Bu çevreden kişiler, bir gün Ahmet'e, kendi aralarında bir eğlence düzenleyeceklerini, eğlencenin içinde şarkılar, söyleşiler, parodiler, danslar olacağını, bu etkinlik kapsamında Türk olarak onun da sahne almasını istediklerini, katılmak isteyip istemediklerini sormuşlar. Ahmet de arkadaşlarına soracağını söylemiş, biraz zaman istemiş. Sonra Ahmet bana bu olaydan bahsetti, ne yapabiliriz diye sordu. Benim piyano çaldığımı biliyordu, fakat etkinliğin düzenleneceği yerde piyano yoktu, hem piyano çalmak evet bir Türk'ün gerçekleştirdiği bir şey olacaktı ama tam anlamıyla Türk kültürünü temsil eden bir şey olmayacaktı. O yüzden, üzerinde konuşup, piyano – saz – flüt üçlüsü yapmaya karar verdik. Bu çerçevede, saz çalan İsa'yı da işin içine kattık emrivaki bir şekilde, Harun da flütle eşlik edecekti. Sonra, oradaki etkinliklere katılacak olan Çinli bir bayan bize bir elektronik org, klavye temin edebileceğini söyledi. Bu şekilde enstrüman sorunumuz çözülmüştü, piyano niyetine kullanabileceğimiz bir orgumuz, benim evdeki flütüm ve daha olaydan haberi bile olmayan İsa ve sazı vardı. Şimdi iş provalara kalmıştı.
Gayet keyifli bir şekilde, orgu aldık, Harun'un evinin uygun olacağı bir zaman ayarladık. Orada birçok kişi toplandık. İlk olarak çalmak istediğimiz parçalara karar verdik. Bir yavaş bir hızlı parça düşündük, Kara Tren ve Mavilim'i seçtik. Bir de ben solo olarak Mozart'ın Türk Marşı'ını çalacaktım. Türk Marşı'nı Çinlilerin çoğu biliyor, ve Çin'de bir Türk'ün, dünyaca ünlü Türk Marşı'nı çalması güzel olur diye düşündük. Bu şekilde her şey ayarlanmıştı. Fakat provada bir sorun çıktı ve İsa'nın söyleyeceği ton ile Harun'un flütte çalacağı ton uymadı. Orgdaki tonu dijital olarak değiştirme şansımız olduğu için onda bir sorun yaşamadık ama provada programdan flütü çıkarmak zorunda kaldık. Harun'a da "o zaman sen de oynarsın" dedik, zorla da olsa kabul ettirdik. Yaklaşık 4-5 saatlik bir prova sonunda, nerede hangi tekrarları yapacağımızdan hangi tonda çalacağımıza kadar her şey ayarlanmıştı. İsa, kısa bir solo saz taksimi ile girecekti, sonra Kara Tren'i çalacaktık ve İsa söyleyecekti, sonra hiç kesmeden Mavilim'e geçecektik, biz Mavilim'e geçtiğimiz esnada Harun, Bahadır, Ahmet de oynayacaktı. Mavilim bittikten sonra sahnede ben kalacaktım, solo olarak Türk Marşı'nı çaldıktan sonra programı bitirecektim. Bu programımızı, etkinliği organize edenlere söylediğimiz zaman, Çinli bir bayan da oynamak istediğini söyledi, biz de şaşırdık ve çok memnun olduk, saz ve piyanoyla çalınan Türkçe bir türkü, ve oynayan bir Çinli bayan, çok hoş, renkli bir profil oluşturacaktı.
Derken zaman geldi çattı. Askeri Müze'nin kullanılmayan bir etkinlik salonu ayarlandı, birçok arkadaşla birlikte saatler öncesinden gittik, ses sisteminin kontrolünü yaptık, prova yaptık, her şeyi ayarladık. Melis de bizi kameraya çekecekti. Bizden önceki son program bitip, "Ahmet ve Türk arkadaşları" şeklinde anons edildiğimiz zaman salonda büyük bir alkış koptu. Sahneye çıktık, düzeneği kurduk. İsa taksimine başlayıp sazın tellerine dokunduğu anda salondan bir alkış daha yükseldi. O taksimini icra ederken ben çalmadığım için etrafa bakma şansım vardı. Herkesin ilgili ve meraklı bakışlarını, arkadan tam göremeyip öne gelen ve arka sıralar boş olmasına rağmen önde ayakta izleyen insanları, cep telefonuna ve kamerasına kaydeden birçok kişiyi görmek beni hem çok mutlu etmiş, hem çok gururlandırmış, biraz da duygulandırmıştı, sonuçta belki 200 kişinin arasında Çinli olmayan yalnızca biz vardık ve icracısıyla seyircisiyle oynayanıyla topu topu 7-8 Türk'tük ve aylardır dinleme şansımız bile olmayan türküleri kendimiz çalıp söylüyorduk, gerçekten güzel bir duyguydu. Kara Tren bitip Mavilim'e geçtiğimiz zaman, aynen planladığımız şekilde Harun, Bahadır, Ahmet ve Çinli bayan sahneye çıktılar ve çok güzel bir şekilde oynadılar. Çinli bayanın sanki öncesinde ders almışçasına güzel oynayışı görülmeye değerdi. Mavilim'den sonra selam verdik ve sahnede ben tek kaldım ve Türk Marşı'na başladım. Başladığım anda yine bir alkış yükseldi, ve parça boyunca alkışlar ritm tutmak suretiyle devam etti, bitirdiğim zaman da tekrar büyük bir alkış geldi. Bu şekilde programı tamamladık.
Hiçbir terslik olmadan, güzel başlayıp güzel bitmişti programımız. Ahmet'in arkadaşı olan Çinliler, orada olup onların gecesine katıldığımız ve program düzenlediğimiz için bize teşekkür ediyorlardı, biz ise bize böyle bir etkinlikle Türk kültürünü, türküsünü, oyununu, müziğini bir nebze olsun Çinlilere tanıtma, onlarla paylaşma fırsatını verdikleri için onlara teşekkür ediyorduk. Bizden sonra program daha uzun bir süre devam edeceği için biz izin isteyerek biraz erken ayrıldık. Ahmet de ben de, diğer tüm Türkler de, hepimiz çok mutluyduk.
Evet sayın dinleyiciler, bu gecemiz, bu etkinliğimiz bu şekilde noktalandı. Bu olay, Çinlilerin yabancı kültürlere olan ilgisini ve paylaşmaya verdikleri önemi gösteriyor. Çinliler, sanat konusunda çok açık, rahat ve ortalamanın üzeri yetenekliler. Yolda yürürken, tipi oldukça sıradan bir Çinlinin, profesyonel bir opera sanatçısıymışçasına yüksek ve tok bir sesle arya söylediğine, bir parkta birkaç kişinin bir araya gelip farklı enstrümanlar çalarak şarkı söylediğine ve dans ettiğine çok sık rastlayabilirsiniz. Onlar bu tür şeylere çok açık ve alışık oldukları için, farklı bir kültürün ifadesi, sanatı, oyunu, herhangi bir şekilde temsili, onlara çok ilginç ve hoş geliyor, o yüzden bu tür etkinliklerden çok zevk alıyorlar. Ben de diğer arkadaşlarla birlikte bana da böyle bir fırsat verdikleri için etkinliği organize eden Çinlilere ve beni bu etkinliğe davet ettiği için Ahmet'e çok teşekkür ediyorum. Çincesini öğreneceğimiz kelimelerle bu haftaki programımızı noktalayalım. Türk demek için Çince'de, tu(3) er(3) qi(2) dememiz gerekiyor. Müzik, yin(1) yue(4). Askeri müze, jun(1) shi(4) bo(2) wu(4) guan(3).