Eskiyi tamamen tedavülden kaldırıp yeni olanı benimsemek, pek çok toplumda onulmaz hasarlara yol açtı. Eski ile yeninin, bir arada, birbirini tamamlayarak geçirmesi gereken bir müddet var. Bu zamanı kaçırmamak için, yeni olanı, vakit kaybetmeksizin yakalamak ve tatbik ermek gerekiyor. Osmanlı dönemi Türk toplumu, sosyal, siyasal, ekonomik ve teknik olarak yeni olan pek çok şeyi Batı'dan getirmeye karar verdiğinde, eski olan çoktan kullanılamaz hale gelmişti. Dolaysıyla bizim toplumumuzda eski ile yeninin terkibi yapılamadı. Bu süreçte eskiyi, geleneksel olanı ne kadar muhafaza edebildiğimiz ayrı mesele.
Tibetli ressam Nima Tsering'in, bir sanatçı olarak gayesi eski ile yeniyi birleştirmek. Bunu, yüzyıllardır atıl durumda bulunan geleneksel Tibet kültürünü harekete geçirmek için istiyor. Bu amaçla, önce kendi köklerine doğru bir keşif yolculuğuna başlıyor. Hem geziyor, hem okuyor. Toprağıyla, toprağının insanıyla hemhal oluyor. Ne zamanki kendi köklerine vakıf olduğunu hissediyor, o vakit harici fikirlere yöneliyor. Başka kültürleri, sanat akımlarını inceliyor.
''Sadece eskiyi korumak yeterli değil; yeniyi geliştirmeye de ihtiyacımız var. Geleneksel sanatımızı geliştirip yabancı fikirlerle birleştirebilirsem, Tibet kültüründe rönesans yaratabilirim.''
Bu sözler, Tibetli ressam Nima Tsering'e ait.
Nima Tsering, 1944 yılında Sichuan eyaletinin Batang kentinde doğdu. 1962'de Sichuan Güzel Sanatlar Enstitüsü'nden mezun oldu.
Nima Tsering'in sanatla ilişkisi, annesiyle beraber Buda resimlerini görmeye gitmesiyle başladı Geleneksel Tibet sanatını öğrenmek için memleketinin dağlarında, köylerinde gezdi. Bu seyahatler Nima'ya şunu gösterdi: Tibet sanatı yüzyıllardır aynı kalmış. Herhangi bir değişiklik emaresi görülmemiş. İşte bu farkediş, Nima Tsering'in en büyük motivasyonu oldu: ''Artık yeni birşeyler yapmak lazım!''
Nima Tsering, küçük yaşlarından itibaren kendi geleneksel kültürü üzerine çalışıyor ve halkının tarihini öğrendi. Tibet sanatının muayyen bir zamanda donmuş olduğunu farkettiğinde diğer kültürlere de yönelmesi gerektiğini ve esaslı bir çıkış bulabilmek için önce çetin bir mukayese sürecine girmesi gerektiğini düşündü. Michaelangelo ve Rafael gibi Rönesans sanatçılarına büyük bir hayranlık duyuyordu.
Farklı sanat akımlarını tanımasıyla Nima Tsering'in içinde bir dürtü belirmeye başladı; Tibet'in geleneksel dini temalarını, biçimlerini, oranlarını, katı bir reçete halini almış boyama tekniğini ve gizemli sembolizmini öteye taşımak istiyordu. Tibet bozkırlarında yaptığı seyahatler ressama başka birşey daha öğretti: Tibet halkının, zorlu doğal şartlar karşısındaki metaneti.
''Tibetliler nesiller boyu manevi bir dünyada yaşadılar. Zor şartlarda yaşayan Tibet halkının, hayatta kalmak için manevi kaynaklara nasıl güvendiğini anlatmak istedim.''
Nima Tsering'in Tibet sanatında ''yeni birşeyler yapma'' gayretinin sonucu oldukça çarpıcı olacaktı; eski ve yeni, daha önce hiç görülmemiş şekilde iç içe geçti. Resimlerinin temasını zenginleştirmek için, dinin ötesinde simgeler seçti, günlük hayatın sıradanlığını resimlerine taşıdı. Örneğin her zaman mütevazı bir resim konusu olarak düşünülmüş Tibet yakını (Tibet öküzü) kullandı. Yak, Tibet halkının erdem ve gücünün bir göstergesiydi.
Nima Tsering'in gerçeküstü ve romantik bir tarzı var. Ay manzarası, aksiyon içeren av sahneleri, Tibet'in efsanevi kralı Gisar gibi tarihi kişilikler, en sevdiği temalar arasında yer alıyor. Kayalıkar, karlı dağlar ve sis, figürlerinin arka planını oluşturuyor. Ters yüz edilen perspektif kuralları, tarzının biricikliğini gösteriyor.
''Beş yüz yıl önce Batı'da, dini ağırlıklı sanattan, her çeşit konuyu barındıran sanata geçiş dönemi yaşandı. Biz şimdi Tibet'te bu yolu yürümeye başladık.''
Radyonun imkanları sizlere Nima Tsering'in eserlerini göstermemize müsade etmiyor. Tibeli ressamın canlı renkleriyle yarattığı gerçeküstü dünyaya bakmak isteyenleri, internet sitemize bekiyoruz.