Tiananmen'i geçip, Duan Men'den kuzeye doğru giderseniz, merkez kapı olarak bilinen Wu Men'e, yani Yasak Şehir'in ana girişine ulaşırsınız.
Şu an müze olarak kullanılan Yasak Şehir, Ming ve Qing hanedanlarında, imparatorların duvarların ardından ülkeyi yönettikleri yerdi. Yasak Şehir'in kuzey, güney, doğu ve batı yönlerinde birer tane olmak üzere dört kapısı vardı. Ama bizim için asıl önemlisi, duvarlarla çevrili şehrin her köşesindeki gözetleme kulelerinin hikayesi. Bu kulelerin her birinin dokuz kolonu, 18 sütunu ve 72 mahyası bulunuyor. Kuleler o kadar etkileyici ki, bu göz kamaştırıcı yapıtların önünden geçen hiç kimse, onları kimin tasarladığını ve bunların nasıl inşa edildiğini sorgulamadan edemez... Tabii, bu konu hakkında da bir efsane bulunuyor...
Beijinglilerin kuşaktan kuşağa aktardığı hikayeye göre, Ming hanedanında Prens Yan, Nanjing'de imparator olduktan sonra, başkenti Beijing'e taşımak istemiş ve güvendiği bir vezirini, prensliği sırasında kullandığı sarayı onarması için bu şehre göndermiş. Ve ondan, sarayı çevreleyen duvarların her köşesine birer tane çok ihtişamlı gözetleme kulesi yaptırmasını istemiş ve kendisini sert bir şekilde uyarmış: "Eğer bu işte çuvallarsan, bil ki kellen de gidecek..."
İmparatorun buyruğu karşısında dehşete kapılan vezir, bu kulelerin nasıl yapılacağı, şekillerinin nasıl olacağını düşünmeye başlamış. Ne yapacağı konusunda hiçbir fikri yokmuş, ancak emir demiri keser demiş ve imparatorun emirlerini yerine getirmekten başka bir çaresi olmadığını düşünmüş. İçini rahatlatmak için de, hele bir Beijing'e varayım da, bu buyruk bir şekilde yerine getirilir, demiş.
Vezir, Beijing'e varıp konaklayacağı yere ulaşır ulaşmaz, şehirdeki tüm usta marangozları toplamış ve onlara, imparatorun emrini iletmiş. Vezir, bu marangozlardan dört adet sıradışı kule inşa etmelerini istemiş ve imparatorun kendisini uyardığı gibi, o da bu kişileri uyarmış: "Eğer bu işte başarısız olursanız, ben de başarısız olmuş sayılırım ve şüphesiz ki, bu benim kelleme mal olur. Ama emin olun, kellemi vermeden evvel, ben de sizinkini alırım. Bu yüzden, gözünüzü dört açın!"
Bunu duyan kişilerin önünde, bu teklifi kabul etmekten başka seçenek yokmuş. Düşünme sırası artık kendilerine gelmiş ve kafa kafaya vererek, nasıl bir yapı tasarlayabileceklerini planlamaya başlamışlar. Önlerinde herhangi bir örnek olmayışı, en büyük sıkıntılarıymış...
Bununla beraber, verilen süre de çok kısa olduğundan, bir an evvel yola koyulmaları gerektiğine kanaat getiren bu kişiler, ne yapacaklarına karar verene kadar, bir ay geçmiş bile... Birçok model tasarlayıp çizmişler, ancak hiçbirinde uygulamaya geçememişler. Yazın en sıcak günleri gelmiş çatmış ve artık kendilerini iyiden iyiye diken üstünde hissetmeye başlamışlar.
Marangozlardan biri, şehrin sokaklarını, acaba ne yapabiliriz diye düşünerek arşınlamaya başlamış. Uzaktan, cırcırböceği seslerine karışan bir nara duymuş... Bu nara, cırcırböceği satan bir seyyar satıcının bağırışıymış. Marangoz, yaşlı satıcıya yaklaşınca, onun önündeki cırcırböceği kafeslerini görmüş. Kafesler, biri büyük biri küçük iki sepetin içinde yer alıyormuş ve darı saplarından yapılan kafeslerin, usta bir elden çıktığı aşikarmış. Bu kafesler, bir kule veya köşk gibi görünüyormuş. Bu görüntüden etkilenen marangoz, kaybedeceğim bir şey yok diyerek, satıcının cırcırböceklerini, yani kafeslerini satın alarak, arkadaşlarına götürmeye karar vermiş.
Arkadaşlarının yanına dönen marangoz, onlara bu etkileyici kafesleri göstermeye başlamış. Marangoz, kafeslerin nasıl akıllıca yapıldığını anlatırken, onlara daha dikkatli bakmaya ve tek tek incelemeye başlamış. Arkadaşları, nefeslerini tutarak, onun ne yaptığını izliyormuş. Marangoz, nihayet mutluluk içinde haykırmış: "İşte bu! Dokuz kolon, 19 sütun ve 72 mahya!"
Hepsinin içini rahatlatan bu gelişme üzerine, bir an evvel, bu tasarımdan hareketle gözetleme kulelerini inşa etmeye koyulmuşlar. Efsaneye göre, bu adamlar sadece canlarını kurtarmakla kalmamış, Beijing'in en güzel mimarilerinden olan ve bugün de ihtişamını koruyan kulelerin hem mimarı hem de işçisi olmuşlar... Bu efsane, bugünlere kadar taşınırken, hafızalara kazınan bir diğer soru ise, o seyyar satıcının nasıl akıl edip de o kafesleri bu şekilde yaptığı olmuş...