Bugün sizlere, "Çin" denince çok büyük bir kısım insanın aklına gelenden çok farklı bir Çin örneği verip, ayrıntılarını anlatacağım.
30 yıl öncesinde dünyanın en fakir devletlerinden biri, şu an dünyanın en hızlı gelişen ve zenginleşen ülkesi, yakın vadede ise dünyanın en büyük ekonomisi olmaya aday olan Çin. 1.5 milyara yakın nüfusuyla, tüm dünyanın yaklaşık yüzde 20'sini oluşturan Çin. Evet Çin deyince, yakın zaman öncesine kadar birçok kişinin aklına, kısa boylu, beceriksiz, çirkin, dinsiz imansız insanlar geliyordu. Ancak Çin giderek yükselen bir devlet haline gelerek tüm dünyanın ilgisini çekmeye ve buna bağlı olarak tüm dünya da bu "garip" ülkeyi biraz daha yakından tanıma isteği duymaya başladıktan sonra, hiç de o kadar kısa boylu olmadıkları, boy ortalamalarının belki Avrupa ortalamasından yalnızca 2-3 cm. kısa olduğu, zekalarının ve özellikle de el becerilerinin, birçok Avrupa ülkesinden daha yüksek olduğu, tüm dünyada olduğu gibi Çin'de de az yakışıklı ve çok yakışıklı erkekler, pek güzel olmayan ya da çok güzel olan kızlar olduğu, tüm dünyada yavaş yavaş kabul görmeye başladı. Fakat öyle sanıyorum ki, kafalardaki "dinsiz imansız" imajı hiç değişmedi. Özellikle komünist bir geçmişe ve kültüre sahip olmaları, bu görüşün ana nedenlerinden. Komünizm her ne kadar pratikten ziyade teoride var olsa bile, komünizmde baskın bir din unsuru olmadığı için bu durum abartılarak anlatılır. Çinliler dinsizdir, ateisttir, tanrıtanımazdır, münafıktır, kafirdir, allahsızdır, imansızdır, inançsızdır vs. Bu nitelemeler, ülkeye göre, ülkenin durumuna göre, o ülkedeki insanların gelişmişlik ve bilinç seviyesine göre daha da çoğaltılabilir. Biz Türkler de genel olarak Çinlileri aşağı yukarı böyle biliriz, yani dinleri yoktur. Halbuki durum hiç de tüm dünyanın bildiği gibi değil.
Birkaç gün önce, bir arkadaşım bana birlikte bir yere gitmeyi teklif etti. "Olur" dedim, "gider gezeriz". Gitmek istediği yer, Çince adıyla Yong He Gong, Ingilizce adıyla Lama Temple, yani Lama Tapınağı. Ben ilk başta gerçekten gezmek, görmek, fotoğraf çekmek filan için gitmek istiyor sandım, çünkü Pekin'de bu şekilde gezilecek, görülecek çok yer var. Fakat arkadaşım, dua etmek için gitmek istediğini, benim de eşlik etmemden mutluluk duyacağını söyledi. Dua etmek için bir yere gitmek benim pek sık yaptığım bir şey değil, fakat özellikle bunu söyleyen, hani sözüm ona "dinsiz imansız" bir Çinli olunca şaşırdım, ilginç geldi. "Neden dua edeceksin?" diye sordum. Dedi ki, "daha önce de gitmiştim, dua etmiştim, tanrıdan bana iyi bir iş bulmamda yardım etmesini istemiştim, şimdi ise iş buldum, gidip bunun için teşekkür etmem gerek" dedi. Sonuçta buradaki yaşantımdan, Çinlilerin birçoğunun o kadar da "dinsiz" olmadığını biliyordum, fakat bu kadar inançlı olduklarını da açıkçası ben de düşünmemiştim. Müslümanlıktaki ve diğer birçok dindeki "dua" ve "şükür" kavramları, burada da en az bu dinler kadar güçlü, hatta birçok kişi, dua edip duası kabul olunca "Şükürler olsun" demekle yetinir, ibadet yerine gidip yalnızca teşekkür etmek yani şükretmek için bir faaliyette bulunmaz. Bütün bunlardan dolayı bu öneri bana ilginç ve çekici geldi ve kabul ettim. Buluşacağımız yeri ve saati kararlaştırdık.
Cumartesi günü sabah erken bir saatte buluşup, metronun 5. hattı üzerindeki Yong He Gong istasyonunda indik. Yol üzerinde, tütsü satan birçok küçük dükkândan birinden 100 tane tütsü aldık. Neden bu kadar çok tütsü aldığını da anlamadım, bunları ne şekilde kullanacağını da, ama 100 tane tütsüye 2 yuan para ödeyince kendi kendime düşünmüştüm, bunun maliyeti ne kadar ki 100 tanesi 2 yuana satılıp kâr edilebiliyor? Neyse 10 dakikalık bir yürüme süresinin sonunda, dışardan bir park görüntüsü veren tapınağa ulaştık. Öğrenci kartını gösterenler için 12,5, öğrenci olmayanlar için ise 25 yuan gibi, nispeten yüksek bir giriş ücreti beni biraz şaşırttı. Belki turistler için ücretli olması normal, sonuçta bir gelir kaynağı, ama buraya arkadaşım gibi gezmek için değil inancından dolayı, ibadet etmek için gelen Çinlilerin de aynı parayı vermek zorunda olması biraz ilginç geldi bana. Ben daha önce Lama Tapınağı'nın içine girmemiştim. Tapınak deyince benim aklıma, büyük bir bina gelirdi normalde. Fakat burası adeta bir saray, ya da bir park. Yürüyerek bir başından bir başına en az 20 dakikada gidilecek büyüklükte. Buda'nın farklı şeyler yapmak için kullandığı mekânların, odaların her biri bir tapınak. Her odada farklı eşyalar var. Odaların tamamı temiz, güzel dekore edilmiş, görülmeye değer. Her odada Buda heykelleri var. Güzel havanın da etkisiyle, binalar arasındaki yolda bile dolaşmak gayet zevkli. Her yer son derece temiz, kalabalık olmasına rağmen, aceleyle birbirini iten, birbirinin önüne geçmeye çalışan, yere tüküren insan hiç yok.
Gelelim ibadete. Yolu takip edip, tapınaklardan birine ulaştığımız zaman duruyoruz. Her binanın, yani her farklı odanın önünde, iki tane küçük meşale, bunların ortasında da bir tane büyük, metal bir kazan var. Her kazanın da önünde, insanların dizlerini koymaları için yapılmış, kimisi metal, kimisinin üzeri süngerle kaplanmış platformlar var. Önce tütsülerden üç tane alıyor arkadaşım. Tütsülerin bazıları birbirine yapışık, hatta üçlü gruplar var, fakat yapışık olmaması gerekiyormuş, üçünü ayırıyor birbirinden. Sonra meşalenin önüne gidiyor, tütsülerin ucunu meşalenin yağına batırıyor, sonra ateşiyle yakıyor. Daha sonra önünü kazana ve tapınağa doğru dönüyor, dizlerini özel yapılmış platforma koyarak diz çöküyor. Yanan tütsüleri iki eliyle yukarı doğru kaldırıyor, gözlerini kapatıyor ve yaklaşık yarım dakika dua ediyor. Duası bittikten sonra 3 defa eğiliyor. Eğilme, yani selamlama, müslümanlıktaki secdeye benzer bir eylem, fakat standart değil. Başını eğerek selamlayanlar da var, belden eğilerek yapanlar da var, tamamen başını yere değdirerek yapanlar da var. Üç defa selamladıktan sonra oradaki işlem bitiyor, tütsüler büyük metal kazanın içine atılıyor. Metal kazan yanan tütsüleri atmak için orada, içi ateş ve kül dolu. Bu şekilde o tapınağa ve içindeki Buda'ya şükran sunulmuş oluyor. Daha sonra tapınağın içine giriyoruz. Tapınağın içinde de yapılan işlem benzer, fakat burası kapalı bir mekân olduğu için tütsüler, yakılmadan sunuluyor Buda'ya. Burada diz koymak için olan platform, hemen Buda heykelinin önünde, selamlama tapınağa değil direkt Buda'ya yönelik olarak gerçekleştiriliyor. Selamlamadan sonra yanmayan üç tütsü, diz koymak için yapılan platformun önündeki, tütsülerin bırakıldığı büyük bir tepsiye bırakılıyor ve bu şekilde o tapınakta yapılması gerekenler bitmiş oluyor. Sarayın içinde bu şekilde 15 kadar tapınak var, yani bu işlemi her bir tapınağın önünde tekrarlıyoruz. Tapınakların hepsinin üzerinde özellikleri yazıyor, hepsine dikkatli olarak bakmadım, yalnızca bir tanesi, mesleğimle de ilgili olduğu için dikkatimi çekti. Tapınaklardan bir tanesi, matematik ile uğraşan bir Buda'nın, bilim icra ederken kullandığı cihazların, aletlerin ve o Buda'nın olduğu yermiş; matematik tapınağı olarak geçiyor. Fakat tapınağın içine girildikten sonra, yani tütsülerin yakılmadığı yerde fotoğraf çekmek yasak olduğu için, bu cihazların ya da heykellerin fotoğrafını çekme şansım olmadı.
Birçok tapınakta işimizi bitirdikten sonra arkadaşım bana, "şimdi en son ve en önemlisine gireceğiz, oradaki gerçekten büyük" dedi. O böyle deyince ben bina büyük sandım ilk başta. Önüne geldik, tütsüyü yakarak yapılan kısım bitti ve içine girdik. Ben pek bir şey göremedim ilk başta, heykele benzer ama ne olduğunu tam anlamadığım bir yapı vardı, tabii ben biraz uzaktan bakmıştım. Arkadaşım o yapıya doğru yaklaştı, biraz eğilip yukarı doğru baktı ve bana "gel bak" diyerek eliyle yukarıyı gösterdi. Yaklaştım eğilip baktım ve şaşırıp kaldım. Devasa boyutta ve kusursuz yapılmış bir Buda heykeliydi bu. Boyu 18 metreymiş, yani 6 katlı bir bina kadar. Benim ilk başta "heykele benzer yapı" olarak niteleyip ne olduğunu anlamadığım kısım ise heykelin yalnızca ayağıymış, uzaktan bakınca ve eğilip yukarı doğru bakmayınca ne olduğu anlaşılmıyor, büyüklüğünden dolayı. Sonradan öğrendiğim kadarıyla bu heykel Guiness rekorlar kitabına da girmiş büyüklüğüyle. Oldukça şaşırmış bir tavırla arkadaşıma "evet oldukça büyükmüş" dedim, o gülümsedi, bana böyle şaşıracağım bir şey göstermiş olmaktan dolayı oldukça mutlu olduğu anlaşılıyordu. Burada da şükran sunmayı bitirdiğimiz zaman, arkadaşımın işi bitmiş oldu. Aldığımız 100 tane tütsüden kala kala 10 tane filan kalmıştı, bazıları kırılmış, diğerleri de üçer üçer tapınaklarda yakılmış ya da bırakılmıştı. Tapınaktan, tekrar sarayın bahçesine çıktık. Birçok tapınağın girişinde ve çıkışında, kapının iki kenarında, yaklaşık bir metre yüksekliğinde ve yarım metre çapında, metal, dik bir merdaneye benzeyen, insan gücüyle dönen ve başında sürekli birilerinin durup döndürdüğü bir silindir vardı. Onun ne olduğunu sordum. Arkadaşım "Gel gidelim" dedi, yanına gittik. Herkes sırayla önüne geçiyor, döndürüyor, dönerken de iki eliyle sürekli aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağı doğru dokunuyordu. Arkadaşım bunun şans silindiri olduğunu söyledi. Döndükçe pozitif enerji ve şans yayıyormuş, insanlar da ona dokunarak, şans kazandırıyorlarmış ellerine. Yani elleri şanslı olunca, elleriyle yaptıkları şeyler de daha güzel, daha verimli oluyormuş. O yüzden döndürüp sonra elleriyle dokunuyorlarmış. Ben de düşündüm, denemekten bir zarar gelmez dedim, belki pek yüzüme gülmeyen şans bunu yapınca fikrini değiştirir. 4-5 farklı yerdeki silindirleri uzun uzun ve hızlıca döndürdüm, iki elimle uzun uzun sıvazladım. Resimde beni bu silindiri çevirip sıvazlarken görüyorsunuz. Gerçekten işe yarayacak mı bunu ilerde göreceğiz.
Oradan ayrıldıktan sonra, biraz dinlenmek için bir kenara oturduk. Otururken karşıda, üzerinde ??? yani kai(1) guang(1) shi(4) yazan bir oda gördüm. İnsanlar giriyor çıkıyordu sürekli. Orada ne yapıldığını sordum. Arkadaşım şöyle anlattı: "Orası kutsama odası. Herhangi bir eşyanı götürüyorsun. Orada çalışan, evlenmeyen, dışarı çıkmayan, saçları çok kısa, buranın içinde yaşayan din adamları var. Onlar eşyanı alıyor, önlerine koyuyorlar, dua okuyorlar. Ondan sonra o eşya artık sıradan bir eşya olmuyor, seni kötülüklere karşı koruyan, şans getiren bir eşya oluyor". Arkadaşım bunu anlatınca, ben de merak ettim, boynumda takmayı sevdiğim bir kolyem vardı, dedim ki biz de gidelim, şu kolyeyi de kutsasınlar. Gittik sorduk, fakat götürülen eşyanın Buda'yla ilgili bir yazı, heykel, motif olması gerekiyormuş, herhangi alakasız bir şey götürülemiyormuş. Böylece bunu yapamadım, ama bir daha gidersem, öncesinde dışardan böyle bir şey alıp onu götürmek istiyorum, içerde almadım çünkü satılan şeyler içerde oldukça pahalı.
Evet sayın dinleyiciler, bir tapınak gezimiz, aslında benim için gezi de olsa arkadaşım için şükran sunma, teşekkür etme işlemi bu şekilde sonlandı. Gezdiğimiz süre içinde arkadaşıma "Buda nedir" diye de sordum, "yani heykele mi, bir taşa mı tapıyorsunuz, taşın mı size yardım edeceğini düşünüyorsunuz?". Arkadaşım bana "hayır" dedi. "İnandığımız yüce ruhlar var, bu heykeller yalnızca o ruhların sembolü, o ruhların bu heykellerin içinde olduğunu düşünüyoruz. Yani heykeli sembol olarak kullanarak ruhlara dua ediyor ve şükran sunuyoruz". Budizm'in, Tevrat, Zebur, İncil ya da Kur'an-ı Kerim gibi bir kitabı ya da bir peygamberi olmadığı için, birçok kişi tarafından pek "din" olarak kabul edilmiyor. Budist olanlara sanki ateistlermiş ya da puta tapıyorlarmış gibi bakılıyor. Halbuki bu arkadaşımın yaptıklarına, ve orada gördüğüm aynı şeyi aynı şekilde yapan binlerce insana bakıldığı zaman durumun pek de böyle olmadığı, bu dinin de gayet büyük bir din olduğu, kendine has bir ibadetinin olduğu, kutsal bir ruhun varlığının söz konusu olduğu anlaşılıyor. Evet Çin'de "neye inanıyorsun" dendiği zaman "hiçbir şeye inanmıyorum" cevabını veren birçok Çinli de var, yani gerçekten inançsızlar da var, ama büyük çoğunluğu Budist, ve Budistler net olarak bir dinlerinin olduğunu savunuyor. Bunu ben de yaşyarak gördüm. Ayrıca din yüzünden savaşlar, kavgalar da yok, dindar olanla olmayan arasında hiçbir fark yok, bu konuşulmuyor, tartışma konusu olmuyor, gerginlik nedeni olmuyor. Bence gayet güzel bir din, çünkü yapmacık, göstermelik hiçbir şey yok, her şey samimi, içten, doğal.
Evet sayın dinleyiciler, bir programımızın daha sonuna geldik. Çince'sini öğreneceğimiz kelimelerle programımızı noktalayalım. Gezdğimiz büyük Budist tapınağının, sarayının adı Yong(1) He(2) Gong(1). İbadet etmek, bai(4). Din, zong(1) jiao(4). Budizm dininin Çince adı fo(2) jiao(4). "din" derken zong(1) jiao(4)'daki "jiao" ile, Budizm derken fo(2) jiao(4)'daki "jiao" aynı. Budist demek için de pu(2) sa(4) diyoruz.