Çin, o uzak diyar

    2007-08-01 17:43:31                cri
   

    Her şey bir yabancı dil öğrenme isteğimle başladı. Ama kısa zamanda anladım ki, Çince öğrenmek, bir yabancı dil öğrenmekten daha fazlasıymış. Daha fazlası olduğunu, Çince'yi Çin'de öğrenmeye başladıktan sonra anladım.

    Çin'e gelmeden önce, hemen hemen herkesin hayretle sorduğu bir soru vardı ki, yanıtı basit, basit olduğu kadar da gerçekti. Bana sordukları soru, neden bir başka dili değil de Çince'yi seçtiğimdi, hem Çince çok da zor bir dildi. Bu sorularla defalarca karşılaştım ve her seferinde aynı yanıtı verdim, çünkü bana göre bu sorunun sadece bir tane gerçek cevabı vardı. Çince'yi seçtim, çünkü Çin her alanda hızlı bir gelişme sergiliyor. Gelişen Çin dünyada söz sahibi olmaya başlıyor. Ve tüm bu gelişmelere rağmen, ne yazık ki, ülkemizde Çince bilenler iki elin parmaklarını geçemiyor. Evet Çince zor bir dil. İyi öğrenmek için sabırlı ve özverili olmak gerekiriyor. Her şeyde olduğu gibi, Çince öğrenmek için de büyük bir merak, arzu ve disiplin gerekiyor. Size küçük de bir sır vereyim Çince'yle ilgili: Çince bir maraton. Çince öğrenmeyi, kaplumbağa ile tavşan arasındaki yarış gibi algılamak gerekiyor bence. Yavaş ve hiç durmadan, sabırlı ve kararlı ilerleyerek... Bu cevabım karşısında, her halde yanıtım doyurucu olduğundan olacak, hiç kimse başka bir soru daha sormuyordu. Sonrasında koşullar el verip de, Çin'e gitmek fikri ortaya çıkınca, yani Çince'yi yerinde ögrenmeye karar verince, çevremdekilerin Çince'ye ilişkin hayretle sordukları sorular yerini hararetli bir desteğe bıraktı. O zaman anlamıştım, Çin'in kafalarda ne denli uzak olduğunu. Kimbilir belki böyle olması çok olağandı ama eminimki, böyle devam etmesi pek mümkün olmayacaktır.

    Evet Çin Türkiye'ye bir hayli uzak, uzak olmasına ama Çince öğrenen Türklerin ve Türkçe öğrenen Çinli'lerin sayısı arttıkça, bu mesafe kafalarda azalacak ve bu ancak dil denen o eşsiz araçla mümkün olacaktır.

    İlk izlenimler

    Yolculuğum, uçak denen o eşsiz ulaşım aracı sayesinde göz açıp kapayıncaya kadar tamamlandı. Beijing'e vardığımda, her şey gözüme farklı görünmüştü. İnsanlar, araçlar, yollar, binalar, kokular... Kendimi bambaşka bir dünyanın içinde buldum adeta. İlk zamanlar bu dünya beni biraz korkuttuysa da, bu dünyanın güzellikleriyle buluşmam çok gecikmedi. Daha önce ön kaydımı yaptırdığım üniversitemin yurduna yerleştikten sonra çevremi tanımakla başladım işe. Okulumun çevresini öğrenirken şaşkınlık ve heyecanı bir arada yaşadım. Şaşkındım çünkü, bir yandan araçların ve yayaların düzenine ayak uydurmaya çalışıyordum, bir yandan Çince karekterleri okumaya ve anlamaya çalışıyordum, bir yandan da daha önce kendi ülkemde görmediğim, karşılaşmadığım pek çok şeye şahit oluyordum. Heyecanlıydım çünkü, her şey benim için yeniydi. Yeni bir çevrede yaşayacak, yeni bir dille iletişim kuracak, yeni insanlar tanıyacak, yeni lezzetleri tadacaktım. Her alışma evresi, sıkıntıları da beraberinde getirir elbette. Benim sıkıntılarım genellikle, yol yordama ilişkindi. Neyi nasıl bulacağım, neyi kime soracağım, nereye nasıl gideceğim gibi günlük yaşantıya ilişkin sıkıntılar. Ama bu kaygı ve sıkıntıları aşmamda bana yardımcı olan, Türkçe bilen Çinli dostlarımın yanında, okulumda okuyan Türk öğrenciler de vardı.

    Türkiye'deyken Çin'le ilgili çok şey okumuştum. Hatta özellikle Beijing'le ilgili ön bilgi edinmiştim. Çin Uluslararası Radyosu'nun Türkçe internet sitesiyle Türkiye'deyken tanışmış olmamın da büyük yararlılıklarını gördüm elbette. Bu süreçte Tian'anmen alanının Çin için ne anlam taşıdığını da öğrendim, Çin settinin nasıl sembolleştiğini de... hatta öğrendim ki, dünyadaki en büyük üç nehirden biri de Çin'deymiş.

    Beijing'e gelir gelmez, yani tam anlamıyla ayağımın tozuyla, ilk gittiğim tarihi mekan Tian'anmen alanı oldu. Dünyanın en büyük alanı diye de bilinen Tian'anmen alanı, bir günde gezilemeyecek kadar büyük bir alan olmasının yanında, görenleri büyülemesi açısından da görkemli bir üne sahip.

    Beijing çok büyük ve kalabalık bir şehir olmasının ötesinde, olimpiyatlara hazırlanan bir şehir olduğu için de şimdilerde büyük bir şantiye görünümünde. Neredeyse yirmi dört saat çekiç sesleri hiç susmuyor. Ve bisikletler, sel olup akıyor Beijing sokaklarında. Yine dünyanın en fazla bisikletini barında taşıyan bir şehir olmasıyla da başka bir 'en'e imza atıyor Beijing şehri. Dünyanın en yüksek dağının, dünyanın en derin çukurunun, dünyanın en uzun duvarının, dünyanın en kalabalık nüfusunun da Çin'de olduğunu hatırlarsak, dünyanın en fazla 'en'ini barındıran ülkesi olarak, dünyada en fazla yabancıya ev sahipliği yapmasına şaşmamak gerekir diye düşünüyorum.

    Benim okuduğum okulda yabancı öğrenci sayısı yedi bine dayanmış neredeyse. Dünyanın dört bir yanından kültürler, renkler Çince potasında eriyerek belki de yeni bir bakışı, anlayışı muştuluyor. Dünya Çin'e akıyor, Çin'de yeni bir dünya kuruluyor. Olimpiyat Oyunları'nın şiarı olan "Bir Dünya Bir Rüya" anlayışının rüyadan öte bir anlam taşıdığını görmek için Çin'e gelip, her şeyi yerinde görmenin yararlarıysa sayılamayacak kadar çoktur diye düşünüyorum.

    Çin'de yok yok. Neler mi var, aklıma gelen bir kaç şeyi paylaşayım sizlerle :

    Dünya mutfakları

    Dünya markaları

    Her türlü kültürel sanatsal etkinlikler

    Her zevke uygun büyük ve rahat eğlence mekanları, bunlara devasa karaoke merkezleri de dahil

    Fuarlar, yine dünyanın en büyük fuarı Çin'de, bilginize

    Hani bir söz vardır, anlatılmaz yaşanır diye, işte Çin ancak bu kadar anlatılır, daha fazla anlamak için yaşamak biricik yol...

    Siz yine de Çin Uluslararası Radyosuna kulak kesilin. Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı? sorusuna benim vereceğim cevap günlüğümde gizli.

    Haftaya tekrar buluşmak umuduyla sizlere veda etmeden önce, bir Çin atasözünü sizlerle paylaşmak istiyorum :

    Kum tanelerinden kale olur.

    Bizim bir atasözümüzle benzerliğini her halde, hemen farketmişsinizdir.

    Hoşça kalın, sağlıcakla kalın...

© Copyright by www.cri.cn, 2007