beijingdefteri20160607.m4a
|
Eski Beijing surlarında bir Türk
Türkiye ile Çin arasında gidip gelen şair, yazar, seyyah ve devlet adamlarının sayısı maalesef çok fazla değil. Ancak yine de bu alanda çok değerli çalışmalar var. Bu programda, 20. yüzyılın başında Çin'e gelen, Dongbei'den Kanton'a tüm ülkeyi kat eden, yerel halkla yakın ilişki kurup ilginç tespitler yapan sıra dışı bir seyyahı tanıtacağım.
Üstelik bu kişi, pek çok Çinliye bile nasip olmayan bir şeyi gerçekleştirmiş: Abdürreşid İbrahim, eski Beijing surları üzerinde yürümüş ilk ve tek Türk olabilir!
Önce bu ilginç adamı biraz tanıyalım.
Rusya Türklerinden olan Abdürreşid İbrahim 1850 yılında Tobolsk vilayetinde doğdu. Rusya'daki Müslümanlar arasında sayılan bir isimdi. Dergiler çıkardı, yazılar yazdı. Bu süreçte İstanbul'dan sürekli destek alıyordu. Rusya'daki çalışmalarından dolayı bu ülkeden uzaklaştırıldı. 1897 yılında Japonya'ya gitti, orada İslam'ı tanıttı. Bu tarihten sonra Japonya onun için özel bir çalışma alanı oldu. Kore ve Çin'e gelmesi de bu vesileyle olmuştur. Yolculukları sırasında hep notlar aldı, daha sonra bu notlar kitaplaştırıldı.
"20. Asrın Başlarında Alemi İslam ve Japonya'da İslamiyet'in Yayılması." Abdürreşid İbrahim'in Japonya, Kore ve Çin hatıraları bu kitapta toplanmış.
Abdürreşid İbrahim, Çin'de birçok kent gezip görmüş. Ancak bu ülkenin bütün vilayetlerini görmeye bir ömür yetmeyeceğini belirtiyor: "Çin vilayetlerini tamamıyla gezmek, öğrenmek için senelerce ömür, yüzbinlerle para harcamak lazım. Yazılacak olursa ciltlerle kitap yazmak icap eder..."
Bu programda onun Pekin günlerinden bahsetmek istiyorum. Abdürreşid İbrahim 1909 yılının Temmuz ayında Beijing'de bulunduğunu not ediyor. Kitapta Beijing bahsi şöyle başlıyor: "Dünyanın en eski beldelerinden olup, medeniyetin en eski numunelerindendir."
Bu ifadeye bakılırsa, yazar kentin uzun tarihine ve işlevlerine vakıf görünüyor. Çinlilerin o dönemde kente "Piçin" dediklerini not ediyor, muhtemelen Beijing sesi bu şekilde aklında kalmış. Abdürreşid İbrahim, eski bir kentle karşılaştığını, tramvay, kaldırım, elektrik göremediğini not ediyor. Ancak buna rağmen "Şarkta kentlerin anası demeye layıktır" diyor. Kentin o dönemi nüfusunu 1 milyon olarak belirtiyor.
"Pekin'de ilginç bir şey varsa,
o da şehri kuşatan surlardır"
Eski Beijing'in en önemli simgelerinden ve güzelliklerinden biri kent surlarıydı. Savaşlardan ve işgallerden kurtulan bu surların büyük bölümü, maalesef barış döneminde yolları genişletme projeleri nedeniyle yıkıldı. Bugün Beijing'de kapıların sadece adları var... Abdürreşid İbrahim bu surlarda yürümüş, eski kapılardan geçmiş. Surların Beijing'e nasıl hususi bir karakter verdiğini şöyle anlatıyor:
"Çin hükümetinin payitahtı ve saltanat merkezi olan bu belde pek eski bir belde olduğundan, burada yeni hayat tarzından hiçbir şey yoktur. Burada hayrete değer yalnız bir şey varsa, o da şehri kuşatan surlardır. Bu sur asıl şehrin ziyneti ve güzelliğidir. Sur tamamıyla kare şeklinde olup bir tarafı beş kilometreden biraz fazladır. Tamamı dört duvar çepe çevre yirmi bir buçuk kilometre tahmin etmiştim. Surun üstten genişliği yirmi bir adımdır. Yüksekliği ise otuz metre kadar tahmin olunur. Bu sur, beldenin büyük bir kısmını kuşatmış, bundan beş yüz sene önce Çinliler tarafından yapılmış bir surdur. Her kapı yanında surun üst tarafına çıkacak yollar var. Gerektiğinde hayvanla da çıkılır. Surun üst kısmında her kapı üzerinde ve dört burcunda gayet büyük üçer beşer katlı askeri kışlalar vardır ki, sura ayrıca bir güzellik veriyor. Pekin'i seyretmek için caddelerde dolaşmaya pek hacet yoktur. Belki bu surun üstünde bir merkezden gider de tamamen şehri gezerek yine aynı noktaya gelirse şehir içinde görülmemiş bir cadde ve sokak kalmaz. Zira sur şehirde bulunan en yüksek evlerden daha yüksektir. Bu surun içindeki şehre eski Pekin derler."
Biz bugün, Xian, Nanjing ve Datong'da olduğu gibi, surların üzerinde dolaşarak Beijing'i seyretme şansına sahip değiliz. Surun içindeki "eski Beijing" çoktan dev bir kente dönüşerek, çevresindeki diğer kentleri yutma noktasına geldi.
"Bizim İstanbul'un en pis caddesi
Pekin'in en temiz caddelerinden daha temizdir."
Abdürreşid İbrahim, Beijing'e geldiğinde çok pis bir şehirle karşılaştığını söylüyor. Çıkmaz sokaklar, iki insanın yan yana geçemeyeceği yollar ve bataklıklar gördüğünü not ediyor. Yağmur yağdığında yollarda yürümek mümkün değil diyor. Ve şöyle bir karşılaştırma yapıyor: "Bizim İstanbul'un en pis caddesi Pekin'in en temiz caddelerinden daha temizdir."
O dönemde İstanbul mu daha temizdi, yoksa Beijing mi?
Abdürreşid İbrahim'in Beijing'de dolaştığı dönemde, (aynı on yıl içinde) Çinli bir aydın da İstanbul'u gezmekteydi; Çin'de 100 gün reformlarının babası Kang Youwei, 1908 yılında İstanbul sokaklarında dolaşırken şehrin pisliğinden şöyle şikayet ediyordu:
"İstanbul'un sokakları son derece kirlidir, insanların giydiği giysiler eski püsküdür, yalın ayak dilenciler ve yerlerde yatan köpekler burada çoktur. Pekin'in eski haliyle aynıdır."
Abdürreşid İbrahim'in Beijing'de bulunduğu günler, Avrupalı devletlerin Beijing'de sarayları ve parkları yağmaladıkları günlerin hemen peşine denk geliyor. Dolayısıyla Abdürreşid İbrahim'in hatıratında bu yağmanın izlerine dair tespitler çok fazla. Abdürreşid İbrahim, özellikle Gözlemevi'ne girdiğinde gördüğü manzarayı çok detaylı not ediyor, Almanların buraya çok büyük zarar verdiklerini, birçok aleti çalıp götürdüklerini yazıyor. "Eski Pekin'i sokak sokak, ev ev dolaşarak yağmaladılar, cennet gibi sarayları yaktılar, ne kadar kıymetli eser varsa alıp götürdüler" diyor.
Abdürreşid İbrahim'in Rusya Türkü olduğunu söylemiştim. Kendisi bir gün Petersburg'da bulunduğu sırada, bir Rus subayının evinde Çin'den gelmiş 600 parça değerli eser gördüğünü, bu subayın bu eserleri satmak istediğini belirtiyor. Ve ekliyor: "Kıyas etmeli, yalnız bir Rus subayı bu kadar eşya aşırabilmiş; generali, kumandanları ne kadar aşırabilmiştir düşünmeli?"
Abdürreşid İbrahim, o dönemde Beijing'de çıkan gazete ve dergilere dair bilgiler de veriyor. Muhammed Salih isimli Müslüman bir Çinlinin çıkardığı "Ay Kobav" gazetesinin 14 bin kadar okuyucusu olduğunu not ediyor. Kentte ayrıca Rus, İngiliz ve Japon yanlısı gazeteler bulunduğunu, ama bunları nispeten az okuru olduğunu söylüyor. O günlerde her yerde Japon mallarının boykot edildiğini belirtiyor.
Abdürreşid İbrahim'in çalışması Alem-i İslam olduğu için, gittiği her yerde öncelikle Müslümanların yaşamlarına odaklanmış. Çin kentlerinde önce Müslüman mahallelerine gitmiş, oralarda kalmış. Çinli Müslümanlar kendisine çevirmenlik yapmış. Birçok Çinli din adamıyla görüşmüş, çoğuyla Arapça iletişim kurmuş. Beijing'de Niujie'de Wang Guang adlı bir müftüyle uzun sohbetleri olmuş. Abdürreşid İbrahim'in anlatımına göre, bu müftü İstanbul'da sultan Abdülhamit'le görüşmüş ve kendilerinde din eğitimi zayıf olduğu için, sultanın camilerine hoca göndermesini talep etmiş. Bunun üzerine sultan Niujie'deki camiye iki öğretmen göndermiş.
Hatıratın tamamında o dönem Çin'in siyasi ve sosyal durumu ve ülkenin geleceğiyle ilgili tespitler de var. Yaptığı tespitler bazen şaşırtıcı derecede yerinde, bazı konulardaysa oldukça yüzeysel ve önyargılı. Örneğin Çinli Müslümanların ibadet ederken bazı usul farklılıkları olduğunu görünce, onları uyarmaya ve "hatalarını" düzeltmeye kalkışıyor, ancak Çinli Müslümanlardan "Ama biz eskiden beri böyle yapıyoruz" yanıtını alıyor. Abdürreşid İbrahim'in Çin'de alacağı yegane derslerden biri şu olmalıydı: Çin'de teamül, yapılageliş, en önemli dindir!
Bu programı Abdürreşid İbrahim'in başkent Beijing'deki gözlemleriyle sınırlı tutalım. Bu sıradışı seyyahın diğer Çin kentlerindeki gözlemlerini ilerleyen programlarda aktarmaya devam edeceğim...