Değerli dinleyiciler, Sayın Alican Ersin'le sohbetimizin ikinci bölümünden merhaba.
CRI- Beijing dışında hangi kentleri gördünüz?
A.E.- Beijing dışında gezme olarak, çok fazla gezme şansım olmadı açıkçası fakat, iş için bir çok yere gittim. Çin'in daha önceki başkentlerinden, en büyük başkentlerinden Xi'an kentine gittim. Burayı gerçekten gezmek amacıyla gittik. Yedi kişilik bir ekiple, bir kısmı Çinli, bir kısmı Türk bir ekiple, trene binerek gittik. Tam Çinlilerin kendi yöntemleriyle. Gittik orada bir tur ayarladık. Orada görülmesi gereken bütün yerleri gördük. Xi'an kenti, tabi özel bir kent. Küçük olmasına rağmen kültürel özelliklerinin çok fazla olduğu bir kent. Bunun haricinde gördüğüm şehirleri sorarsanız, Guangzhou, İstanbul'un biraz daha benzeri. Ticaret kenti, büyük bir kent fakat Beijing'deki düzen, intizam yok, güvenlik yok. Ben, Guangzhou'ya ilk, sanırım Çin'e geldiğimden dört, beş ay sonra gittim ve Guangzhou'ya gideceğimi öğrendikleri zaman, o zaman ki öğretmenlerim, " dikkat et, yanına fazla para alma, eğer akşam dışarı çıkarsan taksiye bin, cep telefonunu yanına alma." Bu şekilde önerilerde bulundular bana. Tabi böyle farklı yerleri görünce Çin, içerisinde de kıyaslama yapma şansınız oluyor. Hızlıca gördüğüm kentleri sayacak olursak, Guangzhou'ya gittim, Shenzhen'a gittim, Xi'an'a gittim. Xiamen'a gittim. Xiamen, çok güzel bir şehir. Rengarenk, ortasından deniz geçen, sular geçen, akşam dışarı çıktığınızda gerçekten her tarafın ışıl ışıl olduğu bir şehir. Çin'in bence, en güzel şehirlerinden bir tanesi de Sanya. Bu Çin'in en güneyinde adanın şehirlerinden bir tanesi ve Türkiye'deki Mersin gibi, Antalya gibi veya Alanya gibi düşünebilirsiniz. Tabi o kadar gelişmiş değil, fakat eğer yazın, deniz ve huzur arıyorsanız, güneş, sıcak arıyorsanız kesinlikle öneririm.
CRI- Denizine girilebiliyor mu? Kullanılabiliyor mu sahilleri?
A.E.- Gayet güzel! Üç farklı sahili var. Açıkçası orada konaklayabileceğiniz maddi olanaklara göre ayrılan üç tane sahili var. Ben, ortanca olanına gittim. En pahalısına gitmeye o sıralar bütçem yeterli değildi. Fakat ortancısında da, üç yıldızlı olduğu söylenilen fakat gayet güzel bir otelde kaldım. Otelin penceresinden, pencereyi açıp, havuza girebiliyordunuz. Böyle ilginç bir otelde kaldım. Denizi gayet temiz, okyanus olmasına rağmen, son derece temiz, güvenli ve otellerin girilebilir şeklinde söyledikleri bir yer ve her türlü aktivite, jet ski isterseniz, dalmak isterseniz ve kumsalda bira içmek, şiş yemek isterseniz gayet güzel bir kumsal, güzel bir deniz.
CRI- Çinli arkadaşlarınızdan da konuşalım. Yaşam şekilleri nasıl? Neleri gözlemliyorsunuz onlarda? Ayrıca sizin gibi batılı yaşıtlarıyla aralarındaki farklar nelerdir?
A.E.- Çinli arkadaşlarımı soracak olursanız, Tabi az öncede bahsettiğim, evlilik üzerine bahsettiğim konu, onların yaşantılarında da geçerli. Çok büyük, çok sıkı bir aile bağlılığı söz konusu. Ailenin sözünün dışına pek fazla çıkılmıyor, kız da olsa erkek de olsa. Özellikle ailesiyle yaşayan arkadaşlar, bu erkek bile olsa, pek fazla gece, dışarı çıkma kültürleri yok. Aileleriyle çok sıkı bağlantıları var. Tabi yaşıtlarım dediğiniz zaman yaşıtlarımın birçoğu evlendi artık ve Çinlilerin de birçoğu yaşıtlarım evlendi. Evli birçok arkadaşım var. Türkiye'de pek fazla olmayan büyük aile modeli. Evlendikten sonra, anne ve babayla birlikte yaşamak. Böyle birçok ailenin ilginç bir alışkanlığı var. Onun haricinde dediğim gibi, günlük hayatta tabi gün geçtikçe daha çok batılı Çin'e geldiği için ve Çinliler de batılıları daha yakından tanıdığı, onların yaşam tarzlarını daha yakından gördüğü için, günlük yaşamda artık çok fazla büyük bir fark göze çarpmıyor. Fakat yine en özüyle şunu söylemek lazım. Çin, dünyanın diğer yerlerinden farklı bir yer. Her ne kadar dışa açılmışta olsa, her ne kadar değişmişte olsa, halen özünü koruyor ve diğer yerlerden farklı.
CRI- Gerçekten özünü koruyor ve kültürüne çok sahip devam ediyor. Hem batıya, dünyaya açık şekilde, her şeyi öğrenmeye çok açık şekilde ilerliyorlar ama bunun yanı sıra da kendi kültürlerine çok sıkı sıkı sahipler. Bu da çok saygı duyulabilecek bir durum bence.
A.E.- Bazı konularda evet, katılıyorum. Bazı konularda da üzülerek gözlemlediğim şeyler var. Tabi bu birçok kişi için olumlu bir gelişme olabilir. Belki beni azıcık bu konuda muhafazakar olarak niteleyebilirsiniz. Fakat, Çin'e ilk geldiğim zamanlarda örneğin, saçını boyatan kız, çok azdı. Fakat şu sıralar çok moda oldu. Genç kızlar hatta üniversite çağında değil, lise çağında kızlar bile saçlarını boyatıyor. Çin'e ilk geldiğim zamanlar, yine bayanlardan örnek vereyim, pek fazla makyaj merakı yoktu. Fakat şimdiler de, gayet yoğun bir şekilde makyaj merakı oldu. Makyaj malzemeleri, gayet pahalı mağazalarda satılıyor. Bunun için yüksek miktarlarda paralar harcanıyor ve tabi söz değişimlere gelmişken şunu da vurgulamak lazım; Çin, gerçekten zenginleşiyor. Şu şekilde bir örnek vereyim. Zenginliğin, büyük olasılıkla en çok ön plana çıktığı şeylerden bir tanesi, gece yaşamı. Ben, Çin'e ilk geldiğim zamanlarda öğrenci barlarına gittiğimizde, daha çok Çinli, daha az sayıda yabancıyla karşılaşıyordunuz. Çok yüksek üst düzey pahalı barlara gittiğinizde, daha çok yabancılar, az sayıda Çinliyle karşılaşıyordunuz. Şimdi bu durum tersine döndü. Beijing'in en lüks, en şaşalı diyebileceğiniz barlarına gittiğiniz de önünde göreceğiniz Ferrarilerin, Porschelerin veya Audi Q7'lerin hepsinin sahibi Çinli gençler. Genç olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Çinli iş adamları değil. İş adamlarının çocukları. Yani her birinin altında bu şekilde arabalar mevcut ve bunları gördükçe, Çin'e gelmeden önce hocamın bana söylediği şeyleri hatırlıyorum. "Çin'e ilk geldiğinde bisikletler çoğunluktaydı. Son gittiğinde jeepler çoğunluktaydı." Gerçekten Çin, şu dünyada hızla zenginleşen, hızla büyüyen, hızla önem kazanan bir ülke ve şuan ki yönetim yapısı dolayısıyla, çok şanslıyız ki tehdit değil. Şuan Çin'in yönetim mantığı, gelişme şekli batı gibi olsaydı Çin, dünyanın yüzde yirmisini oluşturan nüfusuyla, bu kadar büyük kaynaklarıyla, zenginleşmesiyle, bu kadar büyük yüzölçümüyle dünyanın başına çok büyük bir dert olabilirdi. Fakat tam tersi, bazı zamanlar tabi bana dokunmayan yılan bin yaşasın, çok boş vermiş bir yaklaşım olarak değerlendirilir fakat Çin'in bu şekilde dünyaya yaklaşıyor olması yeter ki bana zarar vermesinler, benim iç işlerime karışmasınlar, ben kimseye müdahale etmem şeklindeki yaklaşımı, dünyanın güvenliği açısından bence bir garanti durumunda şuanda.
CRI- Evet, belki daha barışçı, daha doğal bir yaklaşım bu. Belki olması gereken de bu. Maalesef hala dünyanın bir kısmında hep başkaların işiyle uğraşan insanların, savaşları, açlıkları, yoklukları yaşanıyor. Umarım herkes doğru şeyler yaşar. Peki, müzikle ilgilendiğinizi biliyorum. Hatta çok iyi bir enstrüman da çaldığınızı da biliyorum. Belki birkaç tane enstrümanı çok iyi çalıyorsunuz. Çin müziği hakkındaki düşüncelerinizi de merak ediyorum. En çok sevdiğiniz ve dinlediğiniz müzik parçası hangisi?
A.E.- Konuya çok iyi enstrüman çaldığınızı biliyorum şeklinde girmeseydiniz, aslında bu sorudan biraz kaçabilirdim. Çünkü açık söylemek gerekirse, geleneksel Çin müziği, bana çok fazla hitap etmiyor. Popüler Çin müziği de daha çok batı müziğine, hatta bizim müziğimize biraz benziyor. Çok fazla arasında büyük bir fark yok. Dinlediğiniz zaman eğer sözleri olmasa, birçok parçanın, Amerikan mı, Çin müziği mi olduğunu ayırt edemeyeceğiniz birçok müzik türleri oluştu. İnanın isimlerini hiç bilmiyorum. Yani hangi parçayı en çok seviyorsunuz derseniz, duyduğum zaman, bu parça diyebilirim. Fakat, ismini inanın bilmiyorum.
CRI- Peki kullandığınız enstrümanda hiç çalıyor musunuz Çin müziği?
A.E.- Onu çok istedim fakat, işlerden dolayı bir türlü fırsat olmadı. Tabi onun notasını bulmak, üstünde vakit harcamak, zaman harcamak. Size sözüm olsun, ilerde bir fırsatımız olursa radyo için, size kendim bir Çin müziği çalmak isterim.
CRI- Çok sevinirim. Bu sözünüzü unutmayın lütfen.
A.E.- Tamam.
CRI- Yemek demeden de geçmiyorum. İnanıyorum ki bir ülkeyi tam anlamıyla tanımanın, özümsemenin yolu, biraz da yemeklerden geçiyor. Seviyor musunuz Çin yemeklerini?
A.E.- Çin yemeklerini şu an çok seviyorum. Fakat ilk geldiğim iki buçuk, üç ay gerçekten büyük problem oldu. Çünkü damak tatlarımız gerçekten çok farklı. Biz, yemeklere tuz koyarız. Çinlilerin çoğu, şeker koyuyor. Biz, pilavı yağlı ve tuzlu yeriz. Onlar, hiçbir şeysiz yiyor. Biz, balığa kırmızıbiber koyarız. Onlar, kırmızıbiberle birlikte pekmez koyuyorlar. Bunun gibi birçok farklı damak tatları var ve tabi farklı yörelerin, çok farklı yemekleri var. Ben, esas olarak Beijing'de yaşadığım için ve diğer memleketlerin çok fazla geleneksel tatlarını bilmediğim için Beijing'den örnek vermek durumundayım. Alıştıktan sonra insan seviyor ve kesinlikle sağlıklı bir yemek anlayışları var. Yine Çin'in çok farklı yemek kültürlerinden bir tanesi " Hot Pot" Ben, Türkiye'de Hot Pot bilmiyorum var mı? Veya ben çıktığım zaman en azından yoktu. Üç buçuk sene önce.
CRI- Sanmıyorum, hiç sanmıyorum.
A.E.- Ben de hiç rastlamadım. Hot Pot'un ne olduğunu bilmeyen dinleyicilerimiz için kısaca anlatalım. Bir restorana giriyorsunuz, masaların ortasında birer ocak, o ocağın üstüne konan bir tencere ve içinde gelen farklı aromalarla sunulan su ve çok ince şekilde doğranmış gelen etler, sebzeler. Onları, kendiniz o aromalı suyun içine atıyorsunuz, dört, beş dakika gibi bir sürede pişiriyorsunuz. Ondan sonra farklı soslara batırarak yiyorsunuz. İlk geldiğim zaman bana çok garip gelmişti.
CRI- Emin olun, Türkiye'de kesinlikle karşılığı olmayan bir yemek şekli bu.
A.E.- Diyordum ki kendi kendime, bir et sonuçta. Türkiye'de yapılan bir etli yemek herhalde pişmesi bir, bir buçuk saat sürer. Bir et, nasıl olurda dört, beş dakikada pişirilir? Ama gerçekten pişiyor. Ben yediğim zaman, ilk yediğim zamanda şuan da hiçbir zaman bir mide problemiyle karşılaşmadım, ağrı da yapmadı ve tadı da gayet güzel. Alıştıktan sonra gayet güzel. İşim gereği Türkiye'den birçok iş adamı geliyor, birlikte çalıştığımız kişiler geliyor. Onları bu tür yerlere götürdüğüm zaman, beğenmedim diyen, bunu nasıl yiyorsun diyen hiç kimseyle de karşılaşmadım.
CRI- Evet, çok ilginç bir yemek tarzı. Diyorum ya kesinlikle biz de karşılığı yok. Ben de sizin gibi çok seviyorum. Biz de ailece Hot Pot'u haftada bir mutlaka yiyoruz. Hatta evimize Hot Pot tenceresi alma şekline kadar ilerlettik işi. Gerçekten çok seviyoruz ama, Türkiye'de ilk kez karşılaşacak çoğu insanın çok da sevebileceğini düşünemiyorum. Hatta eşimin kardeşi Çin'e geldiğinde, onu Hot Pot restoranına götürdüğümüzde, " tamam, bunu yedik ama bundan sonra ne yiyeceğiz, ben doymadım ki. " dediğini biliyorum. Biraz farklı bir tat. Farklı bir yöntem.
A.E.- Tabi şu var; Türkler, esas olarak ekmekle doyan bir millet. Ya ekmek, ya pilav ya da belki makarna. Fakat Hot Pot'ta özel olarak sipariş vermediğiniz sürece ekmek veya benzeri bir şey gelmiyor sofraya. Fakat o kadar çok ve o kadar farklı şey yiyorsunuz ki, gerçekten o doyma hissini size ekmeksiz olarak verebiliyor. Ben, Çin'e ilk geldiğimde, yurtta kaldığım zamanlarda hep Carrefour'a gidip veya batı marketlerine gidip, kendi yiyebileceğim şekilde ekmek alıyordum. Az önce damak tatlarının farklılığından bahsederken, yemeklerin tatlı olduğunu söyledim. Aynı şekilde ekmekleri de tatlı. Bizim yediğimiz tuzlu, burada Fransız ekmeği olarak geçen ekmeği ancak, batı marketlerinde bulabiliyorsunuz. O marketlere gidip, kendi ekmeğimi alıp, yemek haneye o ekmekle gidiyordum ve Çinli öğrencilerin şaşkın bakışları altında kendi ekmeğimi, kendim yiyordum. Fakat alıştıktan sonra, tabi alışmak gerçekten önemli. Hiç ekmek yemeden de çok güzel bir şekilde doyabiliyorsunuz ve kesinlikle daha sağlıklı olduğuna da inanıyorum. Çünkü sonuçta ekmekle dediğiniz şey, nişasta. Bilimsel olarak vücuda çok yararlı olmadığı belli olan bir madde.
CRI- Dediğiniz gibi bu şekilde en azından daha sağlıklı yiyerek, hem kilo kontrolünü, hem sağlık kontrolünü sağlayabiliyorsunuz.
A.E.- Sağlık kontrolü dediğinize katılıyorum. Fakat kilo kontrolü konusunda bilmiyorum. Herkes, hep Çin yemeklerinden şikayet eder fakat ben kendimde dahil olmak üzere, tanıdığım birçok Türk'ten bahsedecek olursak, Çin'e gelip, bir, bir buçuk sene yaşayıp da zayıflayan birisiyle hiç karşılaşmadım. Ben, maalesef Çin'de bulunduğum üç buçuk yıl içinde, yaklaşık dokuz kilo aldım ve hala veremedim.
CRI- Dikkat edin lütfen. Hot Pot'a devam edin. Peki, sizin gibi buralar gelmek, bu dili öğrenmek isteyeceklere önerileriniz neler olacaktır. Sohbetimizin sonunda bu tavsiyelerinizi de alalım isterim.
A.E.- Öncelikle gelecek olanların şunu bilmesi gerekir. Çince, bu dili öğrenmek isteyenler dediğiniz için, Çince, farklı bir dil. Siz, bir Almanya'ya veya İngiltere'ye giderseniz, hiçbir özel eğitim almasanız bile sokakta gezdiğiniz zaman, sadece konuşabilecek kadar, günlük hayatınızı idame ettirebilecek kadar dili illa ki öğrenirsiniz. Fakat Çin, böyle değil. Çin'de benim birçok arkadaşım gelip, okulda aldığı eğitimi başaramayıp, tekrar Türkiye'ye döndü. Yani, sadece gelip, eğitim almak bile birçok zaman gerçekten Çince öğrenmek için yeterli değil. O yüzden, gelecek kişi şunu bilerek gelmeli. Benim amacım, Çince öğrenmek. Çünkü Çin'e geldiğiniz zaman, özellikle Beijing'e geldiğiniz zaman, tabi Çince öğrenecekseniz gelmeniz gereken yegane yer, Beijing. Çünkü, yabancı bir dil öğrenirken, elbette çevre çok önemli. Sadece okulda öğrendiğiniz değil, dışarı çıktığınız zaman, taksiye bindiğiniz zaman, otobüse bindiğiniz zaman çevrenizde duyduğunuz dilin, öğrendiğiniz dille aynı olması çok önemli.
CRI- Farklı lehçeler var değil mi Çin genelinde de?
A.E.- Çin'de, sayıyı tam hatırlamıyorum. Elli beş mi, elli yedi mi farklı dil konuşuluyor ve size çok ilginç bir örnek vereyim, daha yaklaşık dört, beş hafta önce Shanghailı bir arkadaşım buradaydı ve o benim yanımdayken annesi aradı. Telefonla konuştu ve konuştuklarından bir tek kelime bile anlamadım. Bana sorarsanız, Japonca derdim. Hangi dili konuştu diye sorarsanız, Japonca derdim. Hiçbir şekilde Çincenin bir aksanı veya lehçesi demezdim. Bu kadar farklı. Tabi Beijing'de konuşulan dili hepsi anlıyor. Fakat kendi bölgelerinde, kendi bölgelerinin lisanını konuşuyorlar ve eğer siz herkesin farklı bir dil konuştuğu ülkede, ülkede diyorum, çünkü farklı bir ülke gibi gerçekten. Herkesin farklı bir dil konuştuğu bir bölgede Çinceyi öğrenmeye çalışıyorsanız çok büyük sıkıntı yaşarsınız. O yüzden Çince öğreneceklerin, gelmeleri gereken tek yer bence, Beijing. Az öncede dediğim gibi konuyu biraz dağıttım. Gelecek olanların şunu bilmesi gerekiyor. Ben, Çince öğreneceğim ve bunu gerçekten çalışarak öğreneceğim. Yaş ne kadar olursa olsun, gelen kişinin günde belki dört, beş saat oturup, çok sıkı bir şekilde dil çalışması lazım. Televizyon izlemesi lazım. Çince şarkı dinlemesi lazım ve tabi Çince, dediğiniz zaman, aslında üç farklı dil öğreniyorsunuz. Bir tanesi, yazı ve yazı elbette herkes söylemiştir. Yazıları çok büyük bir problem. Toplam, kimisine göre sekiz bin, kimisine göre on bir bin karakterden oluşan zor bir alfabe. Günlük hayatınızı idame ettirebilmeniz için, bunların üç bin, üç bin beş yüz tanesini mutlaka biliyor, tanıyor olmanız lazım olması durumu. Ben, mesela üç buçuk senedir buradayım ve çok sıkı çalışmadığım için, gördüğüm zaman tanıyor olmama rağmen, elime kalem aldığımda yazmakta çok büyük zorluk çekiyorum. Bunu bilmeyen, yaşamayan bir insan anlayamaz. Hatta çok güler. Yani, okuyabiliyorsun ama okuduğun şeyi yazamıyorsun öyle mi? Evet aynen öyle. Okuyabiliyorum ama, okuduğum şeyi yazamıyorum. Neden? Çünkü, öğrenci olduğum zamanlarda çok sıkı karakter çalışmadım. İkinci Çince, az önce söyledim, Çince üç dil. İkinci Çince, ton. Çincede her farklı ses, dört ya da beş farklı anlama gelebiliyor, söyleyiş tonunuza göre. Büyük olasılıkla öğrencilerin ilk geldikleri zaman yaşadıkları zorluklardan bir tanesi, spesifik olarak söylüyorum. Çatal ile çay arasındaki farktır. Bir restorana gittiğinizde eğer, tona çok hakim değilseniz, "cha" dediğinizde çatal, "cha" dediğinizde çay anlamına gelir ve benim başıma çok defa geldi. Çünkü normalde bir restorana gittiğinizde çubuk getiriyorlar, fakat çatal getirmiyorlar. Çatal istediğinizde özel olarak söylemek zorundasınız. Ben, çatal istediğimde çok defa bana çay getirdiler. Çünkü tonum yanlıştı. Üçüncüsü de, konuşma ve anlama. Çinlilerin tabi özellikle resmi konuşmalarda, ne kadar kısa, o kadar iyi gibi bir prensipleri var. Birçok kelime, yarısı söylenip, yarısı söylenmeden kullanılıyor ve bildiğiniz şeyleri bile, yan yana getirdiğiniz zaman anlamama durumu söz konusu olabiliyor. O yüzden Çinceyi öğreneceklerin, Çinceyi gerçekten öğrenmek isteyenlerin ben, zor bir iş için buraya gidiyorum, amacım bu. Amacımdan sapmadan, gayretli bir şekilde bunu çalışması lazım. Çünkü, şunu da söylemek doğru. Beijing, Büyük bir kent olduğu için, ne ararsanız var ve özellikle öğrenci olarak gelen birisini cezp edecek her türlü şey var. Ben, kendim de çok karşılaştım. Çince öğrenmek için gelip, kimi zaman şehrin büyüsüne, kimi zaman gece hayatına kapılıp, ondan sonra Çinceyle hiç ilgisi olmayıp, bazı zaman uzun süre Çin'de kalıp, hiçbir şey öğrenemeden dönen veya bir sene, bir buçuk sene zaman kaybettikten sonra ancak aklı başına gelip, gerçekten çalışmaya başlayan insanlar var. Gerçekten amacınızı bilerek gelin. Zor bir iş yapacağınızı bilerek gelin ve geldikten sonra, hiç vakit kaybetmeden, hiç ders kaçırmadan ve mümkün olduğunca çok Çinli arkadaş edinerek ve mümkünse İngilizce bilmeyen Çinli arkadaş edinerek çünkü, insanın doğasında var kolaya kaçmak. Çinli arkadaşınız var fakat İngilizce bildiği için, İngilizce anlaşıyorsunuz. Sizin için hiçbir anlamı yok. Bu şekilde Çinceyi en kısa derseniz, bir, bir buçuk senede, hayatınızı idame ettirecek kadar öğrenirsiniz.
CRI- Dediğiniz gibi, çok ciddi bir iş için buraya gelme kararı alıp, o ciddi işin, ciddiyetine vararak çalışmayı göz önüne alarak gelmek zorunda gelecek kişiler. Peki, Alican Bey, sohbetiniz ve gözlemlerinizle renk kattınız programımıza çok teşekkür ederim.
A.E.- Ben, teşekkür ederim, sağulun, rica ederim.
Değerli dinleyiciler, uzun bir kışın ardından, doğayla beraber yeniden canlanmanın ve yeni kararlarla yenilenmenin zamanıdır. Lütfen, kendiniz için güzel kararlarınızın başında önce kendinizi affetmek ve gelişmek olsun.
İnanın bana doğa, samimiyetle atılan her adımı yürekten destekliyor.
Sevgi yolunuzu aydınlatan en güçlü ışığınız olsun.
Görüşmek üzere, hoşça kalın.