Birden manolyaların arasında merhum Sanat Güneşi'mizi görüyorum. Aynı anda ünlü şarkısı da kulaklarımda yankılanıyor:
"Koklamaya kıyamam, benim güzel manolyam."
Sanki bir ân bana mı baktı, yoksa bana mı öyle geldi?
Sonra oradaki varlığımla ilgilenmeyerek, görünmeyen bir kameraya doğru dönüyor. İri taşlı yüzüklerle bezeli tombul parmaklı elleriyle yüzünün önünde bir takım hareketler yaparak ağır makyajlı gözlerini süzüyor.
"Nazlı çiçeğimsin sen, sevdana dayanamam ..."
O tek bir çiçekten söz ediyor, ama etrafımızda her yer manolya dolu. Koklamaya kıyamayacağını bildiriyor, fakat burnunu yanaştırıp derin derin soluyarak içine çekse bile manolyaların bir zarar göreceği yok. Şarkıda göz ucuyla baksanız dağılıverecek letafetteymiş gibi tanımlanan manolyaların bir bölümü burada iri iri. O, cüsseli vücudundan beklenmeyen bir hafiflikle manolyadan manolyaya sekerken, ben bir ân bütün bunların ne kadar saçma olduğunun farkına varıp kendimi uyarıyorum:
Kendine gel!
Birden silkinip tekrar bu dünyaya döndüm.
Tabii ya!...Zeki Müren'in burada ne işi var? Öleli onca yıl oldu. Tamam, burası cennetten bir parça, ama ben henüz bu taraftayım....
Evet Beijing Botanik Bahçesi'ndeyim. Hava sıcak. Evde klima cihazının sağladığı yapay serinlikte kalmaktansa, kendimi doğanın kucağına atıp ağaçlar ve çiçekler arasında, doğal gölge ve serinlikte bir gün geçirmek istedim.
Ama çevremde gördüğüm herşey hayal gücümün denetimden çıkmasına neden oluyor. Az önce Botanik Bahçesi içinde uzun bir yol yürüyüp "Uyuyan Buda" heykelinin bulunduğu Wofo Tapınağı'ndan çıktım. Zihnim hâlâ tam olarak yerli yerine oturtamadığım izlenimlerle yüklü. Sanki olması gerekene uymayan birşeyler var.
Buda'yı heykellerinde hep lotüs oturuşuyla ilahi âlemlerden nurlu yüzüne yansıyan huzur içinde, gözleri yarı kapalı, derin bir meditasyon hâlinde görmeye alışmışızdır. 8-9. yüzyılda Budist olan Uygurlar Buda'ya "Burhan" derlermiş, ama Asaf Halet Çelebi Buda'nın yaşamını anlattığı ve Budist metinleri tanıttığı kitaplarında ondan "Mesut" diye söz ediyor. Yüzündeki o dingin mutluluk ifadesi dikkate alınınca bu isim çok yakışıyor. Halbuki buradaki Buda yan gelmiş yatıyor. Evet, alenen boylu boyunca yanlamasına uzanmış, dirseğini yere dayamış, avucuyla da başına destek olmuş, gözleri kapalı, horul horul değilse bile, mışıl mışıl uyuyor. Yüzünde de öyle yüksek alemlerden bir ışığın izi yok.
Pekâlâ, kabul ediyorum, dinsel olsun, siyasi olsun büyük şahsiyetler de sonuçta birer insan. Onlar da yer, içer, uyur... Ama bizi onların olağan insanlara özgü yönleri değil, bize yol gösterecek, bulunduğumuz yerden daha ileri gitmemiz için güdüleyecek olağanüstü özellikleri esinlendiyor. Şahsen ben, büyük önderlerin insani özelliklerini de merak etmekle birlikte, örnek aldığım bir lideri sabah pijamaları içinde dişlerini fırçalarken görmek istemezdim. Ne de olsa, insan onların esinlendirici yönlerini vurgulayan sanat eserlerini görmeye koşullanıyor.
Herhalde Buda'nın bu şekilde heykelini yapmanın da bir hikmeti vardır. Aklıma, Gautama Siddharta daha Buda olmadan evvel kendisine intisap eden birkaç müridinin, onun aşırı çilecilikten vazgeçip normal yaşam sürme gereğini idrak edince yiyip içtiğini görüp onu terketmesinin öyküsü geldi. Buda, bu davranışıyla, Aydınlanmaya ermek için çalışırken, insan olarak bu dünyada yaşadığımızı vurgulamak istiyordu. Belki bu heykel de bize Buda gibi bir azizin bile uyku gibi insani ihtiyaçları olduğunu hatırlatarak dünyaya tümüyle sırt çevirmemek gerektiğini vurgulamayı amaçlıyordur.
Haydi bu konuyu böyle açıkladık diyelim…
Ama "olması gerekene uymayan birşeyler var" düşüncesi aklımda yine yerli yerinde duruyor.
Aslında uymayan çok şey var. Adeta sürrealist izlenimler bombardımanına uğruyorum. O yüzden hayal gücüm denetimden, hatta zıvanadan çıkıyor…
Örneğin etrafıma bakıyorum, bunca güzelliğin içinde, insanlar çevreyle uyum içinde. Bu nasıl olur?
Çubuklu pijaması ve kolsuz atletiyle mangal yakmaya uğraşıp çevreyi dumana boğan kimse göremiyorum.
Bağırıp çağırışarak koşuşan, çevreyi rahatsız eden çocuklar yok.
Yerlere kilim sermiş piknik tipi tüpgaz üstünde çay demleyen başı bağlı şişman kadınlar da göremedim.
Top oynayıp etraftakilerin huzurunu kaçıran gençler de eksik.
Yerlerde çöpler, poşetler, kırılmış bira şişeleri, ezilmiş teneke kutular, pet şişeler yok… Yani, böyle yerlerde bulunması zorunlu unsurlar olmayınca, bazı şeyler yerli yerine oturmuyor. Bu da belli bir gerçekdışılık duygusu yaratıyor…
O nedenle zaman zaman gerçeklik duygumu kaybedip kendimi hayal gücününün kollarına bırakıveriyorum Ama bundan sonra direnip kendimi kolayca salıvermeyeceğim.
Beijing Botanik Bahçesi'ni bir ucundan anlatmaya başladım bile, ama hâlâ "Nasıl anlatsam acaba?" diye zihnimi yokluyorum. Bunca güzellik içinde bir izlenim istilasına uğradığımdan, söze nereden başlayacağını bilemiyorum. Onun için kendimi böyle sözün ortasında buluveriyorum.
Beijing dümdüz bir kent. Sadece kuzeybatı yönünde dağlar var. Botanik Bahçesi de işte bu dağların eteğinde. "Itırlı Tepeler" ile "Yeşim İlkbaharı Dağı" arasında. İsimlerin güzelliğine bakar mısınız? Zeki Müren bayılırdı bu isimlere… Neyse, devam edelim: 400 hektarlık bir alanı kaplayan Botanik Bahçesi 1955 yılında kurulmuş. Yani Çin Halk Cumhuriyeti'nin ilan edilmesinden sadece 6 yıl sonra. Yeni yönetim hem botanik çalışmaları yapan bilim adamlarının ihtiyacı olan bir yer, hem da halkın dinlenebileceği bir bahçe oluşturmak istemiş.
Bahçede tropikal bitkiler için büyük ve modern bir sera tesisinin yanı sıra özel bahçeler de var. Açık bahçede 6 binden fazla bitki türü mevcut. 2 binden fazla ağaç ve çalı türü bulunuyor. Tropik ve sübtropik bitki türlerinin sayısı da 1600'ü geçiyormuş. 1900 farklı meyve ağacı ve 500'den fazla çiçek türü var.
Bunlar sayısal bilgiler. Böyle arka arkaya sıralayınca insanın gözünün önünde pek bir şey canlanmıyor. O bakımdan tek tek anlatılmaları gerekiyor. Ama burada bunu yapamayacağım için birkaç örnekle yetinmek zorundayım. Doğru bir izlenim edinmek için gidip herşeyi yerinde görmek gerekiyor.
"Doğa sanata yaklaştıkça güzelleşir, sanat da doğaya yaklaştıkça..." diye bir söz duymuştum bir zamanlar. Gerçekten de, doğa olduğu gibi bırakılırsa bakımsız kalıyor ve insanın pek de tadına varabileceği bir yer olmaktan çıkıyor. İnsan elinin değmesiyle işlenen doğa parçaları özenle hazırlandığında ise tadına doyum olmuyor. Londra'daki Kew Garden'ı da pek beğenmiştim. Ama Beijing Botanik Bahçesi, bir başka güzel. Kew Garden'ı görmüş olanlar için şunu söyleyeyim: O bahçelere, doğu bahçecilik sanatının getirdiği güzelliğin eklendiğini düşünün. Beijing Botanik Bahçesi'nin içindeki göller bölgesi, ırmaklar, şelaleler bahçeye apayrı bir güzellik katıyor. Bütün bunlar son derece doğal görünüyor, ama hepsi insan eliyle düzenlenmiş. Hepsi tertemiz. Bizim gibi çocukken yeşil alanlardan düdüklü bekçiler tarafından kovalanmış bir ülkeden gelen biri için, bunca alanı ortada pek gözükmeden tertemiz tutan görevliler ayrı bir kutlamayı hakediyor.
Manolya Bahçesi'nden sözederken anlaşılmıştır, Botanik Bahçesi'nde çeşitli çiçek temalarına göre ayrı ayrı bahçeler hazırlanmış. Lâle Bahçesi'nde insanın aklına Osmanlının Lale Devri geliyorsa da, ortam çok başka. Zihnime gene engel olamıyorum: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa burayı görse kimbilir ne kadar gıpta ederdi!.. Patrona Halil isyan ettiğinde bu bahçelere kıyar mıydı? Acaba Şair Nedim "Bu bahçe-i Pekindür kî, bî misl ü behâdır; Bir sengine yekpare Acem mülki fedadır. Bazari hüner madeni ilm ü ulemadır" der miydi?
Hele Gül Bahçesi'ne geldiğinizde, Divan şiirindeki gül ve bülbül temalarının aklınıza üşüşmesinden kaçınamıyorsunuz. Bâkî bir yere saklanmış, ama sesi gene kulağınıza ulaşıyor: "Gül gülse daim ağlasa bülbül aceb değil; Zîra kimine ağla demişler kimine gül." Hatta hayal gücünüzü yine bir an serbest bıraksanız, "Yeşim İlkbaharı Dağı" taraflarından "Bülbülün çilesi yanmakmış güle, ömürler geçiyor ağlaya güle" diyen Nesrin Sipahi'yi duyar gibi olabilirsiniz. Bu vesileyle Yusuf Nalkesen'i anıp, bülbül seslerini duyabilmek için kulak kesildim. Birçok kuş sesi arasından bülbül sesini seçemedim. Acaba Çin klasik edebiyatında bülbülün güle sevdası işlenmemiş midir? Eğer öyleyse, bu benim bülbül sesi duymayışımın bir açıklaması olabilir mi? Belki de kulaklarım yeterince hassas değildir.
Krizantem Bahçesi'ni gezerken nedense aklıma pek fazla çağrışım gelmedi. Sadece bir an tekrar Zeki Müren'i düşündüm. Onun o şaşaalı, allı pullu elbiselerinin hepsinin birer ismi vardı. Eğer aklımda yanlış kalmadıysa, giysilerinden biri "Erguvanlar Yalan Söylemez" adını taşıyordu. Acaba isminin içinde krizantem ya da kasımpatı geçen bir elbisesi var mıydı? Bugün rahmetliyi anma günüm herhalde. "Itırlı Tepeler" ismini belki elbiselerinden birine verirdi.
Bir gün içinde tabii Botanik Bahçesi'nin her tarafını gezmek mümkün değil. Ben çiçek bahçelerinden başka özel ağaç bölgelerini de gezdim. Ama botanik bahçesinin içinde tarihsel ilgi alanı olabilecek ziyaret yerleri de var. "Uyuyan Buda" heykelinin bulunduğu Wofo Tapınağı'ndan söz etmiştim. Burası ilk olarak, 618-907 yılları arasında hüküm süren Tang hanedanı döneminde inşa adilmiş. Daha sonra çeşitli onarımlar ve genişletmeler yapılmış. Ziyaret edilecek bir başka yer de "Kızıl Köşkün Rüyası" adlı romanıyla tanınan Cao Xueqin anısına yapılan Anı Salonu. 1935 yılında iç savaşa son verme ve Japon işgaline karşı savaşma çağrısıyla başlatılan 9 Aralık Hareketi Pavyonu da tarihsel ziyaret yerleri arasında bulunuyor.
Botanik Bahçesi'nde ne bitkilerle ne de tarihle ilgili olan bir "anıt"tan özellikle söz etme ihtiyacı duyuyorum. Bu anıtı nasıl nitelendireceğimi bilmiyorum. Belki yeryüzü ölçümlemesiyle ilgili olduğu için "jeodezik" nitelemesini kullanmam pek yersiz kaçmaz. Evet, bu jeodezik anıt 40. kuzey enlemini belirlemek üzere yapılmış. 40. kuzey enlemi Beijing Botanik Bahçesi'nin içinden geçiyor. 40 derece güneyimizde Ekvator çizgisi, 50 derece kuzeyimizde ise Kuzey Kutbu var. Daha önce İskandinavya'nın kuzeyinde tam 60. kuzey enleminde de bulunmuştum. 60. enlemin yukarısında yazları güneş hiç batmaz. O nokta küçük bir anıtla işaretlenmişti. Buradaki ise hayli göz alıcı. Dikdörtgen şeklinde uzun bir taşa dünya haritası yapılmış. Haritanın batısı aşağı, doğusu yukarı bakıyor. Haritanın içinden geçen 40. enlem çizgisi haritanın dışına taşarak yerde 10 metre kadar batı yönünde ilerliyor. Bunun üzerine basıp batıya yöneldim. Ben burada, Asya'nın en doğu ucundayım, binlerce, binlerce kilometre ötede, Asya'nın en batı ucunda yurdumuz var. Bu enlem Türkiye'den de geçiyor. Hatta 4 saniye aşağısı Ankara, bir derece kuzeyi de İstanbul. Bir zamanlar bir yerde okuduğum bilgi doğruysa, 41. kuzey enlemi tam da Ayasofya'nın kubbesindeki âlemden geçiyormuş. Beijing Botanik Bahçesi'nden Türkiye'ye bir selam gönderdim, insan eliyle doğanın birlikte yarattğı bu harikanın bizim ülkemize de nasip olmasını dileyerek...
Botanik Bahçesi gibi yerleri anlatmak uzun betimlemeler ve buna uygun edebi beceriler gerektiriyor. Bunları yapabilmek benim harcım değil. Bambaşka bir duygu yüküyle söylemiş olsa bile, Orhan Veli'nin şu dizeleri imdadıma yetişir mi?
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.
Ama şu kadarını söyleyebilirim ki, burası Beijing'in İrem Bahçesi. İran'da Şiraz Üniversitesi Botanik Mühendisliği Fakültesi araştırma-uygulama alanına da "İrem Bahçesi" adı verilmiş. Bence uygun bir isim. Ama sanki Beijing Botanik Bahçesi'ne daha yakışıyor.
Ünlü Arjantinli yazar Jorge Luis Borges cenneti çok büyük bir kütüphane olarak tasavvur edermiş. Fakat Borges'in gözleri görmüyordu. Beijing Botanik Bahçesi'ni dünya gözüyle görme imkanı yoktu. Görseydi tasavvurunda bir değişiklik yapar mıydı? Bilmiyorum. Ama ben Borges'e şöyle bir nazire yapmak isterdim: Cenneti, içine büyük bir kütüphane binası eklenmiş olan Beijing Botanik Bahçesi gibi tasavvur ediyorum.