi vardı. Biz de hemen gittik, sıraya girdik. Normalde bir kişi en fazla 10-15 şiş yer, 6-7 yuanlik bir hesap ödeyip ayrılır. Fakat biz açtık, ayrıca yemek yemek için o kadar uğraşmış fakat yiyememiş, daha da acıkmış ve hırslanmıştık. O yüzden başladık siparişleri sıralamaya. Hem de, biri gelip, bizim sipariş etmemiş olduğumuz yeni bir şey istedikçe, "ondan biz de 5 tane istiyoruz" şeklinde... İlk siparişlerimiz pişip tabağa konarak bize verildiğinde, biz halen sipariş veriyorduk. Bizim orada oturduğumuz esnada çok kişi geldi, siparişini verdi, yedi, gitti, yenileri geldi, onlar da yedi, gitti, biz halen yiyorduk. Acıyı bastırması için yakındaki kapatmak üzere olan küçük bakkaldan da soğuk kola aldık, keyfimize diyecek yoktu. Belki 35-40 dakika sonunda yemeği bitirip hesap istediğimizde, 58 yuan hesap geldi. Biz gülmeye başladık, bu demek oluyordu ki iki kişi toplam 116 tane şiş yemiştik. "Malatang"cı teyze gayet memnundu, büyük olasılıkla bir gecede kazanacağının belki yüzde 10'unu bizden kazanmıştı, üstelik yağmur nedeniyle azalan müşteri sayısını da hesap ederseniz belki daha bile fazla...
İşte bu şekilde "malatang"lar, bazen ana yemeğiniz de olup çok keyif verebiliyor.
Gelelim bu anlattıklarımın olimpiyatlarla olan ilişkisine. Olimpiyatlara 15-20 gün kaldığı şu sıralarda, bu tür seyyar her yer kapatıldı. Yine bizim evimizin önünde, kurulu tezgâhlarda her türlü meyve ve sebze satan, akşam saat 8-9 civarı da toparlanıp giden üç tane seyyar manavımız vardı; onlar, "malatang"cılar, pideciler, sandviççiler, "jian bing"ciler, hepsi kapandı. Metro istasyonuna gidip metroya binmeden önce motorumu bıraktığım ve metroya binmeden önce bir "jian bing" bir de kola alıp metroda kahvaltı etmemi sağlayan yer de kapatıldı; ne "jian bing" satılıyor, ne kola, ne su, ne de peçete... Sadece park yeri olarak kaldı. Bu yerlerin neden kapatıldığını ben anlamadım, güvenlik nedeniyle desem, bence güvenliği tehlikeye atacak herhangi bir unsur barındırmıyor. Temizlik desem, tamam belki çok steril olmayabilir, sonuçta açıkta pişiyor, ama insan piknik yapmaya çayıra gittiğinde de açıkta yiyor, hem üstelik "jian bing" sacın üzerinde, "malatang" ise kaynar suyun içinde pişiyor, o yüzden sağlıksız bir yönü olduğunu da düşünmüyorum. Ama sorduğumuz zaman, "olimpiyatlar nedeniyle kapanacağız, olimpiyatlardan sonra tekrar açacağız" cevabını alarak hem şaşırdık hem de üzüldük. Olimpiyatlar kadar olmasa da, olimpiyatların geçip bu yerlerin tekrar açılmasını da sabırsızlıkla bekliyoruz.
Yine olimpiyatlarla ilgili iki gelişmeyi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Uzun zamandır beklediğimiz ve merak ettiğimiz, Edip'in okuldan eve gelişini, benim de kursuma gidip gelişimi çok kolaylaştıracak olan, üçüncü ve dördüncü kuzey ringler arasında yer alan onuncu metro hattı ile, Dongzhimen istasyonundan başlayıp havaalanına giden Havaalanı Ekspres metro hattı, geçtiğimiz pazar günü kullanıma açıldı. Benim henüz binme şansım olmadı fakat Edip okulundan gelirken bindi ve diğer hatlar içinde en güzel istasyonlara sahip hatın bu olduğunu, çok güzel yapıldığını memnuniyetle söyledi. Bu şekilde, havaalanından ya da merkezi yerlerden, direkt olimpiyat köyüne ulaşım metroyla sağlanacak ve trafik derdi çok büyük ölçüde azaltılacak. Bunun yanı sıra, Olimpiyat Köyü'ne yakın olan ve yeni yapılan bazı yollarda da, en sol şeride, olimpiyat oyunlarını simgeleyen beş yuvarlak çizildi ve burası olimpiyat şeridi oldu. Bu şeritleri kullanmak yasak, yalnızca olimpiyatlar için kullanılacak, ve bu şekilde de olimpiyat stadına ulaşımda trafik gibi bir dert olmayacak. Bu şeride amacı dışında girenler ise 100 ile 1800 yuan arasında, yani 20 ile 360 lira arasında para cezasına çarptırılacak. Bu şekilde sporcuların Olimpiyat Köyü'ne varışında sıkıntı ve geç kalma derdi olmayacak. Bunlar olimpiyatların yaklaşmasıyla birlikte hayata geçen, takdire şayan gelişmeler. Bakalım olimpiyatlar öncesinde ve sırasında daha başka ne gelişmelere ve değişimlere tanık olacağız. Kayda değer olanlarını sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.
Evet sevgili dinleyiciler, bu şekilde, bu haftaki programımızın da sonuna geldik. Çincesini öğreneceğimiz metin içinde geçen kelimelerle bu haftaki programı noktalayalım. Olimpiyat demenin iki yolu var. Bunu öğrenmemiz komik olmuştu, ondan da kısaca bahsedeyim. Çin'e benden iki sene önce gelen bir arkadaşım bir zaman bana, yarı şaka yarı ciddi olarak, "eğer Türkçesi ile İngilizcesi aynı ya da çok yakın olan bir şeyin Çincesine ihtiyaç duyarsan, ağzını eğip bükerek, tuhaflaştırıp değiştirerek söyle, büyük olasılıkla anlarlar" demişti. Bir gün Bahadır'la birlikte dolaşırken, bir Çinliye olimpiyatla ilgili bir şey sormak istedik, "spor" dedik, "oyun" dedik anlamadı, biz de o zaman bilmiyorduk olimpiyatın nasıl deneceğini. Sonra kendi kendimize "bunun Türkçesi olimpiyat, İngilizcesi Olympics, Çincesi de belki benzerdir" diyerek, bu ikisinin arasında birkaç şey geveledik ağzımızda. Çinli hemen, "aolinpike" diyerek Çincesini söyledi, biz de çok güldük, "gerçekten öyleymiş" diyerek…