Turfan'da bir köylü ailesine konuk oldunuz. Onların yaşamını nasıl buldunuz?
Onların yaşamı, bizim Orta Anadolu'daki bir köy evi gibiydi. Ben orada hiç yabancılık çekmedim doğrusu. Eve girerken, tabii oradaki tabiatın verdiği bir olgu, asma yaprakların altından, üzümlerin altından geçerek büyük bir avluya geldik. Orada dikkat ettim, mimari olarak bir avlu var ve ev onun etrafından kurulmuş ve kerpiçten yapılmış bir ev. Ama tertemiz, ferah, güzel bir ev. Bu da bana bizim Orta Anadolu'daki bir evi anımsattı. Çiftçilerin yaşam tarzıyla şehirdekilerin yaşam tarzı her zaman birbirlerinden ayrı olmuştur, daha farklı standartlarda yaşıyorlar. Ama gene de elektriğin olduğunu, suyun olduğunu, yolun olduğunu gözlemledim.
Burada benim ilgimi çeken ikinci husus da Mahmud'un kızı Kevsaray, 9-10 yaşlarında bir genç kız, kendisine hem Uygurca sorular yönetildi, hem de Çince sorular yöneltildi. Her iki dilde de çok rahat cevap verdi. Ben de ortak dil olduğu için bu aileyle biraz Türkçe sohbet imkanını bulabildim. O da enteresan bir tecrübeydi benim için.
Xinjiang'da yaşayan özellikle Uygurların gelenekleri, tarihi varlıklarının korunup korunmadığı konusunda bir gözleminiz oldu mu?
Şunu söyleyeyim, eğitim konusuyla ilgili bazı sorular yönelttim. Burada benim anladığım, artık iki dilli bir eğitim söz konusu, yani hem Uygurca eğitim veriliyor, hem de Çince eğitim veriliyor. Bunun tabii kendi içerisinde bir mantığı var. Çünkü Uygurlar, Çin'in vatandaşları olarak eğer iyi işler almak istiyorlarsa, ve yahut bu son derece rekabete açık olan iş bulma ortamında avantajlı bir konuma gelmek istiyorlarsa, ister istemez Çince'yi de iyi öğrenmeleri lazım.
Bu bağlamda mesela Çin Halk Cumhuriyeti'nin sağladığı bazı avantajları da belirtmekte yarar var. Bunlardan bir tanesi, mesela, Çin'in genelinde tek çocuk uygulaması var, tek çocuk politikası var. Bir ailenin ancak bir çocuğu olabiliyor, ama böyle bir kısıtlama, hiç bir şekilde Uygurlara uygulanmıyor. Onun için ben, mesela Mahmud'un Kevsaray'ın dışında diğer iki kızını da tanıdım. Yani averajın çok üstünde, istedikleri kadar çocuk yapabiliyorlar. İkincisi eğitim görmüş olan Uygurlar, üniversite seviyesine geldiklerinde, Türkiye'deki gibi çok zorlu bir üniversiteye giriş sınavına tabi tutuluyorlar. Bu giriş sınavında da diğer azınlıklar yanında Uygurlara da, Uygur öğrencilere de fazladan puan veriliyor. Bu puan, aslında çok kritik bir puan. Onu da söyleyeyim, bazı Çinliler, sırf o puanı alabilmek için kendilerini azınlıkmış gibi göstermeye çalışıyorlar ve bu sayede, üniversite eğitimi sayesinde daha gelişmiş olacaklar, bunun bir uzantısı olarak da ekonominin karar mekanizmalarında yer alabilecekler, yönetimin karar mekanizmalarında yer alabilecekler. Bu da bence istediğimiz türde bir entegrasyonu sağlayacak. Bu da bizim açımızdan kritik. Konuştuğumuz insanlar arasında hükümet içinde, devlet içinde, o bölge içinde çalışan insanlar vardı, hem Uygurcaları muntazamdı, rahat iletişim kurabildik, Çinceleri iyiydi, İngilizceleri iyiydi. Bu şekilde üç lisanı da rahat konuşabilen Uygurlar da var. Bunların bir kısmı gelmişler Pekin Üniversitesi'nde mastırlarını yapıp tekrar memleketlerine dönmüşler. Bu yüzden o bölgeye bakarken, bence bazı konularda biraz bilgi eksikliğimiz olduğunu da gözlemledim. Şimdi tabloyu daha net görebildiğimizi düşünüyorum.