Bir ülkeyle ilgili izlenimler günlüğe geçirilirken, hoşa giden olayları yazmak zevklidir de, bir felaketi yazmak hiç de kolay değil. Ama, bir ülkeyi tanırken orada yaşadığımız hoş olaylar kadar acı olaylar da öğretici oluyor. Hatta kimi durumlarda acı olaylarla edinilen bilgiler daha kalıcı, daha doğru oluyor.
Sihhuan eyaletinin Wenchuan ilçesinde meydana gelen 8.0 büyüklüğündeki depremi felaketin merkez üssünde yaşamadım. Hatta sarsıntı Beijing'de de hisssedilmiş olmasına rağmen ben farketmedim. Farketmediğim bir şey de depremin ardından birkaç saat geçene kadar felaketin ne kadar büyük çaplı olduğuydu.
İlk birkaç saat zaten pek ayrıntılı bilgi ulaşmadı. Ben de Beijing'deki herkes gibi günlük yaşam tempoma devam ettim. Ama aradan zaman geçip de depreme ilişkin ilk bilgiler gelmeye başlayınca, afetin vahameti de yavaş yavaş belirginleşti.
Önce depremin şiddetinin 7.6 büyüklüğünde olduğu söylendi. Bu büyüklükteki 1999 Marmara depremini ben de yaşamıştım. Depremin zeminde yarattığı sarsıntı kadar ruhlarımızda meydana getirdiği sarsıntı da aklıma geldi... Ama bir süre sonra şöyle bir mantık yürütmeye başladım: Bizde kamusal organlar denetim görevini gereğince yerine getiremediği için iş ahlakı ve insani ahlak kaygılarından uzak müteahhitlerin inşa ettiği evler yıkılmıştı. Oysa burada kamusal denetim çok daha iyiydi ve konutların 8.0 büyüklüğündeki depreme dayanıklı olarak inşa edildiğini duymuştum. O nedenle ölü, yaralı ve kayıpların sayısı Marmara depremindeki kadar olmayabilirdi.
Kısa sürede, bunun kendi kendimi teselli çabası olduğunu anladım. Çünkü bir süre sonra sismologlar depremin büyüklüğünün 8.0 olduğunu açıkladı. Belli bir şiddetten sonra, büyüklükte her onda birlik artış bile depremin etkisini aritmetik değil geometrik oranda arttırıyordu. Sichuan'da ulaşılamayan pek çok yerleşim bölgesi vardı. Depremde "dağlar yürüdü" denecek kadar büyük toprak kaymaları olmuş ve ulaşım yolları tıkanmıştı. Felaketle sarsılan bölgelere ulaşılamıyordu.
Aklıma hep Marmara depreminde ölen ve yaralananlar ile ardından yaşanan tartışmalar geldi. Senelerce "Devlet şunu yapar mı?", "Devlet bunu yapar mı?" deyip "özelleştirme özelleştirme" diye tutturarak devletin küçülmesini ve güçsüzleşmesini savunanlar, felaket kapıya gelince "Devlet nerede?" diye figan etmeye başlamıştı. İşte istedikleri olmuş, devlet pekçok şeyden elini ayağını çekmişti. Şimdi bir devlet örgütlenmesinden beklenen asli görevleri bile yerine getiremiyordu. Dahası, devlet güçsüz olunca, vatandaşlar kendi çabalarıyla birbirine yardım etmeye kalkıştığında, bu çabalar için bir eşgüdüm çalışması bile yapılamıyor, bütün toplumun afetzede vatandaşlara sahip çıkmak için seferber edilmesi bir yana, kendi girişimiyle insanların yaralarını sarmaya çalışanlar dahi canından bezdiriliyordu.
Çin ise devletin güçlü olduğu bir ülke. Özel sektörün ekonomide yer almasına izin verilse de, bu merkezi planlama ile denetim altında tutuluyor, ekonominin yönü devlet tarafından tayin ediliyordu. Merkezi hükümet ve her düzeydeki yerel yönetim organlarının düzgün ve etkili işlemesine önem veriliyor, devleti zayıflatıcı değil, güçlendirici önlemler alınıyordu.
Zaman geçtikçe ve felaketin boyutlarının facia denecek ölçüde büyük olduğu anlaşılınca benim de kafamda bir takım sorular belirmeye başladı:
Acaba Çin'de yönetim organları ve onların başındaki politikacılar felaket karşısında nasıl hareket edecekti?
Ayrıca, acaba basın-yayın kuruluşları olaya nasıl yaklaşacak, felaketi topluma ve dünyaya nasıl duyuracaktı?
Merak ettiğim bir konu da, şuydu: Çin karşıtı güçler bu felaketi bile, Beijing Olimpiyat oyunlarını sabote etme girişimi için nasıl kullanacaklardı?
Burada, kafamda neden özellikle bu soruların belirdiğini de açıklamam gerek. Sovyetler Birliği'nin ilk zamanından beri kimi sosyalist ülkelerde yerleşmiş bir uygulama olarak, büyük çaplı felaketler meydana geldiğinde, olayla ilgili bütün haberler anında duyurulmaz, halkın bilgilenmesi yavaş yavaş sağlanırdı. Bunun nedenini hiçbir zaman anlayabilmiş değilim. Kuşkusuz birçok neden gösterilebilir: Halkın paniğe kapılmasının önlenmesi ve kurtarma çalışmalarının düzen içinde yapılabilmesi için sükunet ortamının korunması vb... Ama her neden karşıtıyla birlikte ele alındığında, bu yaklaşım bana göre, zararı yararından daha fazla olan bir yöntemdir.
Ama Çin'deki devlet yönetimi anlayışında son yıllarda önemli değişiklikler gözleniyor. Çinli yöneticiler halkın arasına karışıp onlarla dertleşiyor ve halkın sorunlarıyla birebir ilgileniyor. Cumhurbaşkanı Hu Jintao ve Başbakan Wen Jiabao'yu sık sık halkın içinde görüyoruz. Üstelik bunlar basit birer halkla ilişkiler manevrasından ibaret değil. Önemli olaylarda da meselenin saklanması yoluna gidilmeyip, halkın bilgilendirilmesi yoluyla olumsuzlukların üstesinden gelinmesi için yürütülen çalışmalara katılmasının sağlanmasına özen gösteriliyor.
Ama acaba deprem olayında nasıl olacaktı?
Çin basını olayı nasıl aktaracaktı?
Felaketle ilgili ilk haberler alındıktan sonra, başta pekçok kanalla ülke düzeyinde ve yurtdışına yayın yapan CCTC olmak üzere, bütün televizyonlar elde edilebilen tüm bilgileri anında izleyicilere aktardılar. Bilgi alınabilen yerlerden elde edilen veriler kadar, ulaşılamayan yerler bulunduğunun açıkça söylenmesi de önemliydi. Depremin dağlık bir bölgede meydana gelmiş olması nedeniyle oluşan toprak kaymaları ulaşımı kesintiye uğratmış, elektrik şebekesi devre dışı kalmış ve telefon iletişimi kopmuştu; bu yüzden büyük nüfuslu yerleşim merkezlerinden hiçbir haber alınamıyordu. "Yardım çalışmaları en kısa zamanda başlatılmış olup gereken önlemler alınmıştır" gibi kuru açıklamalar yerine, elde edilebilen bilgiler kadar ulaşılamayan yerler, yapılabilenler kadar yapılamayanlar da açıklıkla halka duyuruluyordu. Hem merkezi televizyon kanalları hem de yerel kanallar kesintisiz canlı yayın yaparak saniye saniye bütün gelişmeleri halka aktarıyordu. Böylece felaketzedelerin acılarını yüreklerinde duyan halkın seferber olarak arama-kurtarma çalışmalarına destek vermesi sağlanıyordu. Bu yoğun bilgilendirme sayesinde ülke çapında anında yardım kampanyaları örgütlendi. O kadar ki, sadece Çinliler değil, bu ülkede yaşayan yabancılar da, haberlerdeki bu açıklık çizgisi sayesinde Çin halkının acısını hafifletebilmek için ne yapabileceklerini düşünmeya başladılar. Çin'deki Türklerin haberleşme sitesi, bu ülkedeki Türklerin yardım çalışmalarına nasıl katılabileceğine ilişkin somut önerilerle ve yapılan yardım haberleriyle doldu.
Dikkat çeken bir nokta da, Çin hükümetinin felakete müdahale hızı oldu. Çin hükümeti gerçekten de hayranlık verici bir hızla harekete geçti. En tepedeki yöneticileriyle arama-kurtarma ve yardım çalışmalarını bizzat yönetmeye başladı. Çin Başbakanı Wen Jiabao, depremin üzerinden bir buçuk saat gibi kısa bir süre geçtiği sırada çalışmaları yönetecek ekibi toplamış ve başına geçerek komutayı ele almıştı. Olay mahalline en yakın yere derhal helikopterle ulaşarak, çalışmaları yönetmek için düzenlediği toplantıları, depremin merkez üssüne hareket eden trende yapıyordu. Bu acil harekete geçme yeteneği, Çin'in önceden tahmin edilemeyen âni olaylara müdahalesinin ne kadar hızlı ve etkili olduğunu herkese gösterdi. Cumhurbaşkanı Hu Jintao da gelişmeleri an be an izleyip ilgili yerlere gerekli talimatları vererek acıların hafifletilmesi için Çin devletinin elindeki bütün olanakların kullanılmasını sağlamaya çalıştı. Çin Halk Kurtuluş Ordusu, iç güvenlik görevi yapan askeri birlikler ve polis de dahil olmak üzere bütün kamu kuruluşları bir an önce felaket bölgesine ulaşmak için canlarını ortaya koyarak çalıştı. Ulaşım kesik olduğu için havadan paraşütle asker indirmek de dahil olmak üzere, her yol kullanılarak, olabilecek en kısa sürede felaket bölgesine ulaşıldı. Bütün bunlar, Çin devletinin acil durumlar karşısında önceden hazırladığı planlar sayesinde mümkün oldu.
Deprem haberini aldıktan sonra aklıma ilk gelen soru böylelikle yanıtlanmış oldu. Aslında öteki soruların yanıtı da bu anlattıklarımda yatıyor. Çünkü Çin hükümeti ve Çin basın-yayın kuruluşları haberde herkesin takdirini kazanacak bir açıklık çizgisi izledi. Öyle ki, Çin karşıtı güçlere fazla bir manevra olanağı kalmadı. Çin devletinin bütün olanaklarını kullanarak bu felakete anında müdahale etmesi ve beklenmedik durumlara ne kadar hazırlıklı olduğununun dosta düşmana gösterilmiş olması, ellerini oğuşturup bekleyenlerin, hayal güçleri ne kadar zengin olusa olsun, etkili malzemeler üretebilme olanaklarını kısıtladı. Bu felaket karşısında Çin ufacık bir acz belirtisi bile göstermiş olsaydı, Batılı basın yayın kuruluşlarının "İşte, görüyorsunuz! Çin, Olimpiyat Oyunlarını düzenleyebilecek yetenekte değil. Acil durum karşısında böyle hareket eden bir ülke, Olimpiyatlarda meydana gelebilecek bir olayla nasıl baş edebilir" yollu bir kampanya başlatması an meselesiydi. Gene de bu doğrultuda cılız birkaç girişimde bulunulması beklenmedik birşey olmaz. Ama, aralarında Çin karşıtı kampanyaların odağı olan ülkeler de olmak üzere, pekçok yabancı ülke liderinin ve uluslararası kuruluşun başkanının da övgüyle teslim ettiği gibi, Çin son felaket karşısında ne kadar hazırlıklı olduğunu bütün dünya karşısında kanıtladı.
Felaket karşısında Çin, yönetimin önderliği altında el ele, gönül gönüle vererek, zorluklar karşısında pes etmeyeceğini herkese gösterdi. Acısını yüreğine gömerek yaralarını sarmaya başladı. İnsanın inançla ve kararlılıkla işe sarıldığında neleri yapabileceği bu acı olay sayesinde bir kez daha gözler önüne serilmiş oldu. Güçlü bir devlet ve "Halkın çıkarı herşeyin önündedir" ilkesiyle hareket eden bir hükümet, halka zorlukların üstesinden gelme gücünü nasıl verirmiş, halkta kalbindeki büyük acıya rağmen kahramanca çalışma coşkusunu nasıl yaratırmış, bu vahim olayla görüldü. Güçlüklerden yılmayan, eninde sonunda ille kazanıyor! Ama güçlükten yılmamak için, yapabileceğine inanmak gerekiyor. Bu inancı ise halka devlet ve halkın hizmetinde bir hükümet kazandırıyor.
Bugün devletin ve hükümetlerin bilinçle uyguladıkları politikalar sayesinde halkta umutsuzluk ve bezginlik duyguları hakim, ama bizde de Cumhuriyetimizin ilk 15 yılında bu ruh görüldü. O ruh devam etseydi nelerin başarılacağını Çin'deki bu trajik günlerde de bir kez daha gördük.
Çin günlüğümde hep bu ülke ile Türkiye arasında birtakım kıyaslamalar yapıyor, kendimi bundan alamıyorum. Bunun nedeni, daha önce de tekrarladığım gibi, hem Türkiye Cumhuriyeti'nin hem de Çin Halk Cumhuriyeti'nin'in devrimle kurulmuş ülkeler olması. 20. yüzyıldaki üç önemli devrimden ikisi Türkiye'de ve Çin'de meydana geldi. Bizim ülkemizdeki devrimci atılım, Mustafa Kemal'in ölümünden sonra yarım kaldı. Çin'de ise devrim yeni bir atılım yaptı. Çin, koyulduğu yola Türkiye'den çok daha elverişsiz şartlar altında başlamıştı. Bugün dünyanın en hızlı gelişen ülkesi oldu. Bizim ülkemiz de kuşkusuz olduğu yerde kalmadı. Ama eğer Cumhuriyet Devrimi kurucusunun ölümünden sonra sekteye uğratılmasaydı ve onun istediği gibi yeni atılımlarla sürdürülseydi ne olurdu diye merak ediyoruz. Ne olabileceğinin örneklerini de Çin'de görüyoruz. O bakımdan her olayda iki ülkeyi kıyaslayışım tuhaf karşılanmamalı.
Sonuç olarak benim bu felaketten ve felaket karşısında gösterilen tavırlardan çıkardığım ders şöyle ifade edilebilir: Bir ülkenin güçlü bir devlete ve kararlı bir yönetime sahip olmasının ne kadar önemli olduğu, kendini olağan durumlarda değil, olağanüstü durumlarda belli ediyor.