Bir masal kentine benzeyen Changchun

    2007-07-31 19:36:49                cri

    Beijing Batı Garı'ndan kalkan tren, dokuz saatlik gece yolculuğundan sonra Çin'in kuzeyindeki Jilin eyaletinin merkezi Changchun'a vardığında, saat sabahın altısıydı. Yeni yeni uyanmakta olan bir kentin kıpırtısı, pırıl pırıl bir yaz sabahının neşesi ve Çin'de yeni bir yer görecek olmanın heyecanı içimi doldurmuştu. Çin'de tren yolculuklarını hep sevdim; ucuz, temiz, rahat ve güvenli; yolcular ve görevliler de bir yabancının işini kolaylaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

    Gardan çıktıktan sonra, elimdeki "guide"ın Changchun bölümündeki yazı ve haritalardan, tüm kenti kuzeyden güneye doğru ikiye bölen Renmin Dajie (Halk Bulvarı) olduğunu anladığım caddede yürümeye başladım. Ara sıra yan cadde ve sokaklara da küçük giriş çıkışlar yaparak, yürüyebildiğim kadar yürümek, Changchun'u "yürüyerek tanımak", bu arada da uygun, ucuz bir otel bulmak istiyordum.

    Bir saat kadar yürüdükten sonra, Shengli parkının önünde, Beijing'ten de çok alışık olduğum, rengarenk kıyafetleri içinde geleneksel Çin dansı yapan grupları gördüm. Genellikle yaşlı insanlardan oluşan bu gruplar, kulağıma artık çok tanıdık gelen müzik eşliğinde, ellerinde yelpazeler kıvrak hareketlerle büyük bir uyum içinde dans ediyordu. Her zaman olduğu gibi, hayran hayran seyrettim.

    Shengli parkının içi de bir alemdi... Bugüne kadar Çin'de gördüğüm en büyük Mao Zedung heykelinin bulunduğu, büyükçe bir gölü çevreleyen alanda koşanlar, yürüyenler, köpeklerini gezdirenler, taichi, kungfu ya da kılıç egzersizleri yapanlar, Çin operası söyleyenler, çeşitli müzik aletleri çalanlar... Yüzlerce insan... Kendimi birden sanki bir "masal ülkesindeymiş" gibi hissettim ve Changchun'da geçirdiğim dolu dolu iki gün boyunca bu duygu peşimi hiç bırakmadı.

    Çin'de birçok kent gördüm, hemen hepsinde insanı etkileyen bir huzur, sükunet ve neşe hakimdi; kavga dövüşe hiç tanık olmadım, Shangai'ın belirgin karmaşası dışında, uzun, sakin bir ırmak gibi akan yaşamlar içeren bu yerlerin her biri ayrı izlenimler bıraktı bende, Çin'de gittiğim her yerde kendimi çok iyi hissettim, hiç yabancılık çekmedim ama belirteyim ki Changchun, bir başkaydı. Az önce de söylediğim gibi, ağlayan çocuk bile görmediğim bu kentte sanki bir "ütopyanın içinde"ymişcesine dolaştım. Ne yalan söyleyeyim, saat gece 22 gibi, bir inşatın önünden geçerken işçilerden ikisinin Çin operasından bölümler seslendirdiğini, diğerlerinin de neşe içinde onları dinlediğini görünce, başka türlü düşünemiyor insan!

    Tam merkezinde yer alan çok büyük bir meydana ve Erlong, Nanhu gibi gerçekten harika parklara sahip olan Changchun, Çin sinemasının da önemli merkezlerinden biri. Zaten, Changchun'u görmek isteyişimin en önemli nedeni de sinema müzesini gezmekti. Kuzeydoğu Çin'in en zengin kentlerinden biri olan, özellikle Wolkswagen fabrikası nedeniyle otomotiv endüstrisinin hayli geliştiği Changchun, belki turistler için çok fazla "gezelim görelim" fırsatı sunmuyor ama film müzesi ve "Son imparator" Pu Yi'nin çocukluk ve gençliğinin geçtiği, Bernardo Bertolucci'nin ünlü filmindeki bazı sahnelerden de anımsayacağımız "Kukla İmparatorun Sarayı", bence kenti tarihi-turistik açıdan fazlasıyla doyuruyor. Çin, 1930'ların sonunda kuzeydoğudan başlayarak Japon saldırganların işgaline uğrayınca, Changchun'da kurulan işbirlikçi-kukla hükümet çok uzun ömürlü olamadı ama Pu Yi'nin sarayı ve Japon işgalini ayrıntılarıyla anlatan, müzecilik açısından bir "ders gibi" gezilmesi gereken, gerçekten çok etkileyici bir tasarımla düzenlenmiş olan müze, 70 yıla yakın zaman önce yaşananları, tüm çıplaklığıyla getiriyor gözümüzün önüne.

    Film müzesi ve sarayla ilgili ayrıntılar, bir dahaki programa... Şimdiden söyleyeyim, Changchung, anlatmakla, dinlemekle, okumakla tanınabilecek bir kent değil, görmeniz lazım!

    TUNCA ARSLAN (26 Temmuz 2007)

© Copyright by www.cri.cn, 2007