Öğrenirken uğraşmak, uğraşırken öğrenmek

    2007-09-12 16:53:06                cri

   

    Öğrenci olmak, tek işi öğrenmek olmak. Bir sıfat olarak öğrencilik, kişinin sosyalleşmesinde, vasıf kazanmasında ya da meslek öğrenmesinde elbette önemli bir aşamayı ifade ediyor. Ama kanımca, öğrenmek edimi, sadece öğrencilere özgü bir sürec değil. Öğrenmenin yaşı olmaz demiş atalarımız. Evet belki bazı şeyleri öğrenmek, yani iyi öğrenmek yaşla paralellikler gösterse de, bu söz çok daha uzun bir süreci, yani beşikten mezara kadar hiç kesintiye uğramayacak ve kesinlikle tamamlanamayacak bir süreci ifade ediyor diye düşünüyorum.

    Beijing'e geldiğim ilk günlerde insanların yüz ifadeleri dikkatimi çekti en çok. Duygularını dışa vurmayan yüz ifadeleriyle karşılaştım daha çok. Sürekli düşünen yüz ifadeleri... Düşünmek, öğrenme ediminin önemli bir parçası. İster kitaplardan dolaylı, ister hayattan direk öğrenelim, düşünmeden etkili ve doğru öğrenmemiz pek olası değil, hatta zaman kaybı. Kimbilir, belki de Çinliler yaşam felsefeleri gereği, sürekli öğrenme sürecini hayatlarının bir parçası yapmışlardır bile.

    Kampüslerde her yaştan öğrenciyi görmeniz mümkündür. Bei Yu ( Dil ve Kültür Üniversitesi) ise buna ek olarak her milletten insana da ev sahipliği yapar. Kampüs yaşantısı, alabildiğine rahat alabildiğine renklidir. Sabahın ilk ışıklarıyla başlar kampüs yaşantısı ve sabahın ilk ışıklarına kadar sürer. Bir nöbetleşe ve ortaklaşa yaşam hakimdir kampüste. Yirmi dört saat öğrenciler etkinlik içindedir. Evrenkentlerin yaşam alanları sadece okulun öğrencilerine ayrılmış da değildir kuşkusuz. Öğretmenler, araştırma görevlileri, okul personeli, tesislerde çalışanlar, dışarıdan gelen ziyaretçiler, özellikle spor tesislerini kullanmak için gelen her yaştan vatandaş ve güvenlikten sorumlu üniformalılar, bu evrensel alanda ortaklaşa ve nöbetleşe uyum içinde yaşamaktadırlar. Amaç öğrenmek, üretmek ve bunlara bağlı olarak gelişmekse, uyumlu, güvenli ve özgür evrenkentlerin varlığı zorunludur hiç şüphesiz. Bence Çin, yeni bir anlayışı temsil ediyor bu alanda. Labaratuarlar kurulmuş, deney yapmaksa size kalmış. Tek ihtiyacınız olan deneme cesareti ve öğrenme aşkı. İletişim çağında yaşıyoruz, öyleyse iletişim olanaklarını sonuna kadar kullanmanın tam zamanı ve biricik ortamı.

    Kampüste potaları boş bulamazsınız, havalar top oynamaya uygun olduğu sürece. Yolları boş bulamazsınız gece yarısı olmadan önce; havuzda durmaksızın yüzemezsiniz yemek saatleri içinde gitmediğiniz sürece; kütüphanede boş sandalye göremezsiniz, günün erken saatlerinde orada bulunmadığınız sürece; yemekhanede yemek bulamazsınız, tam zamanında oraya varmadığınız sürece...

    Kampüste yıl boyunca, yüzler sürekli değişir. Eski yüzlere yenileri eklenir, yenileri göz açıp kapayıncaya kadar eskir. Çin'de zaman hırçın bir ırmak kadar hızlı akar, acımasızdır. Disiplini elden bırakanı, okul da sınıfta bırakır. Tüm bu rahat ve özgür kampüs yaşantısının, sosyal olanakların zenginliğinin, arkadaş ortamının bolluğunun yanında, Çince'nin sert karakterli mizacı bir çelişki gibi görünür öğrencinin gözüne. Nasıl yapmalı? Kafayı deve kuşu gibi kitaplara mı gömmeli, yoksa hiç bir yaşantıdan, eğlenceden geri kalmamak adına, Çince öğrenimini uzun yıllara mı yaymalı? Zaman bizi bekler mi? Ya dünya, hep bıraktığımız yerde kalır mı? Elbette ki, bu sorulara herkes kendi gerçeğinden ve koşullarından yola çıkarak cevap arayacaktır ama herkes için geçerli bir doğru vardır ki, o da kanımca, dengeli ve disiplinli bir öğrencilik yaşantısının, başarının kapısını açacak tek anahtar olduğudur. Çinli öğrencilerin çoğunun, bu anahtara sahip olduğuna tanıklık ettim. Onların karıncalara benzer yaşantısı, beni hem derinden etkileti hem de hayrete düşürdü. Geçtikleri yollar bile belirginleşmişti adeta. İnanmazsınız, çoğu Çinli öğrencinin, kütüphanede oturduğu yer sabittir, hemen hemen hiç değişmez.

    Yabancı öğrencilerin yaşantısı ise, oldukça farklılık gösterir. Çinli öğrencilerin disiplinli yaşantısını sürdürebilen yabancı öğrencilerin oranı epey düşüktür. Kuşkusuz buna paralel olarak başarılı yabancı öğrencilerin sayısı da epey düşük kalmaktadır.

    Dünyada, Çince öğrenmeye heves edenlerin sayısı günden güne artış göstermektedir. Bu yoğun talebin yarattığı en olumlu gelişmelerden biri de, gönüllü ülkelerde Konfuçyüs sınıflarının açılmasıdır. Ülkemizde de bu yönde olumlu çalışmalar olduğunu muştulayalım. Çince öğrenmek isteyen herkesin olanakları, Çince'yi ana vatanında öğrenmeye elverişli olmayabilir ama Konfuçyüs enstitüleriyle birlikte, üniversitelerin bünyesindeki sinoloji ve Çin dili ve edebiyatı bölümlerinin yanında, Çince öğrenim alanları ve olanakları genişlemektedir.

    Çince'nin son zamanlarda neden popüler bir dil haline geldiği ayrı bir yazı konusudur. Ve tabi, popülerleşen her şeyde olduğu gibi, Çince'nin de kitlelere hızla nüfus edip etmeyeceği ayrı bir tartışma konusudur. Tüm bu tartışmalar bir kenara, Çince'nin halklar arasında, bir kültür köprüsü işleviyle yaygınlaşması sevindiricidir.

    Sabahları günün ilk ışıklarıyla uyanmayı henüz alışkanlık haline getiremediysem de, ara sıra günün erken sattlerinde, yani henüz horozlar ötmeden, sabah gezintilerine çıkmayı severim. İşte günlerden bir gün, bu gezintilerimin birinde, hani şu hep bahsettikleri, gelenkesel Çin sporu Taiqi'yi yapan, orta yaşın üstündeki Çinli'lerle karşılaştım. Bu sporu yapan Çinli'lere, ilk defa tanıklık ediyor olmamın verdiği şaşkınlığı üzerimden attıktan hemen sonra, bu ahenkli etkinliğin seyrine daldım. Onları izlerken, bir yandan onlara katılmaya heves ettim, diğer bir yandan da sağlıklı ve dingin görünüşlerine imrendim.

    Taiqi, tam adıyla Taiqiquan, geçmişi çok eskilere dayanan, ruhunda derin bir felsefi anlayışı barındıran, zor, zor olduğu kadar da özveri isteyen bir spor. Türkçe'ye geleneksel gölge boksu olarak çevirebileceğimiz bu sporun, çoğunlukla orta yaşın üzerindeki Çinliler tarafından her sabah düzenli olarak yapılıyor olması, buna ek olarak birden çok disipline sahip olması, yine geleneksel bir Çin müziği eşliğinde ağır tempolu hareketlerin tekrarını gerektirmesi gibi temel bilgilerin, bu sporla ilgili bir izlenim edinmenizi kolaylaştıracağı kanısındayım.

    Çoğu insanın hayatında bir uğraşıya, yani iş hayatının ya da öğrenim hayatının dışında kalan zamanında ilgilendiği bir uğraşıya yer vardır. Ya da en azından ideal olanın bu olması beklenir. Bu uğraşılar Çin'de büyük bir çeşitlilik gösterir. Daha çok el becerilerine dayanan bu uğraşılar, Çinli'lerin yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu salt elbecerilerine dayanan uğraşılara, bedensel becerileri de eklemek gerekir. Bir yönüyle, fazla fiziksel zorlanmaya gerek göstermeyen bu hafif sporlar, bir yönüyle de yoğunlaşmayı öğrenmenin ve günlük streslerden, zihinsel yorgunluklardan uzaklaşmanın eşsiz araçlarıdır. Kağıt kesme sanatından, kaligrafiye, ayakla oynanan kuş tüyünden yapılmış top oyunundan, iki çubuğu birbirine bağlayan ip üzerinde topaç döndürmeye kadar, bu çok sayıdaki uğraşı, Çinli'lerin yaşamının vazgeçilmez birer parçasıdır.

    Klasik anlamda bir spor dalıyla, amatörce de olsa, düzenli olarak ilgilenmek daha zahmetli olduğundan ve daha fazla enerji harcamanızı gerektirdiğinden, fiziksel zorlanma yaratabilir. Ama yukarıda bir kaçını saydığım bu uğraşılarsa, çok daha eğlenceli ve rahatlatıcı bir etkiye sahiptir. Hatta el becerilerini geliştirmeye yönelik uğraşılar, sanatsal yönleriyle de oldukça tatmin edicidir.

    Koşu parkurunda ya da görece daha tenha yollarda, geri geri yürümek de, Çinli'lerde çok sık rastladığım bir spor türü. Ben denemediğim için, nasıl bir etkiye sahip olduğunu bilmiyorum ama çok ilginç bir deneyim olduğu aşikar.

    Yine Çinlilerin en çok uğraştıkları spor dallarından biri de, ülkemizde bilinen ismiyle begminton, yani yumaoqiu. Tenis raketinden daha hafif iki raketle ve kuş tüyünden yapılmış uçan bir topla oynanan bu eğlenceli sporu, mekan kaygısı gütmeden her yerde icra etmeniz mümkün. Yaz olimpiyat oyunlarının branşlarından biri olan bu sporun, Çin'de belki de, masa tenisinden daha yaygın bir uğraşı olduğunu da belirtmeliyim. Çok defa, yolumun üzerinde bu oyunu oynayan öğrencilere rastlamışımdır ve her defasında gözüm o uçan tüyden topa takılmıştır, o uçan topun altından geçerek yoluma devam ederken.

    Dilimize İngilizce'den geçen hobi kelimesinin, yani yazımda tam Türkçe karşılığıyla kullandığım uğraşı kelimesinin, Çince'deki karşılığı Aihao. Ai : sevmek anlamında, hao : buradaki anlamıyla bir şeye eğilimli olmak anlamında, yani birleştirirsek, sevilen bir şeye eğilimli olmak ya da eğilmek anlamında düşünebiliriz.

    Yazıma son vermeden önce, tüm bu gözlemlerimdem çıkardığım değerlendirmemi de sizlerle paylaşmayı gerekli görüyorum. Sağlıklı ve başarılı bir yaşantı için, bir uğraşı edinmek ve disiplini elden bırakmamak altın kural. Hiç birimiz geç kalmış sayılmayız.

    Gelecek programda tekrar buluşmak ümidiyle, hoşça kalın, sağlıcakla kalın...

    Ulaş Özer

© Copyright by www.cri.cn, 2007