Kampüslerin renkli yaşantısı, öğrencilerin kampüs yaşantısı, yaşantının kampüslerdeki yansıması... Peki ya öğrencilerin dışında kalanların, yani hayat okulunda bin bir zorlukla okuyanların kampüsleri? Sizi küçük bir gezintiye çıkarmak istiyorum, Beijing şehrinin hayat okulu kampüslerine doğru.
Hayat Okulu Kampüsleri
Bisikletime atladığım gibi, attım kendimi kampüsümün dışına. Amacım derslerin yarattığı baskıdan biraz olsun kurtulabilmek, yeni yerlerin keşfiyle kafamı dağıtabilmek ve açık havada çalışmaya elverişli bir yer bulup öğrendiklerimi tekrarlayabilmekti. Kapıldım bir bisiklet seline, gidiyorum pedalımın götürdüğü yere.
Ben genellikle, havalar dışarıda çalışmaya elverişliyken, kapalı alanlarda ders çalışmayı tercih etmem. Kampüs içinde çalışmayı da pek yeğlemem çünkü bu seferde arkadaşlarıma rastlamak, rastlamışken de laflamak kaçınılmaz olduğundan, çalışma verimimin epey düşeceğini bilirim. Hal böyle olunca, kampüs dışında bir arayışa girmek kaçınılmaz oluyor. Çok fazla aramaya da gerek yok aslında. Neden derseniz, kampüs dışında çalışmaya elverişli öyle çok alan var ki, yeterki fazla zaman kaybetmeden kendimize uygun bir mekan seçebilelim.
Güneş ışıkları okşuyor şehirlileri ılık nefesiyle. Henüz kışın sert yüzüyle karşılaşmadık ne mutlu bize. Değerini bilmeli o halde, sonbaharın bu son demlerinin de...
Yaklaşık on beş dakikadır pedal çeviriyorum. Kaslarım gerginleşti, moralim yükseldi, şimdi kendimi daha dinç hissediyorum. Yollar epey kalabalık Beijing'de. Tekerlekli her tip araca rastlamanız mümkün caddelerde. Neyse ki, bisiklet yolları geniş ve şehrin her yerinde neredeyse.
Bisikletle ulaşım bir hayli yorucu da olsa, en rahat ulaşım aracı olduğunu düşünüyorum. Kırmızı ışıklara yakalanmadığınız ve ortalama bir hızda, yani Çinli'lerin genelinin tercih ettiği hızda, seyrettiğiniz sürece durmanız için hiç bir neden yok. Kesintisiz sürüş keyfinin tadı bambaşka, tabi çok dikkatli pedal çevirmeniz koşuluyla.
Şehirde insanlar alabildiğine, şehirde araçlar yığınla, şehirde yok yok, şehirde karmaşa içinde bir uyum hakim her ne hikmetse. Her neyse, sonunda vardım bir büyük bahçeye. Ama ne büyük, yaklaşık iki kilometrelik cadde boyunca yan gelip yatmış keyfince, her gün izliyor, insanların telaşlı koşuşturmalarını sessizce. Kapılarını her yaştan, her anlayıştan insana açmış, davetkar bir görünüşle.
Beijing'de parklar ikiye ayrılır. Ünlü ve ünlü olduğu kadar da büyük, girişi ücrete tabi parklar ve girişin ücretsiz olduğu, farklı büyüklükteki mahalle parkları. Park sözcüğü Türkçemize İngilizce'den geçmiş bir sözcük. Anlamı, sizlerin de bildiğiniz gibi, halkın gezmesi, hoşça vakit geçirmesi ve bir anlamda sosyalleşmesi amacıyla yapılmış, ağaçların ve çiçeklerin bolca bulunduğu büyük bahçelerdir. Çince'de de aynı anlama karşılık gelen "Gong yuan" sözcüğü, gong, yani halka açık, umumi ve yuan yani bahçe anlamlarını yüklenmiş iki heceden oluşur.
Beijing'e geldiğim günden bugüne, ünlü parkların hemen hemen hepsini gezdim. Bu parklardan aktaracağım izlenimlerimi başka bir yazıma bırakarak, bu yazımda sizlerle mahalle parklarındaki gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.
Bisikletimi hemen girişine parkettim. Kapısından serbestçe geçtim. Artık parktaki gezintime özgürce başlayabilirim. Kafamı nereye çevirsem bir güzellikle karşılaşıyorum. İlk dikkatimi çeken, parkın temizliği ve düzenliliğiydi. Hemen sonra, parkla cadde arasında uzanan, yine parkın içinde yer alan, yaklaşık on, on beş metre genişliğinde bir su kanalı gördüm. Bu kanalın içinde, kayıklaklarla gezinti yapmanız da mümkün.
Beijing'de sayısız su kanalları mevcut. Bu kanallar, birbirleriyle bağlantılandıkları gibi, yapay göletlerle de birleşenler var. Şehirde irili ufaklı sayısız gölet bulunuyor ve bildiğim kadarıyla, şehirdeki en büyük gölet Yazlık Saray'da yer alıyor.
Ders çalışmaya başlamadan önce, parka ilk defa da geldiğimden, keşif gezintisi yapmaya karar verdim. Kısa süre içinde kendimi çok rahatlamış, kafam dinç ve moralim yüksek hissetmeye başladım. Parktaki gezintim sırasında beni en çok şaşırtan şeylerden biri de, parkın tenhalığı oldu. Bu tenhalığın nedenini, oraya çalışma saatleri içinde gitmiş olmama bağlayarak, yanılıp yanılmadığımı anlamak için de, bu parkı akşam saatlerinde tekrar ziyaret etmeye karar verdikten sonra parktaki gezintime devam ettim.
İlk karşılaştığım manzara, orta yaşın üstündeki Çinli'lerin uçurtma uçurmasıydı. Büyük bir dikkat ve özenle uçurdukları uçurtmaları, hem çok yükseklerdeydi, hem de göz alıcı güzellikteydi. Bir süre onları izledim ama onlar beni fark etmedi, tüm dikkatleri gökyüzünde dans eden uçurtmalarındaydı çünkü. Oradan ayrıldığımda, küçüklüğümde uçurtma uçurduğum günlerin anıları çoktan depreşmişti bile. Hemen az ileride, yine orta yaşın üstündeki dört beş Çinli kadının, tempolu alkış seslerine doğru yöneldim. Önce fazla anlam veremedim ama çok geçmeden anladım ki, bu bir yönüyle spor, çünkü bu alkış temposuna ayaklarıyla da eşlik ediyorlardı, bir yönüyle de bir tür zihinsel egzersiz, yani dikkat oyunu. Bir süre de onları izledikten sonra yoluma devam ettim. Gezintim sırasında bir kaç albenisi yüksek restoran ve "Gizli Bahçe" adında bir şarap eviyle karşılaştım. Kaliteli Fransız şaraplarından oluşan zengin menüsüyle, çok başarılı iç mekan dekoruna sahip bu şarap evini de gezdikten sonra uygun bir banka yerleşip başladım çalışmaya. Çalışmam boyunca zaman zaman Çin çalgılarıyla müzik yapanlara kulak kabartmayı da ihmal etmedim.
Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan, akşam geldi çattı. Dersler, açık hava, Çince karekterler, parkta gezinti derken bir hayli yorulduğumu ve acıktığımı hissettiğimden parktan hızlı adımlarla çıktım ve kendimi en yakın restorana attım.
Restorandan ayrıldığımda akşam yedi sularıydı. Tüm yorgunluğuma rağmen, parka tekrar gitme kararımdan vazgeçmemiştim. Parka yaklaştığım sırada hemen girişinde ilginç bir manzarayla karşılaştım. Koca bir ekran karşısında, müzik eşliğinde, elinde mikrofon şarkı söyleyen orta yaşlı bir kadın ve çevresinde onu dinleyen her yaştan bir grup insan. Daha sonra öğrenecektim, bu parkta bu etkinliğin ve az sonra karşılaşacağım diğer tüm etkinliklerin her akşam yapıldığını.
Park sürprizlerle dolu, dolu dolu yaşanıyor her bir tonu.
Park öyle güzel ışıklandırılmış ki, özellikle parkın tarihi geçmişini özetleyen heykellerden oluşan bölüm çok ilgi çekici. Dört büyük fil heykeli, fillerin üstünde tahtında oturan kral, fillerin hemen yanında, savaşçı, komutan ve vezir heykelleri. Hemen bu heykellerin yanında da, parkın ilk kurulduğu yıllardaki görüntüsünü canlandıran bir duvar kabartması.
Beijing sokaklarında seyyar berberlerden söz edildiğini duymuşsunuzdur. Bu parkta ne olsa beğenirsiniz, seyyar masör. İlginç ama gerçek.
Masaj Uzak Doğu kültürünün önemli bir parçası, parçası olmasına ama aklımın ucundan bile geçmemişti, parkta masaj yaptırılabileceği.
Masör, bir yandan müşterisiyle ilgilenirken bir yandan da, yeni müşterilerin arayışı içinde gözleri fıldır fıldırdı. Beni görür görmez, seslendi suratında koca bir tebessümle : heyy masaji! Masörün bu seslenişi kulağa çok sempatik dahi gelse, o an orada masaj yaptırmak çok garip göründüğünden, istemiyorum manasında naif bir gülümseyişle oradan ayrıldım. Ayrılır ayrılmaz kendimi, hoş bir müzik eşliğinde dans eden çiftlerin arasında buldum. Hemen onların dibinde, tüylerden yapılmış bir cisimle, ayak ya da ellerini kullanarak birbirleriyle paslaşan grupçuklar yer alıyordu. Az ötede, şarkı söyleyen bir Çinli grup ve onlara eşlik eden çalgıcılar.
Tüm bu yaşananlara ilk defa tanıklık etmemin verdiği şaşkınlıkla, yeni sürprizlerin arayış heyecanı içinde, birbiri ardına sıralanmış genç aşıkların önünden geçerek yoluma devam ettim. Parkın sonlarına yaklaştığım sırada, bir grup mınçıkalıyla karşılaştım. Sakın endişelenmeyin, onlar çete üyeleri değil. Onlar kim mi? Benim edindiğim izlenimlere göre onlar, Bruce Lee'nin açtığı çığırdan ilerleyen amatör ruhlu kungfucular. Az çok benim de Uzak Doğu dövüş sanatlarına ilgim olduğundan, onların çalışmalarını uzunca bir süre seyrettim.
Evet, vakit geç oldu, artık eve dönme zamanı. Biraz gönülsüzce de olsa bir an önce eve dönüp, yarınki derslerimin hazırlığını tamamladıktan sonra tatlı rüyalara dalmalıyım. Ne de olsa, bu etkinlikler izleyen günlerde de devam edecek. Ne de olsa, artık parkın yerini öğrendim.
Satırlarıma son vermeden önce, sizlerle küçük bir sırrımı paylaşmak istiyorum. Dersliklerden, kütüphanelerden, üniversite kampüslerinden sonra bir öğrencinin en çok ziyaret etmesi gereken mekanların başında, işte bu hayat okulunun kampüsleri yani parklar geliyor.
Nedeni çok açık, hayatın kendisi kadar açık.
Ulaş Özer