Evet Çin. Dünyanın en kalabalık ülkesi. Dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturan tek bir ülke, tek bir yönetim. Yüzölçümü olarak da dünyanın üçüncü büyük ülkesi. Bu kadar büyük bir ülke, bu kadar kalabalık bir nüfus, ve barış içinde yaşayan insanlar, ayrıca her yıl yüzde 10 civarı büyüyen bir ekonomi ve sürekli artmakta olan kişi başına düşen milli gelir seviyesi. Peki nasıl bir ülke Çin? Özellikleri neler? Biraz Çin'den bahsedelim şimdi.
Çin, 9.6 milyon km²'lik bir yüzölçüme sahip. Bu, Türkiye yüzölçümünün 12 katından biraz daha büyük demek. İdari yapı olarak, eyaletlere, özerk bölgelere, ve eyaletlere dahil olmayan, merkezi yönetime doğrudan bağlı şehirlere ayrılmış. Ben Beijing'de yaşıyorum. Beijing, yani Pekin, Çin'in başkenti. Eyalet sisteminin içinde olmaksızın doğrudan merkezi yönetime bağlı şehirlerden ilki. Yüzölçümü 16 bin 800 km². İstanbul'un yüzölçümünün 5 bin 600 km² olduğunu düşünürsek Beijing büyüklük olarak İstanbul'un üç katı. Bunların resmi rakamlar olduğunu belirteyim... Fakat bu büyüklüğe rağmen Beijing inanılmaz düzenli bir şehir. Caddelerin yapısı, kavşaklar, en dar sokakta bile iki kamyonun rahatça geçmesine olanak sağlayacak genişlikte yol ve yolun iki tarafında en az 2-3 insanın yan yana yürüyebileceği genişlikte kaldırım ya da bariyerlerle ayrılmış yaya yolu, bazen yaya yolunun içine katılmış bazen ayrılmış özel bisiklet yolu. Trafik yapısını, kurallara aşırı derecede uyan, dönüş, ışık ve şerit ihlali hiç yapmayan şoförlerden, geçen programda bahsetmiştim zaten. Beijing'e ilk geldiğim zaman gündüzdü, o yüzden aşağıda çok fazla görülecek şey yok gibiydi. Fakat Beijing'den Guangzhou şehrine ilk gidişim akşamdı ve hava karanlıktı. Beijing'den kalktık, şans eseri de, talebimin aksine cam kenarında oturuyordum, normalde her zaman koridoru seçerim uçakta. Aşağıya baktım ve gördüğüm manzaraya hayran kaldım. Göstermeden anlatmak zor, keşke fotoğrafını çekebilmiş olsaydım, sanki ilahi bir kuvvet hepsini birden kurmuşçasına bir düzen, cetvelle çizilmiş, sanki bir kağıt üzerinde usta bir mimarın eseriymiş gibi birbirine tam paralel, tam dik, ya tam dairesel şekillerde konumlanmış yollar ve ışıklandırmalar, tam bir kare şeklinde parsel parsel ayrılmış bölümler, her bölümün bile kendi içindeki düzeni… Tek kelimeyle muazzam. İçinde yaşadığınız zaman da böyle. Evet trafik problemi çok, özellikle akşam 5-7 saatleri arasında otobüs ya da taksiye binerseniz, İstanbul'daki köprü trafiğini aratmıyor. Örneğin bisikletle 14 dakikada gittiğim bir yolu, yağmur olduğu için taksiye bindiğimde 55 dakikada gittiğimi biliyorum. Fakat trafiğin haricinde bir tedirginlik, bir karmaşa, bir düzensizlik yok. Her şey yerli yerinde, her şey düzenli, kurallara bağlı. Ama örneğin Guangzhou böyle değil. Guangzhou'ya ineceğimiz zaman, aynı İstanbul'un tepeden görünüşü gibi bir karmaşa, gelişigüzel konumlanmış yapılar, birbiriyle pek ilgisi olmayan yollar, köprüler var. Bu arada Guangzhou da, Çin'deki 23 eyaletten biri olan Guangdong eyaletinin başkenti. Beijing'in 2002 nüfusu 11.5 milyon civarı, şu an 15-16 milyon olduğu tahmin ediliyor. 1928 yılında kurulan şehirde ünlü tarihi ve turistik mekanlar olarak, en başta ünlü Çin Seddi, Gök, Güneş, Ay ve Cennet Tapınakları, Yasak Şehir, Yazlık Saray, 13 İmparator Mezarı, Xiangshan Parkı ve Botanik Park sayılabilir.
Beijing'le ilgili izlenimlerim kısaca bu şekilde. Beijing'in geleneksel bir mekânı olan Wangfujing bölgesini de geçen programda anlatmıştım. Gelelim bir başka şehre. Shanghai. Benim henüz, bir uçuş sırasında aktarma yaparken 2.5 saat havaalanına inmek haricinde Shanghai ziyaretim olmadı ama yine de kısaca bilgi vereceğim. Shanghai, yüzölçümü olarak İstanbul kadar, nüfus olarak 20 milyon civarı olan, Çin'in en büyük şehri. Büyük bir liman kenti. Yine merkezi yönetime doğrudan bağlı dört şehirden biri. 1927 yılında kurulan şehir, Çin'in bilim, teknoloji ve sanayi üslerinden biri. Gittiğim zaman daha ayrıntılı olarak anlatırım.
Doğrudan merkezi yönetime bağlı dört şehirden üçüncüsü Tianjin. Yüzölçümü 11 bin km² yani İstanbul'un yaklaşık iki katı. 2002 ölçümüne göre nüfusu 9.5 milyon. Kuzey Çin'in en büyük sanayi şehri. Beijing gibi 1928 yılında kurulmuş olan şehrin turistik yerleri arasında, Ningyuan Parkı, Tianhou Tapınağı, Dagukou Top Kulesi, Dule Tapınağı, eski Çin Seddi, yani Çin Seddi'nin başka bir bölümü ve Panshan manzara bölgesi bulunuyor. Şehir, petrol, gaz ve tuz kaynakları bakımından oldukça zengin.
Eyalet sistemine dahil olmayıp doğrudan merkeze bağlı son şehir Chongqing şehri. 1997 yılına kadar Sichuan eyaletine bağlı olan şehir, 1997 yılında doğrudan merkezi yönetime bağlı hale geldi. Yüzölçümü 82 bin km², yani İstanbul'un 14 katı, yani Türkiye'nin tüm yüzölçümünün 9'da biri. Türkiye'nin en büyük şehri olan ve ovalarından geçerken git git bitmeyen Konya'nın yüzölçümünün 38 bin km² olduğunu da belirtelim. 2002 yılında 31 milyon nüfusu olan şehir sınırları içinden ünlü Yantze Nehri geçmekte ve nehir üzerine kurulmuş olan Üç Boğaz, dünyanın en büyük sulama projesine ev sahipliği yapıyor.
23 eyaleti bulunan Çin'in tüm eyaletlerini saymayacağım. En başta, eyaletlere, doğrudan merkeze bağlı şehirlere ve özerk bölgelere ayrılmış olduğunu söylemiştik. Bu özerk bölgelerin içinde en bilinenleri, merkezi Urumçi olan Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi, merkezi Lhasa olan Tibet Özerk Bölgesi, ve merkezi Hohhot, Çince adıyla Huhehaote olan İç Moğolistan Özerk Bölgesi. Özel idari bölgeleri ise 1997'de kurulan Hong Kong ve 1999'da kurulan Macao.
Evet Çin'i bu şekilde, idari yapısıyla kısaca tanıttık. Peki nedir Çin'i büyüklüğünün ve nüfusunun yanı sıra bu kadar popüler, bu kadar revaçta yapan şey? Tabii ki ekonomisi. İnsan çok olunca, iş gücü de çok ve ucuz oluyor. İş gücü ucuz olunca maliyetler ucuzluyor. Ayrıca Çin insanı, el becerilerinde çok ileri. Ne getirirseniz getirin, kısa süre içinde hem görünüş olarak, hem işlev olarak bir malın aynısını yapabiliyorlar. Tabii ki kalitesi, kullanılan malzemeye ve harcanan emeğe göre değişir, ama hemen hemen yapamayacakları şey yok.
Durum böyle olunca tüm dünya üreticileri, ünlü markalar, büyük fabrikalar, Çin'e yatırım yapmaya, Çin'de fabrika açmaya, ürünlerini Çin'de ürettirmeye başladı. Çin'e daha gelmeden önce İstanbul Yeniköy'de Çin Büyükelçiliği'nde bir adamla tanışmıştım. Bir büyük firmanın dış ticaret müdürüymüş, o da Çin'e gezi için vize almaya uğraşıyordu. Demişti ki bana : "Firmamızın kullandığı bir endüstriyel makineyi daha önce Almanya'dan almıştık, fiyatı 2 küsur milyon dolardı. Sonra Çin ürünlerini keşfettik, geldik araştırdık, yapabilirler mi diye sorduk, anlaştık ve makinenin aynısını Çin'den 400 küsur bin dolara aldık. Almanya'dan aldığımız cihaz 2 senede bir bakım istedi, Çin'den aldığımız makinenin ise 14 ay sonunda bakımını yaptırdık, 14 ay boyunca sorunsuz çalıştı, işimizi gördü, 24 ay yerine 14 ay sonunda yaptırdığımız bakım maliyeti de Almanya'dan mühendis çağırıp bakım yaptırma maliyetine göre çok daha ucuzdu, o yüzden o Alman firmasıyla olan anlaşmalarımızı feshettik, bundan sonra Çin'le çalışıyoruz, ister endüstriyel makine boyutunda olsun, ister ham madde veya malzeme boyutunda olsun ne ihtiyacımız olursa Çin'den karşılıyoruz, çok daha büyük kâr etmemizi sağlıyor". Evet aslında işte Çin'in bu kadar popüler olmasının ve herkesin Çin'e yönelmesinin nedeni özet olarak bu. Herkes bu cevheri gördü, direkt ya da dolaylı, büyük ya da küçük, tek seferlik ya da sürekli, daha önceki kaynaklar yerine Çin'deki kaynaklara yöneldi ve büyük kârlar etti.
Tabii bütün bu anlattıklarım, Çin'in şehir yapısı için geçerli. Herhangi bir Çin köyüne henüz gitme fırsatım olmadı, aslında çok istiyorum. Gittiğim zaman da büyük olasılıkla bir program konusu çıkar, onu da uzun uzun anlatırım, ama köylerdeki yaşamın şehirdeki kadar iç açıcı olmadığı söyleniyor. Sanırım Çin yönetimi de bunu gördü ve hazırlanan son ekonomik kalkınma planı, öncekilerden farklı olarak ülke seviyesinin, ülke ekonomisinin değil, bizzat bireylerin aylık ya da yıllık gelirlerini artırmayı hedefliyor, yani fakirlerin bir miktar zenginleştirilmesini amaçlıyor. Bu planın başarısını önümüzdeki yıllarda dış basındaki haberlerden anlamamız sanıyorum ki mümkün olur.
Peki ben neden Çin'e geldim? Aslında bu soruya benim de net bir cevabım yok. İlk başta hedefim, tabii ki dünyanın dörtte birinin konuştuğu dili öğrenmekti. Gelmeden önce, dilin bu kadar zor olacağını, ya da bir sene herhangi bir Batı ülkesinde hem eğitim görüp hem yaşayınca çok iyi bir dil seviyesine sahip olmak mümkünken, Çin'de bu süre ve koşullar içinde dilin yalnızca günlük hayatı sürdürebilecek, sokaktaki insanların dediklerinin yarısını anlayabilecek, televizyondaki bir programın bir yemekten mi, bir kişiden mi, bir müzikten mi, bir filmden mi bahsettiğini anlamaya ancak yetecek bir seviyeye ulaşabileceğini ben de bilmiyordum. Ama geldim, gördüm, sevdim. Zorluk yaşamadım mı? Çok yaşadım. Özellikle ilk iki ay, gerçekten zorlandım. İngilizce'nin hiç işe yaramadığı bir ülke. Uluslararası kullanımı olan hiçbir kelimenin kullanılmadığı bir ülke. Çin'de bir taksiye binip "Hilton Hotel" derseniz, taksici size ya garip garip bakar ya da bilmiyorum anlamında "bu zhi dao" veya anlamadım anlamında "bu dong" der. Çünkü Hilton Çincede "xi(1) er(3) dun(4)" şeklinde söylenir. Otel demek için de ya "lü(3) guan(3)", ya da "bin(1) guan(3)" ya da "jiu(3) dian(4)" demeniz gerekir. Aynı şekilde Carrefour demek için "jia(1) le(4) fu(2)", elektronik demek için "dian(4) zi(3)", bilgisayar demek için computer değil "dian(4) nao(3)" , üniversite için "da(4) xue(2)" demeniz gerekir. Halbuki, ana dili İngilizce olmayan birçok ülkede bunların hepsini anlarlar, Çin'de ise kendi dillerine uyarlanmış şekilde söylemeniz gerek, yoksa anlaşılmazsınız. Bütün bunlardan dolayı ben de çok zorlandım. Yaşadığım zorlukları, bunları aşmak için kullandığım yöntemleri önceki programlarımda anlatmıştım. Peki sonuç? Günlük hayatla kendim başa çıkabilecek hale geldikten sonra yaşam zevkli olmaya başladı. Kendim taksiye binip bir adres söylediğimde, taksicinin "hao de", yani "tamam" demesi, ilk zamanlarda inanılmaz mutluluk veriyordu, "evet işte ben söyledim ve anladı" duygusu güzeldi. Ya da restoranda sipariş vereceğimde, beni yabancı görüp hemen resimli menüyü getiren kasiyere, "menüye gerek yok, şunu şunu istiyorum" diyerek yemeklerin adını söyleyince yine "hao de" cevabını almak çok güzeldi. Taksilerin hepsinin torpidosunun üzerinde, o taksinin ait olduğu durağın adı, ve şoförün adı yazar. Ben halen her taksiye bindiğimde önce durağın adını okurum, sonra taksicinin adına bakarım. Eğer bütün karakterleri tanıyorsam, "bay filan filan" şeklinde taksiciye hitap ederim, hepsinin hoşuna gider, gülümseyerek cevap verir. Tanımadığım karakter varsa da tanıdıklarımı söylerim, tanımadığımı da sorarım, o söyler, hemen cep telefonumu çıkarırım, onun söylediği fonetiği ve tonu yazarım, o karakteri kendim de görürüm, tekrarlarım, ve öğrenirim. Bundan da büyük zevk alırım. Ya da dışarıda, beni yabancı olarak görüp, hiç tanımadığım birinin yanımdan geçerken "how are you" sorusuna, "wo hen hao, ni ne" yani, "çok iyiyim, ya sen" şeklinde cevap verince onların coşku dolu seslerini duymak, eğer vakit varsa da ayaküstü durup üç-dört dakika muhabbet etmek çok zevklidir. İşte dil seviyeniz buraya gelene kadar zorluk var, sonrasında zorluk zevke dönüşüyor. Tabii ben üniversite ve yüksek lisans yaşamım boyunca ailemden ayrı yaşayıp, ailemi senede bazen iki en fazla üç defa görmeye alışık olduğum için memleketten uzak olmak benim için pek problem değil, Çin'den de Türkiye'ye senede iki defa gidiyorum. Şimdiden sonra yavaş yavaş, bu büyük, kendine has, gizemli toplumun içinde yer almak, onlar gibi yaşamayı öğrenmek, toplumda kabul görmek gerekiyor. Bu da sanırım yavaş yavaş oluyor. Bunların ayrıntıları da sonraki programların konusu olabilir. Bugün sanırım yine, belli bir konumuz olmamasına rağmen programın süresini doldurduk. Çincesini öğreneceğimiz kelimeler olarak da, program içinde geçen kullanımları tekrarlayalım ve programı bitirelim. Hilton : xi(1) er(3) dun(4). Otel : bin(1) guan(3) ya da jiu(3) dian(4). Bilgisayar : dian(4) nao(3). Burada dian elektrik demek, nao ise beyin demek, yani elektrikli beyin gibi bir anlamı var. Üniversite, da(4) xue(2).