ABD'nin Irak açmazı
ABD Savunma Bakanlığı Pentagon için çalışmalar yapan kuruluş raporlarına göre Irak'ta durumun düzelmesi beklenmiyor. Mevcut koşullarda devam etmek ve çekilme dışında bir seçenek görünmüyor. Gelinen aşamada ABD, Irak'taki durumun tanımını dahi yapamıyor.
Nejat ESLEN
Emekli Tuğgeneral
ı"Ne zaman savaşacağını, ne zaman savaşamayacağını bilen kazanacaktır."
SUN TZU
Pentagon için projeler üreten ünlü ve ciddi düşünce üretim merkezi RAND, 8 Ağustos 2007 tarihinde yeni bir Irak raporu yayınladı. "Irak İçin ABD Politika Seçenekleri: Yeni Bir Değerlendirme'' başlığını taşıyan rapor, Irak'taki mevcut durumu ABD çıkarları açısından tanımlıyor ve ABD'nin uygulayabileceği strateji alternatiflerini ve alternatiflerin faydalarını ve maliyetlerini tartışıyor.
Rapora göre Irak, ABD'nin karşı karşıya olduğu en acil dış politika ve güvenlik sorununu oluşturuyor. Çünkü, Irak'ın istikrarlı ve güvenilir duruma getirilmesinde süregelen başarısızlık, sadece demokrasiyi yayma gayretlerinin çözülmesi ile değil, aynı zamanda istikrarsızlığı ve çatışmayı ihraç ederek de Ortadoğu'daki düzen için tehdit oluşturabilecek.
Rapor, Irak'ta başarıyı öncelikle mezhep grupları arasındaki çatışmadan kaynaklanan şiddetin azaltılmasına bağlıyor. Çünkü, şiddet devam ederse, komşuları Irak'ı, ABD ve Irak'ın çıkarları aleyhine kendi politika hedefleri için bir alan olarak kullanabilecek; Irak, terörist gruplar için ABD'nin ve müttefiklerinin güvenliğini tehdit eden bir eğitim alanı olma özelliğini koruyacak; Irak'ta çatışmanın sürmesi ile ABD, asker ve kaynak kayıpları açısından büyük ölçüde bedel ödemeye devam edecek; bu durum, aynı zamanda ABD'nin kredisini ve Amerikan silahlı kuvvetlerinin etkinliğini de tahrip edecek; dünyada, ABD'nin İslam'a karşı bir savaş başlattığı hususundaki algılamaları da besleyecek. İşte bütün bu nedenlerle, ABD yetkililerinin Irak'ta şiddeti azaltmak için farklı stratejileri dikkate alması gerekiyor.
ALTERNATİF STRATEJİLER
Irak'ta başarı için raporda, aşağıdaki alternatif stratejilerin dikkate alınması öneriliyor;
** Ülkedeki şiddeti yatıştırmak ve çatışmaların artmasını önlemek için ezici bir güç kullanmak.
** İç savaşın galiplerinden birini veya bir kaçını seçmek ve desteklemek, onların Irak'ı kontrol etmesine yardımcı olmak ve böylece Irak'ta çatışmayı sona erdirmek.
** Irak'ın üç ayrı devlete bölünmesine yardımcı olmak.
** Irak'ı terk etmek ve bir veya daha fazla galibin ortaya çıkmasını beklemek.
** Koalisyon kuvvetleri direnişçiler ile savaşmaya odaklanırken ve merkezi hükümet desteklenirken, şiddeti azaltmak için arabuluculuk yaparak mevcut gayretleri sürdürmek.
Raporda, uygulanan stratejinin ve mevcut durumun sürdürülmesi dışındaki alternatif stratejilerin uygulanma ve başarılı olma olasılığının düşük olduğu vurgulanıyor. Bu nedenle de şiddetin, ABD yetkililerinin çekilmenin tercih edilir bir seçenek olduğuna karar verecekleri bir seviyeye tırmanmasına kadar mevcut durumun sürdürülmesi, strateji değiştirmek yerine, uygulanan stratejinin etkinliğinin artırılması, bu amaçla da politika, ekonomi ve güvenlik tedbirlerinin gözden geçirilmesi, bu kapsamda askeri gücün daha etkin kullanılması, politik ikna, diplomatik baskı yöntemlerinin uygulanması ve mali yardımların artırılması gerektiği belirtiliyor.
KERKÜK VE ABD'NİN AÇMAZLARI
Irak'ta şiddeti azaltmak amacı ile uygulanması gereken politik tedbirler içinde merkezi yönetimin güçlendirilmesi, Kürtlerin Kerkük'ü ele geçirmelerinin ve yeni otonom bölgelerin oluşmasının önlenmesi ve merkezi yönetimin petrol gelirlerini kontrol etmesi saylıyor. Uygulanması gereken güvenlik tedbirleri içinde mezheplere daha az bölünmüş ve daha etkin bir Irak askeri gücüne vurgu yapılırken,ekonomik tedbirler içinde petrol kaçakçılığının önlenmesi, petrol bakanlığının yeniden yapılandırılması, mali yardımların artırılması vurgulanıyor.
Eğer şiddet azaltılamaz ve çekilmek kaçınılmaz olursa, ABD'nin öncelikle bu kararı Irak hükümeti ve koalisyon ortakları ile paylaşması, BM'den Irak'ın toprak bütünlüğünü garanti eden bir kararın çıkarılması, mülteciler ve çekilme üsleri temini için tedbirler alınması ve çekilmenin aceleye getirilmemesi raporda öneriliyor.
Raporda belirtilen hususlar ve ABD'nin Irak ile ilgili açmazları şu hususları gündeme getiriyor;
** 11 Eylül sonrasında başlattığı jeostratejik inisiyatifler içinde, ABD'nin Afganistan'da olduğu gibi Irak'ta da başarılı olma olasılığı günümüzde daha da düşüktür.
** Uygulanan yanlış stratejiler ile birlikte askeri gücündeki tahditler, ABD'nin Irak'taki başarısızlığın başlıca nedenlerini oluşturmaktadır.
** Mevcut şartlar ve askeri gücündeki tahditler, ABD'nin Irak'ta başarı için "mevcut şartlarda devam etme'' veya "çekilme'' dışında alternatif stratejiler geliştirme ve uygulama yeteneğini yok etmiştir.
** Artık, mevcut yetenekleri ile ABD Irak'ı kendi çıkarlarına göre şekillendirme inisiyatifini kaybettiği söylenebilir. Bu, Irak'ın şekillendirilmesinde ve geleceğinin belirlenmesinde, Irak içindeki grupların ve Irak'a komşu ülkelerin daha etkin roller oynayabileceği anlamına gelmektedir.
** RAND'ın raporunda da belirtildiği gibi ABD'nin Irak'ta başarısının kriteri, şiddeti makul bir seviyeye indirmektir. Oysa, ABD'nin Irak ile ilgili çıkarlarının ve başarısının gerçek tanımı bu değildir. Mevcut şartlar, ABD'nin Irak'ta başarıyı tanımlamasını bile zora sokabilmektedir.
** ABD'nin 2007 yılı başlarında benimsediği ve Irak'taki birlikleri 30000 askerle (5 tugay) takviye etmeyi ve öncelikle Bağdat ve çevresinde güvenliği sağlamayı amaçlayan "son çare stratejinin'' de başarılı olamadığı izlenmektedir.
** ABD'nin Irak'taki başarısızlığı, hem İslam direnişçileri hem de ABD'nin bölgesel ve küresel rakiplerini cesaretlendirebilecek, bu güçlerin ABD çıkarları karşısında daha ciddi inisiyatifler kullanmalarına neden olabilecek; bu yeni süreçte, ABD'nin küresel üstünlüğünü sürdürme gayretlerini de zora sokabilecektir.
** ABD'nin Irak'tan çekilmenin kriteri, şiddetin artması olduğuna göre, zaman içinde Irak'taki direnişçiler çekilmeyi hızlandırmak için şiddeti daha da körükleyerek ABD stratejisini daha da zora sokabilecektir.
** Şiddetin daha da artması ABD'nin çekilmesini gerektirebilecek, ABD'nin çekilmesi Irak'taki kaosu yoğunlaştırırken, çevreye de yayabilecektir.
** Irak'tan çekilmesi ABD'nin prestij kaybetmesi, direnişçilerin ise zaferi anlamına gelebilecektir.
** Şiddetin ve kaosun, çatışan güçler arasında dengeler kuruluncaya kadar uzunca bir süre devam etmesi ve sürecin sonunda Irak'ın bölünmesi beklenmelidir.
** Yaşamsal çıkarları gereği Türkiye, istese de istemese de Irak'taki gelişmelerin içindedir ve Türkiye'nin gelişmeleri sadece izleme lüksü yoktur.
** Gelişen şartlar, Türkiye'nin Irak ve Irak'ın kuzeyi ile ilgili çıkarlarını ve politika hedeflerini gözden geçirmesini, gerçekçi tedbirler uygulamasını, çıkarlarının örtüştüğü alanlarda, çevre ülkelerle ve Irak'ın içindeki unsurlarla işbirliğini geliştirmesini gerektirmektedir.
İngilizlere 1857 sorgusu Hürriyet 26.08.2007
Hintli tarihçi Amereş Misra, İngiliz sömürgesi olan ülkesinin ilk bağımsızlık mücadelesini anlattığı yeni kitabında, 1857 olaylarını "anlatılmamış bir soykırım" olarak niteledi. Misra, tartışma yaratacak kitabında, tarihe "Hint isyanı" olarak geçen olaylarda 10 yıl içinde yaklaşık 10 milyon Hintli'nin İngiliz güçleri tarafından katledildiğini savundu.BOMBAY'da yaşayan tarihçi ve yazar Amareş Misra'nın "Medeniyetler Savaşı: Hindistan MS 1857" adlı yeni kitabı tartışma yaratacağa benziyor. Kitapta, İngiltere'nin, o dönemde sömürgesi olan Hindistan'ı kaybetmemek uğruna 150 yıl önce bu ülkedeki isyanı "soykırım" yaparak bastırdığı iddia ediliyor. Misra'ya göre, 19. yüzyılda Avrupalı bir süpergücün karşılaştığı en büyük sorun olan "Hint isyanı," sömürgeci İngiltere tarafından 10 yıl boyunca süren ve 10 milyona yakın can alan kanlı bir kampanya ile bastırıldı. İngiliz The Guardian Gazetesi'ne konuşan Misra, "tarihin muhasebe kitabında" 1857 sonrasında kaç Hintli'nin öldüğüne dair tarafsız bilgi bulunmamasını şaşkınlıkla karşıladığını söyledi. İngiliz resmi tezi, sadece 1000 Hint askerinin ayaklanmada can verdiğini bildirirken, asayişi sağlamak üzere öldürülen asilerin ve hedef alınan sivillerin miktarı hakkında hiçbir bilgi bulunmaması dikkat çekiyor. Misra'nın kitabı bu boşluğu doldurmaya çalışıyor.GİZLİ TUTULDUMisra'nın araştırmaları, üç kaynağı esas aldı. Öncelikle, İngilizleri ülkeden sürerek bağımsızlık kazanmak isteyen Hint Müslümanları ile Hindu savaşçılarının geçtiği kayıtlar incelendi. Ardından İngiltere'de tutulan resmi belgeler tarandı. Kayıtlara göre, Hindistan'da bağımsızlık savaşı sırasında bölgeye göre değişmek kaydıyla beşte bir ile üçte bir arasında insan gücü kaybı oluşmuştu. Misra, şöyle konuştu: "Bu, milyonlarca insanın yokolduğu bir soykırımdı. İngiliz görüşüne göre gerekli bir soykırımdı, çünkü kazanmalarının tek yolunun kasaba ve köylerdeki nüfusu tamamen yok etmek olduğunu düşünüyorlardı. Kolay ve zalimceydi. Katliamın ölçeğini gizli tuttular."Misra'nın iddiaları hem Hindistan'da, hem de İngiltere'de tartışma yarattı. Hint tarih kurumunda 1857 olaylarını inceleyen Şabi Ahmed, "Kayıtlardan kaybolan insanlar öldü mü, yoksa göç mü ettiler emin olamıyoruz" dedi. "Hint İsyanı" adlı kitabın yazarı İngiliz tarihçi Saul David de, ölü sayısının "yüzbinlerce" olduğunu söylemekle yetindi. Uzmanların çoğu "10 milyon kayıp" iddiasını "yanıltıcı" değil "abartılı" buluyor.148 yıl sonra filme çekilmişti19. yüzyılın ortasında Timur'un soyundan gelen Bahadır Şah Zafer eliyle Hindistan'ın büyük kısmını yöneten İngiliz güçlerine karşı 1857'de ülkenin kuzeyinde bir ayaklanma başladı. Hintlilerin "Birinci Bağımsızlık Savaşı," İngilizlerin ise "Hint Ayaklanması" olarak andığı birkaç ay süren olaylar zor kullanarak bastırılırken, asiler de asıldı. Sonuçta İngiltere ülkeyi doğrudan boyunduruk altına aldı. 2005 yapımı "The Rising" (Ayaklanma) adlı film bu dönemi konu alıyor. Hint savaşçı Mangal Pandey'i Bollywood yıldızı Amir Khan canlandırdı.
KONYA (A.A) - Konya Sanayi Odası Başkanı Tahir Büyükhelvacıgil, Türkiye'deki küçük ve orta boy işletmelerin (KOBİ), Çin'i bir tehdit gibi görmek yerine, bu ülkede yaşayan 200 milyon civarında üst düzey gelir grubundaki insanı hedeflemeleri gerektiğini söyledi.
Büyükhelvacıgil, AA muhabirinin sorularına yazılı olarak yaptığı açıklamada, Çin gerçeğinin, bugün sadece Türkiye ekonomisinde değil, tüm dünyadaki emek yoğun sektörlerde çok ciddi sıkıntılar meydana getirdiğini belirtti.
Çin'in, bugün tehdit olarak değil, fırsat olarak görülmesi gerektiğine dikkat çeken Büyükhelvacıgil, Çin'in 1 milyar 300 milyon kişilik nüfusunu tek tip pazar olarak görmenin yanlış bir bakış açısı olduğunu vurguladı.
Bugün Çin'de, 200 milyon civarında üst düzey gelir grubunda insan yaşadığını ifade eden Büyükhelvacıgil, şunları kaydetti:
''Bunun yaklaşık 75 milyonu Batı'daki zengin sınıfından daha fazla gelire sahip kişiler. 125 milyon kişi de orta ve üst gelir grubuna dahildir. Son 20 senede insanların gelirlerinin sürekli arttığı da göz önüne alındığında, daha önce olmayan bir takım tüketim alışkanlıkları her geçen gün yaygınlaşmaktadır. İşte biz burada Çin'i fırsat olarak değerlendirebiliriz. Gelinen noktada, ticari ve yatırım potansiyeli nedeniyle Çin ile yatırım, üretim ve ticaret yapmak oldukça karlıdır. Bugün Çin'in 1 trilyon dolarlık ihracatının yüzde 50'sini yabancı sermayeli firmalar yapmaktadır. Bizim bu dev potansiyeli görüp, sanayiciyle, ticaret erbabıyla, siyasetçisiyle, bürokratıyla birlik ve beraberlik içinde atılım yapıyor olmamız gerekir.''
Türkiye'deki KOBİ'lerin, Çin'i bir tehdit gibi görmek yerine, bu ülkede yaşayan, 200 milyon civarında üst düzey gelir grubundaki insanı hedeflemeleri gerektiğini anlatan Büyükhelvacıgil, ''Küresel ekonominin yükselen gücü ve Türkiye'nin üçüncü büyük ticaret ortağı Çin, bir yandan dünya devlerinin gözünü korkuturken, öte yandan bir fırsat olarak görülmelidir. 2 trilyon doları bulan dış ticaret hacmi, yaklaşık 800 milyar dolarlık ithalatı Çin'i, küresel bir güç yapmanın yanı sıra deyim yerindeyse 'fırsatlar ülkesi' yapmıştır'' dedi.
KOBİ'leri, öncelikle Çin gerçeğini kabul etmek, buna karşı gerekli önlemleri alıp atılımları yaparak yoluna devam etmek zorunda olduklarını vurgulayan Büyükhelvacıgil, ''Çin, bugün Konya'daki sektörlerin de rekabet gücünü zayıflatmaktadır. Bu yüzden firmalarımız öncelikle rekabet güçlerini artırmak için, verimliliği artırmak, kurumsallaşmak ve marka değeri yaratmak zorundadırlar. Çin'le rekabet etmenin önemli bir yolu da, kümeleşme modelinin bir an önce hayata geçirilmesidir. Yani bir olmaktır, birlik olmaktır. Nitekim, Çin Hükümeti de bugün bölgesinde 5-6 tane büyük marka yaratıp, diğerlerini eritmek istemektedir'' diye konuştu.
Büyükhelvacıgil, Çin'le rekabet etmek için yabancı sermayeyi ülkeye çekmenin zorunlu olduğunu, ancak bunun, KDV indirimleri gibi küçük anlayışlarla değil, siyaset ve ekonominin kurmaylarıyla bir araya gelinip, gerekli politikalar üreterek gerçekleştirilebileceğini sözlerine ekledi.