Yine Haşim, yine Çin çayı
Bu kez Ahmet Haşim'in Gurebâhâne-i Laklakan adlı kitabı elimde. Bu, Haşim'in ilk nesir kitabı. Şairin süreli yayın organlarında yayımlanmış metinleri, bu kitapta bir araya getirilmiş.
İlk yazının başlığı, kitaba da ismini vermiş: Gurebâhâne-i Laklakan.
Haşim, bu yazısında, Bursa'ya yaptığı bir ziyaret sırasında, kente yerleşmiş bir Türk muhibbi olan Gregoire adlı bir zatla sohbetini anlatır. Haşim'i evinde kabul eden Gregoire, Türk mimarisinin inceliklerini öve öve bitiremez. Ancak Gregoire'nin Türk ve Şark sanatı hakkındaki takdir dolu sözleri, Haşim'in izzet-i nefsini "cerihadâr" (yaralar) eder. Haşim'e göre, Batılının, Şark sanatının inceliği karşısında hayrete düşmesi, Doğulunun zekâsını istihkar (hor görme, aşağılama) etmesinden kaynaklanmaktadır.
İkili, bu bahis üzerine fikir teati ettikten sonra evin bahçesine geçerler. Sırada çay keyfi vardır; elbette Çin çayı:
"Bu bahis üzerinde bir iki fikir daha teati ettikten sonra Vefik Paşa Odası'ndan çıktık. Artık akşam olmuştu. Dışarıda, bahçeye nazır, üstü örtülü bir terasada küçük bir iskemle üzerinde, kâr-ı kadim büyük bir sini duruyordu. Sininin üstünde dairemâdar tahta kaşıklar ve yerde sini etrafında birer küçük minder dizilmişti. Yapraklar üzerinde kaybolan mermer bir levha üzerinde, Pierre Loti'nin bu sofrada Yeşil Cami imamlarıyla iftar ettiği akşamın tarihi hakkedilmişti. Madam Bay, bize çayı Gurebâhâne-i Laklakan civarında, her tarafı gül yaprakları içinde kalan bir kameriye altında hazırtlatmıştı. Eski saz sandalyelere uzandık. Nefis bir Çin çayından yudumlar içerek etrafta tekâsüf eden akşam lacivertliğine ve bir köşesine ince bir hilalin teressüm ettiği yeşil semaya daldık ve sustuk."
Çin sınırında güzel bir çift kadın gözü...
''Güzel kadın gözlerine en çok yaraşan ziya, oynak mum ışığıdır.''
Refik Halit Karay'ın Kaçak adlı öyküsü bu cümleyle başlar. I. Dünya Savaşı sırasında Ruslara esir düşmüş, fakat bir yolunu bulup Sibirya'daki esir kampından uzaklaşmayı başarmış bir ''kaçak''ın, bir Türk askerinin öyküsü anlatılır. Soğuğun insan bedenine işlemesi, ancak bu kadar enfes anlatılabilir. Refik Halid'in bu öyküsündeki kaçağın soğukla mücadelesini okurken, içiniz ürperir, titremeye başlarsınız.
Peki, Ruslara esir düşmüş ve kendini Sibirya'da bulmuş bir Türk askerinin Çin'le ne alakası var? Öykünün ilk cümlesini okumuştuk, oradan devam edelim:
''Ben diyar diyar, iklim iklim ışıklar gördüm; bu ışıkların akislerini çeşit çeşit, şehirli ve dağlı milletlerin kadınlı erkekli yüzlerinde seyrettim. Fakat unutamadığım bir çift güzel Alman kızı gözleriyle, Noel gecesi Almanya'da değil, akıl ermez bir yerde, ta Sibirya'da, Çin hududuna yakın bir izbede, mum ışığında karşılaştım.''
Refik Halid'in kaçağı, sadece Çin sınırıra yaklaşmış, Çin'e girmemiş, hâlâ Çin'le ilgisi yok diyebilirsiniz... Ancak kaçak Türk askerinin amacı öncelikle Çin'e ulaşmak:
''İenseisk'ten Angara Irmağı'nı tutarak Çin'e gidecek, Çin'i geçecek, Amerika yoluyla memleketime dönecektim ve tekrar harp edecektim.''