Beijing'de Qianmen civarında yer alan balık haline doğru gittiğinizde, Da Shi Lan'ın karşısında, hareketli bir sokağa rastlarsınız. Burada, simsiyah maymun heykelleri dikkatinizi çeker; altın gözleriyle enteresan bir görünüme sahip bu maymunlar, şapka satan dükkanların önünde dizilidir.
Peki, bu maymunlar neden burada? Beijing'de her küçük ayrıntının olduğu gibi, bunun da bir hikayesi var. Kimine göre, bu maymunlar şapkacıların sembolü; kimine göre ise, bu kara bir maymun değil, her tür kötülüğü alt eden bir canavar... Tabii, kimse bu canavarın ismini bilmez, fakat onun şapkacıların sembolü haline nasıl dönüştüğünü anlatan bir efsane vardır.
Ming hanedanının son, yahut Qing hanedanının ilk dönemlerinde, batı tepelerinin yamaçlarında yaşlı bir avcı yaşıyormuş. Tüm hayatını avlanarak geçiren bu adam, ailesine bu şekilde bakıyormuş. Adam hayata veda ettiğinde ise, henüz 20'sine bile gelmemiş olan oğlu, hem annesine hem de kendisine bakma görevini üstlenmek zorunda kalmış. O da babası gibi, avlanmaya başlamış; her gün, eve yiyecek bir şeyler getirebilmek için saatlerini harcıyormuş, fakat bir türlü tatmin edici bir avla evine dönemiyormuş. Bunun üzerine, bir gün annesine, avlanmak için dağların içlerine gideceğini söylemiş.
Bunu duyan annesi, korku dolu gözlerle, "Bunu yapma!" demiş oğluna, "Baban tüm hayatını avcı olarak geçirdi ama asla buralardan uzaklaşmadı..." Oğul, annesine endişelenmemesini söylemiş, "Benim bacaklarım çabuktur ve çok dikkatli olacağım. Bana bir zarar gelmesine izin vermem." demiş. Annesinin rızasını aldıktan sonra, tüm eşyasını hazırlayan genç, yola koyulmuş.
Dağlarda zor günler geçiren genç avcı, tepeler ve vadiler aşmış, fakat bir türlü istediği avı ele geçiremiyormuş. Bir gün, hiç görmediği kadar yüksek bir dağ görmüş ve önünde, doğrudan bu dağa giden bir yol varmış. Zirvesi bulutlara dek ulaşan bu dağın yamaçlarında, işine mutlaka yarayacak bir şeyler olduğunu, böylece annesini mutlu edeceğini düşünen avcı dağa doğru ilerlemeye başlamış.
Avcı, bir an rüzgarın sesini işitmiş ve ileride bir toz bulutu görmüş. Babasıyla yaşadığı tecrübelerden bildiği üzere, kötü canlıların geldiğini anlamış. Bu canlıların yolundan çekilmek için büyük bir ağacın arkasına saklanmış. Kalın yapraklarla kendini örtmeye çalışarak, sessizce beklemeye başlamış. Yine eski tecrübelerinden, bu canavarların korkunç yaratıklardan kaçtığını biliyormuş. Okunu hazırlayıp tetikte bekleyen avcıyı canavarlar fark etmiş ve ona doğru gelmeye başlamış. Kaplanlar, leoparlar, geyikler, gri kurtlar ve siyah kurtlardan oluşan, tüm kötülükleri temsil eden canlılar buradaymış. Buna bir anlam verememiş genç avcı ve bu esnada, kendisine giderek yaklaşan bu canlılar, aniden hep birlikte onun önünde diz çökmüş.
Yalvaran bu canlılar adına konuşmaya başlayan siyah bir kurt, "Bize acıyın ve bizi kurtarın!" demiş. "Adını bilmediğimiz bir canavar dağa geldi. Maymuna benziyor ancak altın sarısı gözleri ve kapkara bir kürkü var. Gerçekten çok korkuyoruz. İki aslan, bir kaplan ve üç de leopar yedi. Şimdi de bizim peşimizde. Ne olur bizi kurtarın!" diye yalvarmış kurt.
Olan bitene şaşıran genç avcı, bu canlının ne olabileceğini, onu yakalayıp yakalayamayacağını düşünmeye başlamış; tüm endişesine rağmen, korku dolu gözlerle kendisine bakan diğer canlılara da kaygılanmamalarını ve oradan hemen uzaklaşmalarını söylemiş.
Hayvanlar uzaklaşır uzaklaşmaz, avcı, zehirli bir ok hazırlamış ve bu yaratığı beklemeye başlamış. Çok geçmeden gelmiş bu canavar. Görüntüsü gerçekten dedikleri kadar ürkütücüymüş; kapkara kürkü, kadifedenmiş gibi parlıyormuş. Bunun nadir görülecek bir tür yaratık olduğunu düşünen avcı, onu öldürmeyi başarırsa talihinin düzeleceğine inanmaya başlamış.
Canavar yaklaşmış ve ağacın arkasında birinin saklandığını hemen fark etmiş; saldırmaya yeltendiği anda ise, avcı ondan çabuk davranmış ve okunu tam başına nişanlamış. Beynine aldığı ok darbesiyle yere düşen canavarın, can çekişini izlemiş avcı ve öldüğünden emin olunca da hemen onun yanına gitmiş.
Canavarın derisini yüzen avcı, evinin yolunu tutmuş; başına gelenleri annesine anlatmış fakat annesi de bu canlının ne olduğunu anlayamamış. Avcı, kürkü satmak için Beijing'e gitmeye karar vermiş. Annesi, kürkten anlamayan birine satmamasını, daha ucuza satma pahasına da olsa, bu canlının ne olduğunu öğrenmesini nasihat etmiş oğluna.
Beijing'de birçok kürkçüyü dolaşmış genç avcı, hiçbiri avcının başına gelenlere inanmıyor, hepsi onu geri çeviriyormuş. Biri kürkün güzelliğine burun kıvırırken, bir diğeri ise hikayeyi bahane edip, "Konuşan kurt mu olurmuş canım!" diyormuş. Aldığı tepkilere kızsa da genç avcı, elinden gelen bir şey yokmuş. Tam umudunu keserken, kendisine seslenildiğini duymuş.
"Hey genç adam, elindeki kürkü mü satmak istiyorsun?" "Evet" demiş avcı, ak sakallı yaşlı adama doğru yaklaşmış, adam, kürke dikkatle bakıyormuş ve avcıya bunu nereden bulduğunu sormuş.
Genç avcı, onu yakaladığını söylediğindeyse, adam daha büyük bir hayretle hemen anlatmasını istemiş. Avcı, hikayesini anlatmaya başlamış ve yaşlı adama, bu canlının adını bilip bilmediğini sormuş. Başını sallamış yaşlı adam ve "İyi iş çıkartmışsın genç adam, bu çok korkunç bir canlıdır. İsmini de çok az kişi bilir. 'Mürekkep Maymunu' diye bilinir." diye eklemiş.
Genç avcı, adamın bilgisine hayran kalmış ve ona kürkü alıp almayacağını sormuş. Yaşlı adam, o kadar parası olmadığını, fakat ona iyi bir müşteri bulabileceğini söylemiş. Adam, avcıyı önemli bir yetkilinin evine götürmüş ve kürkü burada çok yüksek bir fiyata satmış.
Alışverişleri tamamlandıktan sonra, genç avcı yaşlı adama, kürkün neden bu kadar pahalı olduğunu sormuş. Adam, bunların birer hazine olduğunu, bu kürkten yapılan şapkaların ne yağmur ne de kar geçirdiğini söylemiş. Bunun üzerine küçük bir rahatsızlık duyan avcı, "Öyleyse bu adam şimdi zengin olacak" demiş. Yaşlı adam, gülümsemiş; bunun bir yatırım olduğunu söylemiş, adamın geleceği için yaptığı bir yatırım. "Yetkili, bunu kendi amirlerine hatta belki de imparatora sunacak, böylece kendi yerini sağlamlaştırmaya ya da terfi kazanmaya çalışacak." diye eklemiş.
Genç avcı, yetkilinin yaptığını tam olarak idrak edemese de, bir müddet sonra şapka işine girmeye karar vermiş. Şapkacı olarak iyi bir meslek hayatı sürdüren genç adam, artık annesinin ihtiyaçlarını da rahatlıkla karşılayabiliyormuş. Mürekkep Maymunu'na borçlu olduğunu düşündüğü bu iş yerinin önüne, tahtadan bir heykel yaptırmış ve bu heykeli siyaha boyatmış. Yoldan geçenler ve hatta diğer şapkacılar, bunun sadece siyah bir maymun olduğunu düşünüyormuş. Zamanla, balık halindeki diğer şapkacılar da dükkanlarının önüne kara maymun heykeli yaptırmaya başlamışlar. Manası ve kaynağı pek bilinmese de, bu kara maymun, zamanla bölgedeki şapkacıların sembolü haline gelmiş.