Öğrencilik mevsim tanımaz; yaz kış, kar kıyamet, dondurucu soğuklar bunaltıcı sıcaklar... Kendine özgü bir döngüsü vardır öğrenciliğin, tıpkı dört mevsim gibi; dönemseldir öğrencilik de, her dönem birbirinden farklı, dönemler arası geçiş hissettirmeden kendini usulcacık takip eder birbirini...
Sonbaharın son demlerini yaşarken, ayaza çalan havaların ürpertisi iliklerimize işliyor; Beijing rüzgarlarına, kuruyan dallarında direnen en inatçı yapraklar kış güneşinin kollarında kızıllaşırken, öğrencilerin beyinleri öğrenmenin ateşiyle pişmeye devam ediyor...
Çin'e geldikten sonra öğrenciliğe bakışımda epey değişiklik oldu. Öğrenme sürecim, öğrencilik sıfatını aşan bir boyuta ulaştı. Her an tetikte, öğrenilmesi gereken yeni bir durumla karşılaşmanın kaygılı heyecanı içinde, sonu gelmez süreçler zincirinin esaretinde, boğulmadan yüzebilmek için cesaretle öğrenmek tek çare.
Yabancı bir ülkede yaşıyor olmak işin bir boyutu, Çin'de yaşıyor olmak işin diğer bir boyutu. Çin'e gelip, gezen gören yaşayan, öğrencilik yapan, ticaretle uğraşan, görevli gönderilen pek çok Türk ortak bir kanıda birleşir : tıpkı bize benziyorlar, biz gibiler, bizim kadar cana yakınlar... doğru söze ne denir! Elbette benzerliklerimiz var, burada da aynı doğa yasaları geçerli, burada da insanlar benzer toplumsal kurallar içinde ve gereklilikler temelinde yaşıyor ve halkların ortak idealleri, beklentileri pek bir farklılık göstermiyor. Savaşın, karmaşanın, kıtlığın, baskının olmadığı tüm ülkelerde yaşayan yabancıların ortak kanısı değil midir zaten, bize benziyorlar, tıpkı biz gibiler... En yakınımdan biliyorum; dayım, tam otuz yıl yaşadı Almanya'da. Pek çok Alman dostu oldu, oranın ekmeğini yedi suyunu içti. Orada evlendi barklandı, çoluk çocuk sahibi oldu. Ve o da benzer duygu ve düşünceleri taşıdı hayatı boyunca. Bana göre her insan anavatanının dışında yanbancıdır nede olsa, ama oralıdır eninde sonunda. Bu yaman çelişkinin çözümü de olsa olsa, durmaksızın öğrenmekten geçiyordur kanım doğruysa...
Çin, Asya'nın uyanan ejderhası; çok kültürlü, çok dilli, her alanda şaha kalkan bir dev. Türkiye, Asya'nın en batı ucunda, Asya ve Avrupa kıtasını birbirine bağlayan bir köprü; uygarlıkların harmanlandığı, altında binlerce şehidin yattığı ipek bir halı. Çin'de yaşayan yabancıların, özellikle Türklerin, kendilerini daha rahat, güvende ve özgür hissetmelerinin pek çok nedenini sayabiliriz. Bence bu nedenlerin başında, yabancıların tüm ihtiyaçları ve alışkanlıkları dikkate alınarak sunulan hizmetler ve getirilen düzenlemeler gelir. Buna bir öğrenci gözüyle verilebilecek en güzel iki örnek : yabancıların en çok bulunduğu Beijing Dil ve Kültür Üniversitesindeki yabancı öğrencilerin ders saatlerinin, Çinlilerin derslerinin başlama saati olan sekizden yarım saat geç başlıyor olması ve yine yabancıların çokça bulunduğu bölgelerde dünyanın dört bir yanındaki mutfakların, özellikle de batı mutfağının, yemeklerinin sunulduğu restoranların çok sayıda olmasıdır. Özellikle Türkler diyorum, çünkü bu uzak Asya'da Türklerle Çinliler, ortak tarihi köklere, benzer toplumsal gelişmelere ve her şeyden önemlisi, diğer milletlere göre daha fazla ortak değer yargılarına sahipler. Yaşlılara gösterdikleri derin saygı, aile ilişkilerine verdikleri aşırı önem, bayramlarına gösterdikleri yoğun ilgi, yardımlaşma kültürü, yabancılara gösterilen hoşgörü, yemek ziyafetlerine, davetlerine özenli yaklaşım; heyecanlı ve duygusal mizaç, şarkı söylemeye ve dinlemeye düşkünlük... İlk aklıma gelenleri sıralayıverdim bir çırpıda, ama tüm bunlardan çok daha önemli gördüğüm bir ortak özellik daha var ya, paylaşmak istiyorum sizlerle onu da...
Kasım kışın habercisidir, tüm doğa yavaş yavaş canlılığını yitirir. Bisikletlerin hızı kesilir, insan teni de buz kesilir. Hele kasım ayında bir gün vardır ki, yani 10 Kasım, yani tüm Türk ulusunun dağlandığı gün... Geçtiğimiz 10 Kasım, Atamızın ölümünün 69. yıldönümüydü. 20. yüzyıla yön veren üç büyük ulusun, üç büyük devrimci önderinden biri olan Mustafa Kemal Atatürk, emperyalizme karşı ilk ulusal bağımsızlık savaşını veren onurlu bir ulusun, her geçen gün onu daha iyi anlamaya başladığı Ulu Önderi. Bir diğer devrimci büyük önder, Mao Zedong. O da Çin halkını, sefaletten esaretten kurtaran, emperyalizme bir darbe daha indiren, Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurucusu. Üçüncü büyük devrimci önder ise, Sovyetler birliğinin kurucu Viladimir İlyiç Lenin.
Mao, ÇHC daha henüz kurulmamışken, yazdığı bir makalede, Atatürk'ün başarılarına dikkati çekerek sorar : Nerede Çin'in Kemal'i? diye. Şimdilerdeyse Çin orta okullarının tarih kitaplarında Mustafa Kemal de öğretiliyor Çin gençliğine. Ve iki büyük önder, uluslarının yolunu aydınlatmaya devam ediyor, günden güne artan bir önemde.
10 Kasım'ın hemen ardından oturdum bilgisayarımın başına, haberleri okumaya koyulduğum anda, bir haber çok dikkatimi çekti. Haberde, Atamızın kabrini ziyaret eden vatandaşlarımızın sayısının geçen yıla oranla neredeyse beş kat artarak 546 bini aştığı yazıyordu. Bence mesaj çok açık, ölen sadece Atatürk'ün naçiz vücudu.
Mao'nun Tian'anmen'deki mozalesi de, yıl içinde yerli yabancı pek çok ziyaretçinin akınına uğruyor. İki ulus, iki büyük önderin aydınlattığı yoldan, aynı hedefe doğru yürüyor.
Bu haberin hemen ardırdan, bir başka haber daha dikkatimi çekti. Bu haberin konusu, bir banka reklamı filminde Atatürk'ün çok büyük bir başarıyla canlandırılmasıyla ilgiliydi. Büyük bir heyecanla izledim reklam filmini. Atatürk'ü canlandıran kişi, değerli tiyatro ve sinema oyuncumuz Haluk Bilginer'den başkası değildi. Çok etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Defalarca izledim, çokça düşündüm üzerinde. Daha sonra filmin çekimlerinin perde arkasını da izleyince, başarıya şapka çıkarttım. Çin'e geldikten sonra, bu benim izlediğim ikinci Atatürk canlandırması oldu. İlki Son Osmanlı filmindeki başarılı oyunculuğuyla Alican Yücesoy'un 1918 yılındaki Atatürk'ü canlandırmasıydı. Genel olarak filmi de başarılı bulduğumu ve izlemeniz gerektiğini de eklemeliyim.
Televizyonla aram hiç iyi olmadı. Gerçi Çin'e geldikten sonra, belki günlük televizyon izleme saatimde bir artış olmadı ama, izlenceleri daha bir ilgiyle ve dikkatle izlemeye başladığım bir gerçek. İlk geldiğim zamanlar, müzik kanallarındaki izlencelerle sınırlı olan izleme edimim, günden güne çeşitlenmeye başladı. Son zamanlarda, haber akışını ve izlence çeşitliliğini beğendiğim, Çin Merkez Televizyonunun 4 numaralı kanalını izliyorum. Düzenli takip edemesem de beğeniyle izlediğim bir dizi film var ki o kanalda, işte o dizi filmde canlandırılan Mao Zedong, diziyi her izlediğimde beni şaşkınlığa düşürüyor. Bu büyük benzerlik ve başarılı oyunculuk sayesinde, bir yandan diziye iyice bağlanırken, bir yandan da, keşke Türkçe seslendirilmişini izleyebilseydim ya da keşke Çincem tamamını anlayabilecek kadar iyi olsaydı demekten kendimi alamıyorum. Umarım Haluk Bilginer'in oynadığı reklam filmi, Mao'nun canlandırıldığı bu dizide olduğu gibi, Atatürk'ün canlandırıldığı başarılı dizi ve filimlerin yolunu açar.
Atatürk, Çince'de beş heceden oluşan ses benzeşimli bir isme karşılık gelir.
A-TA-TU-ER-KE heceleriyle oluşturulan Atatürk'ün Çince okunuşunun üçüncü hecesi,
TU-ER-Qİ olarak sesletilmiş Türkiye'nin Çince okunuşunun ilk hecesi olan "TU" ile aynıdır.
Tu, Türkçe'deki toprak, kara parçası anlamlarına karşılık gelir.
"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır ama Türkiye Cumhuriyeti ilalebet yaşayacaktır" M.K.Atatürk
Gelecek programda tekrar buluşmak ümidiyle, hoşça kalın, sağlıcakla kalın...
Ulaş Özer