Beijing'de ulaşım deyince insanın aklına çok farklı seçenekler geliyor. Bisiklet, elektrikli bisiklet, motosiklet, araba, taksi, otobüs ve metro. Bütün bunlar, gideceğiniz yere ve saate göre, eşit olasılıkla tercih edebileceğiniz seçenekler. Ben de gideceğim mesafeye, saate, orada kalacağım süreye göre her zaman farklı bir yolu tercih ediyorum. Şimdi bunları biraz ayrıntılandıralım.
Bisiklet, Beijing'in geleneksel ulaşım araçlarından bir tanesi. Eskiden beri kullanılan bir ulaşım aracı olsa gerek. Geçen programlarımdan bir tanesinde bahsetmiştim, eski Beijing, geleneksel Beijing, "hutong" denilen küçük sokak ve mahallelerden oluşuyor. Bu "hutong"ların uzun olanlarının bir ucundan diğer ucuna gitmek veya komşu ya da çok uzak olmayan hutonglara gitmek için bisiklet çok elverişli. Pekin'de, köprüleri ve üst geçitleri saymazsanız hemen hemen hiç yokuş yok denebilir, yollar hep dümdüz, o yüzden bisikletle bir yere gitmek son derece kolay. Yokuş olmadığı için, eğer çok aceleniz yoksa sürerken çok yorulmuyorsunuz ve vites değiştirme ihtiyacı da çok fazla duymuyorsunuz; o yüzden pahalı, vitesli bir yarış bisikleti de şart değil. Eski tip, kocaman, azametli bir görünüşü olan, 26 inçlik jantları olan ağır bisikletler, benim en sık rastladıklarım arasında. Böyle bir bisikleti, 150 yuana almanız mümkün. Tabii bu kadar çok bisiklet olduğu için, özel olarak yapılmış, arabaların girmemesi gereken, bazen yalnızca çizgiyle, bazen de betonlarla ayrılmış, geniş bisiklet yolları var. Bazen bu bisiklet yolları, araç yolundaki bir şeritten daha geniş bile olabiliyor. Bazen de arabalar, trafik sıkışık olduğu için bisiklet yoluna girip oradan gitmek isteyebiliyor, fakat altımda bisiklet olduğu zamanlar ben ve benim gibi birçok "gıcık" bisiklet sürücüsü, orası araba yolu olmadığı için, arabanın normal olarak girmesi yasak olduğu için, yolun ortasından aheste aheste gitmeye devam ediyoruz, araba da yasak yerden gittiğini bildiği için korna çalamıyor, sonuç olarak önündeki ilk boşluktan tekrar araç yoluna giriyor. Yani o yol bu kadar bisikletlilere ait işte. Trafik ışıklarında, otomobillere, yayalara ve bisikletlere özel ışıklandırma var, ve hemen hemen her trafik ışığında, elinde bayrağı, ağzında düdüğüyle, kimin ne zaman geçeceği ya da duracağı konusunda halkı yönlendiren, trafik polisi olmayan fakat çoğu zaman üniformalı görevliler duruyor. Trafik ışığı kırmızıdan yeşile döndüğü zaman, onlarca araba, onlarca yaya ve onlarca bisikletli, farklı şeritlerden karşıya geçmeye başlayarak güzel ve renkli bir görüntü oluşturuyorlar. Bu bisikletlilere baktığımda, özellikle yazın, çok ilginç bir ayrıntı çarpıyor benim gözüme. Çinlilerin büyük ve çok güzel bir alışkanlığı gazete okumak. Özellikle sabah erken saatlerde, dışarıdaki, otobüs bekleyen, metro bekleyen, hatta metronun içindeki, otobüsteki, ya da yürüyen insanların belki de yüzde 30'unun elinde gazete olur, daha işe gitmeden günlük haberleri okurlar. Peki bisikletli bunu nasıl yapsın değil mi? Ama yapıyor. Sözünü ettiğim o eski tip bisikletlerde, özellikle yazın hava sıcakken, yağmur ve toz fazla yokken, iki kişi bulunuyor. Bazen süren erkek arkada oturan bayan, bazen de süren bayan arkada oturan erkek oluyor. Arkada oturan kişinin birçok zaman elinde gazete oluyor ve yol boyunca o gazeteyi sesli olarak okuyor. Bu şekilde hem iki kişi de aynı anda yol almış ve gidecekleri yere varmış, hem de yine ikisi de birlikte gazete okumuş ve günlük haberleri öğrenmiş oluyor. İlk geldiğim zamanlarda, bu ilginç alışkanlık çok ilginç gelmiş, çok da hoşuma gitmişti. Nitekim, bunun sonucunu da birçok defa gördüm. Nasıl mı? Kendime giysi almak için bir mağazada alışveriş yapıyordum. Giysiyi aldım, fakat bir yerini diktirmem gerekti. Satıcıya "Siz yapabilir misiniz?" diye sordum, o da kendilerinin yapamayacağını, fakat mağazanın terzisinin olduğunu, ona yaptırabileceğimi söyleyerek bana yerini gösterdi. Gittim terziye, dikmesi gereken yeri gösterdim. Gayet kötü bir Çinceyle bana nereli olduğumu sordu. Türk olduğumu söyleyince işini kısa bir süre için bırakıp bana baktı. Sonra aksanı bile bu kadar bozuk, terzilik yapan birisinden hiç beklenmeyecek bir kültür seviyesiyle bana, yüzde 40'ını net olarak anlamasam da anladıklarımdan çıkardığım üzere şunları söyledi: "Türkiye'deki insanların çoğu Müslüman, sizin komşunuz Irak da Müslüman, Amerika Müslüman değil, o kadar uzak yerden geliyor, Irak'ı vuruyor, siz onu durdurmuyorsunuz, hatta yardım ediyorsunuz. Size "vur" dese siz de vuracaksınız, neden Amerika'yı bu kadar dinliyorsunuz? Ondan ne çıkarınız var? Türkiye onlara, uçaklarını uçurması için izin vermese (bu kısmı, ikinci üçüncü söyleyişte anladım, 'üslerini kullandırmasa' gibi bir şey söyledi ama Çincem o kadar derin olmadığı için onu anlamadım, sonradan basitleştirdi) Amerika orada kazanamaz, hem o zaman Rusya da size yardım eder, İran Müslüman, onlar da yardım eder, biz Müslüman değiliz ama siz Amerika'ya karşı çıktığınız için biz de (yani Çin de demek istiyor) yardım ederiz, o zaman çok daha doğru olur." Evet dedikleri doğruydu doğru olmasına da, ben ona cevap vermeden önce, terzilik yapan birinin, dünya siyaseti, dünyadaki gelişmeler hakkında bu kadar ayrıntılı bilgi sahibi olup anında bana söylemesine çok şaşırmıştım. Sonra kendimi toparlayıp, "Evet haklısın, ben de öyle düşünüyorum, ben de bunu istemiyorum, fakat yapabileceğim bir şey yok" gibilerinden bir cevap verebildim. Zaten onun dediklerini anlayıp, kafamda toparlayıp ona cevap verene kadar, küçücük olan dikilecek yer onarılmıştı bile. Çincem siyaset tartışacak kadar iyi olsa, aslında biraz daha kalıp sohbet etmek isterdim, fakat benim anlamadığım bir şeyler söyleyip moralimi bozmasından biraz çekindiğim için iş bitip parayı ödedikten sonra hemen oradan ayrıldım. Yolda da bir süre düşündüm. Türkiye'de herhangi bir mağazanın terzisinin, muadil bir örnek verecek olursak Çin hükümeti ile Taiwan bölgesi arasındaki sorunu, son zamanlarda neler olduğunu, gelişmeleri biliyor olmasına olanak yok. Çin'de bunun mümkün olmasını da ben okumaya olan düşkünlüğe, metroda, otobüste, bisikletin arkasında oturduğu yerde gazete okuma alışkanlığına bağladım ve çok hoşuma gitti. Bu örnek kadar çarpıcı olmasa da, bir örnek daha vereceğim. Türk olduğumu söylediğim zaman çoğu kişi, Beijing'de birçok yerde satılan "Tuerqi kaorou"dan, yani Türk dönerinden bahsediyor. Hemen hemen herkes Türk dönerini biliyor. Ya da bir başka tepki, "sizin ülkeniz futbolda çok iyi" veya "İstanbul en büyük şehriniz, Ankara ise başkentiniz, yani İstanbul Shanghai'a, Ankara ise Beijing'e benziyor". Evet bunları söyleyen mühendis, doktor filan değil, bazen durakta geçişi düzenleyen görevli, bazen taksi şoförü, bazen herhangi bir restorandaki garson, bazen de metrodaki bilet satıcısı. Çin'de durum bu iken, yaklaşık bir hafta önce bir işlem için Türkiye'deki bir bankanın müşteri hizmetlerini aradığımda, güvenlik için bana adresimi sordu, veri tabanlarında kayıtlı olan Çince adresimi söyledim, sonunda da "Pekin, Çin" diye bitirdim. Görevli ise bana "Burada farklı bir yer kayıtlı" diye cevap verdi. Adresi tekrar ettim, "Hepsi doğru ama burada 'Pekin' yazmıyor" dedi. Yaklaşık yarım dakika kadar düşündüm, adreste başka ne var diye. Numara, cadde, alan, hepsi doğruydu. En sonunda ben sordum, "başka bir şey hatırlayamadım, ne yazıyor acaba" diye. Ne dese beğenirsiniz? "Pekin diye bir şey yazmıyor, Beijing yazıyor" dedi. Gülmemek için zor tuttum kendimi, yorum siz sevgili dinleyicilerimizin.
Evet bisiklet hakkında direkt ve dolaylı bu kadar konuşmak sanırım yeterli. Bir de şunu belirteyim, gördüğümde şaşırmıştım, Beijing'de yakın zamanda başlayan bir uygulama da bisiklet kiralama. Fiyatları bilmiyorum, hiç sormadım, ama metro çıkışlarında ya da genelde kalabalık olan merkezi yerlerde, bahsettiğim eski bisikletlere göre nispeten yeni görünen, bembeyaz boyalı ve birbirine bağlı bisikletleri ilk gördüğümde kiralık olduklarını anlamadım ve şaşırdım, çünkü zaten o tür bisikletleri almanın maliyeti de çok düşük olduğu için kiralık olabilecekleri gelmedi ilk başta aklıma. Sonradan üzerlerindeki "kiralık" yazısını görünce anladım, ama dediğim gibi gidip ne kadar olduğunu ya da kiralama koşullarını sormadım.
Gelelim metrolara... Beijing şehir merkezi, iç içe üç dikdörtgen şeklindeki otobanlara göre anılıyor. Otobanların her birine "ring" deniyor. En içte, Tiananmen Meydanı'nın bulunduğu alan birinci ring olarak kabul edilerek, ikinci ringin dışı, ikinci ring ile üçüncü ringin arası şeklinde yer belirtilebiliyor. Bir yer sorduğunuzda "ikinci doğu ringin kuzeyi" dendiğinde, mahalle, sokak veya hiçbir isim olmaksızın yaklaşık olarak neresi olduğunu anlıyorsunuz. Metro hatları da, birinci, ikinci, beşinci, sekizinci ve on üçüncü hat olarak numaralandırılıyor. Neden sırayla gitmemiş, ben de bilmiyorum. Örneğin 4 sayısının söylenişi, ölüm kelimesinin söylenişine çok yakın olduğu için uğursuz ve birçok yerde kullanılmıyor. Çok katlı apartmanların birçoğunun asansöründe dördüncü kat yoktur, 3'ten sonra 5 gelir, yani 6'ya bastığınızda aslında 5'e çıkarsınız, ama adı 6'dır. O yüzden dördüncü hat olmaması doğal, ama 1 ve 2'den sonra neden 3 değil de 13 gelmiş bunu ben de anlamadım. Birinci hat, ikinci ringi doğu batı doğrultusunda, birkaç ay önce hizmete açılan beşinci hat ise yine ikinci ringi kuzey güney doğrultusunda kesen metro hatları. İkinci hat ikinci ring üzerinde döngü oluşturan, on üçüncü hat ise şehrin kuzeyini dolanan hat. Bu hatlarda, ikinci ile on üçüncü hattın birleştiği Xizhimen istasyonu dışında hepsi birbirine bağlı ve hiç dışarı çıkmadan aktarma yapabiliyorsunuz, fakat Xizhimen'de dışarı çıkarak diğer hatta geçiyorsunuz. Bence metro hatları, bir yerden, uzak başka bir yere gitmek için gayet kullanışlı, trafik derdi yok, saatler sabit. Fakat gözlemlediğim en olumsuz yanı, kapının kapanmasındaki acelecilik. Bir keresinde, inen kişi çoktu, ben de arada sıkışarak inmemek için herkesin inmesini bekledim, en son ben inecektim, daha ben inemeden kapı kapandı ve metro hareket etti, ben içerde kaldım, bir sonraki durakta inip, karşıya geçip bir istasyon geri dönmek zorunda kaldım. Tabii böyle olunca, daha insanlar inmeden, dışarıdakiler binmek için uğraşıyor, herkes birbirini itiyor, sıkışıklık ve gerginlik oluyor. Sürekli yapılan "lütfen önce inenleri bekleyelim, sonra binelim" anonslarına rağmen kapı açılır açılmaz aynı anda dışarıdakiler kendilerini içeri, içeridekiler de dışarı atmak için uğraşıyor. Çok defa şahit olduğum bir başka olay da, metronun içi neredeyse yarı yarıya boşken ve daha onlarca insanın binebileceği kadar yer varken kapıların kapanması ve insanların dışarıda kalması. Bu sorunların olimpiyatlara kadar çözüleceğini düşünüyorum, bunlar çözüldükten sonra Beijing metrosu gerçekten kullanışlı hale gelecek. Özellikle sabah ve akşam işe gidiş ve işten dönüş saatlerinde yoğun trafiğe yakalanmamak için, neredeyse şehrin yarısından geçen metro hattı iyi bir seçenek.
Taksi, özel araç ve motosikletten bahsetmek için sanırım süremiz yeterli değil. Onlardan da bir başka programımızda bahsederiz. Çincesini öğreneceğimiz kelimelerle bu haftaki programı noktalayalım. Metro, di(4) tie(3). Bisiklet zi(4) xing(2) che(1). Program içinde dört sayısı ile ölüm kelimelerinin yakın olduğunu söylemiştik. Dört, si(4). Ölmek si(3). Döner ise, kızarmış et, barbekü anlamlarına da gelen kao(3) rou(4). Türk demeyi son programda öğrenmiştik tu(3) er(3) qi(2) şeklindeydi, Türk döneri de tu(3) er(3) qi(2) kao(3) rou(4).