Çin'de park hayat demek... Hale Dere Cumhuriyet Dergi 08.07.2007
Hayatımda yaşayacağımı hiç düşünmediğim bir kentteyim: Shanghai (Şanghay). Gelmeden önce internet sayfalarından baktığımda Shanghai için 18 milyon nüfusuyla New York'la yarışır dendiğini okuyunca, amma da keskin bir yargı demiştim içimden, ama 88 katlı Jing Mao gökdeleni ve bulutları kucaklayan enteresan mimariye sahip yüksek binalarını, geceleri denizde ışıldayan inanılmaz ışıklarını görünce hak verdim... Çin'in doğu sahilinde Yangtze nehri deltasında kurulan bu tarihi kent Çin'in en büyük liman kenti. Dış görünüş bir yana kentleri kendi kültürleri içinde değerlendirmek en doğrusu, her kentin kendine özgü özellikleri var. Ben de yazımda bu kentin beni etkileyen bir yanını yansıtacağım.
Şanghay'daki ilk günlerimde, sabahları altı gibi çok erken saatlerde sokaktan gelen konuşmalardan, satıcı ve müzik seslerinden anladım ki hayat burada erkenden başlıyor. Bir zaman sonra ben de evden erkenden çıkıp keşiflerime başladım. Kendi sokağımın az ilerisinde büyük bir park keşfettim. Kangjian Park'ın girişi de kendi kadar ilginç. Kapısının önünde her zaman büyük bir insan ve park etmiş bisiklet kalabalığı var. Seyyar satıcılar aklınıza ne gelirse satıyorlar, pijama, don, makara, makas, tabak çanak, kitap... Bunlar tanıdık şeyler, bir de ne olduğunu kestiremediğim kökler, çuvalda bir takım baharatlar, kurutulmuş mantarlar, kökler gibi yiyecekler oluyor. Sebzeler tabii bizim Türkiye'dekilere çok benziyor, patates, soğan, marul, salatalık, havuç, kereviz, patlıcan, pancar, lahana, bakla, karnabahar... Elbette benzemeyenler de var.
Satıcılardan gayri sağlık hizmeti verenler de var, kimi resmi kimi özel. Parmaklıkların önüne dizilen masalarda sabahları tıp öğrencileri isteyenlerin tansiyonlarını ölçüyor, gerekli tavsiyelerde bulunuyorlar, hepsi ciddi ve kibar. Bazen sağlık hizmetlileri diş kontrolü yapıyor ve sağlık malzemeleri tanıtıyorlar. Yaşlı, genç herkes bu imkânlardan yararlanıyor. Özel olarak seyyar sağlık hizmeti verenleri de unutmamalı, bir karı koca romatizmal şikâyetleri dinleyip ağrı olan bölgeye gres yağı gibi çok ağır bir ilaç sürerek tahta kupalarla tedavi uyguluyorlar.
Parkta gözüme çarpan en önemli dekor heykeller ve Tai shan dağından getirilen doğal olarak oyulmuş girintili kayalar. Zamanla bu kaya parçalarının Çin kültüründe önemli bir yeri olduğunu öğreniyorum. Yolun kenarlarında içine günlük gazetelerin yerleştirildiği cam vitrinler var, herkes haberleri buradan hem okuyor, hem tartışıyor. Yolun diğer kenarında ise taştan yapılmış masalar ve taburelerde, satranç ve tavlaya benzer bir oyun Ma Jiang (macan) ile iskambil oynanıyor, aralarında kadınlar bulunsa da çoğunluk erkeklerin. Ama zannetmeyin ki erkekler burada oynarlarken kadınlar evde yemek pişiriyor, Şanghay kültüründe genelde yemek, bulaşık, yemek alışverişi gibi işler erkeklerin, eğlence kadınların. Badminton sahasında kadınlı erkekli bir yığın insan neşeli bir şekilde maç yapıyor, seyircileri de az değil. Onları seyrederken, içlerinden biri kırık bir İngilizce'yle nereli olduğumu soruyor, Türk deyince arkadaşlarına dönüp bir şeyler söylüyor, etrafıma toplanıyor, bana burada ne iş yaptığımı soruyorlar, öğretmenim deyince çok hoşlarına gidiyor, anlaşılan bu memlekette öğretmenliğin saygınlığı yitirilmemiş. Biri bir raket bulup getiriyor, oynamamı istiyorlar, pek bilmiyorum diyorum, ama nafile, kendimi ortada biriyle oynarken buluyorum. Samimiyetleri ve cana yakınlıkları beni heyecanlandırıyor. Tekrar buluşmak üzere sözleşip ayrılıyoruz. Ertesi gün yine onlarla buluşuyorum işe gitmeden, bir müziğe kapılıp sesin geldiği tarafa yöneliyorum, o da ne, kadınlar, erkekler dans ediyor, el kol işaretleriyle sen de gel diyorlar. Ne yaptıklarına bakıp anlamaya çalışıyorum. Ça ça mı, vals mi, değişik bir dans bu, yoksa Salsa mı? Bir erkek yanıma gelip buyurun dans edelim diyor İngilizce. Neden olmasın? Elimdeki dosyaları kenara koyup piste yürüyorum, dans ediyoruz, beni çok güzel idare ediyor, ayak hareketlerimi onunkilere uyduruyorum, zaten figürler çok tanıdık. Ben dansı kabul ettim diye herkes çok memnun görünüyor. Belli etmeden bizi seyrediyorlar.
Sanatsal faaliyetler de var parkta. Bir grup, geleneksel Çin enstrümanları çalıyor, müzikleri sabahın sakinliğinde inanılmaz bir neşe veriyor insana. Bir cumartesi günü ben de Çin müziğinin güzel nağmelerine kendimi bırakıyorum. Elinde üflemeli müzik aleti olan benim yaşlarımda bir kadın yanıma yaklaşıyor, kusursuz bir İngilizce'yle konuşmaya başlıyor. O da benim gibi matematik öğretmeni. Amerika'ya yerleşmişler, ancak ülkelerinden hiç kopmamışlar, tatillerde Çin'e mutlaka geldiklerini, yakın akrabalarını aradıklarını ve her gelişinde kendi kültüründen uzak kalmamak için bir şeyler öğrenmeye çalıştığını anlatıyor. Bu sefer de bu parkın müdavimi olmuş, her sabah bu köşeye gelerek bu müzik aletini çalmayı öğrenmiş.
İZMİR'İN KAVAKLARI...
Parkın bir başka köşesinde Çin halk müziği ya da klasik sanat müziği korosu konser veriyor. Kadınlar ve erkekler neşeli bir şekilde şakalaşıyorlar, benim onları dinlediğimi görünce sen de katıl, diyorlar. Nasıl katılayım, onların şarkılarını bilmediğimi söylüyorum, sana göre şarkılarımız da var diyorlar, çocukluğumda duyduğum eski Batılı şarkılardan söylemeye başlıyorlar, ama nafile, ben yine onlara katılamıyorum, biraz da utanıyorum. Peki sen de bildiğin bir şeyler söyle diyorlar. Kaçamayacağımı görüyorum, ama ne söyleyebilirim, buluyorum, İzmir'in kavakları... Herkes susuyor, dikkatle beni dinliyor, çok hoşlarına gidiyor, çok seviniyorlar. Alkışlayanlar bile var. Birden çok iyi arkadaş oluyoruz, kolumdan tutuyorlar, bana sarılıyorlar, telefonlarını vermek istiyorlar, hepsi benimle arkadaş olmak istiyor. İsimlerimizi birbirimize söylüyoruz. Bir saat sonra hiçbir isim aklımda kalmayacak biliyorum, hepsi birbirine benziyor.
İşte gördünüz benim Kangjian parkım çocuk, genç, yaşlı herkes için bir cennet köşesi. Sabahları 11'e kadar çoğunluk emeklilerin, orta ve çok yaşlıların faaliyet alanı, öğlene doğru torunların ve çocukların koşturduğu alan haline gelecek. Öğleden sonra ise gençlerin, üniversite öğrencilerinin romantik köşelerde buluştuğu, sandalla gezinti yaptığı ya da ders çalıştığı, dinlendiği bir huzur alanı, dörtten sonra yine dans başlayacak yaşlılar, torunlar, gençler altıda park kapanana kadar burayı terk etmeyecek. Ben de artık her fırsat bulduğumda kendimi bu parka atıyorum.