Değişken havasıyla Beijing, sürprizler yaparak ısınmaya başlıyor sanırım sevgili dinleyiciler. Özlediğimiz bu sıcaklığın yansıması olması dileğiyle sıcak bir merhaba diyerek başlıyoruz bugün ki programımıza. Konuğum, Sayın Alican Ersin'e programımıza hoş geldiniz demek istiyorum.
Alican Ersin- Hoş bulduk, teşekkür ederim.
CRI- Alican Bey, dinleyicilerimize kendinizi tanıtır mısınız?
A.E.- Ben, Alican. Yirmi dokuz yaşındayım. Ankara doğumluyum. Türkiye'de üniversite ve mastır eğitimimi tamamladıktan sonra Çin'e geldim. İlk başta öğrenci olarak geldim. Şuan iş yaşamına atılmış, iş yaşamı içinde yuvarlanıp gidiyorum.
CRI- Çin'e gelme kararını nasıl aldınız peki? Profesyonel meslek edindiniz, mastırınızı yaptınız. Daha sonra neden Çin'e gelme düşüncesi belirdi?
A.E.- Neden Çin, diye sorduğunuzda çok fazla cevabı var aslında bu sorunun. Bunlardan bir tanesi bence, en önemli olanlarından bir tanesi; benim, dünyanın batısına değil de, doğusuna. Batı kültürüne değil de doğu kültürüne daha çok ilgi duyuşum. Mesela, niçin bir Almanya'yı, Amerika'yı seçmedim de, kafamda hep, Çin ve Rusya vardı? Bu dediğim gibi, daha çok birazda siyasi nedenlerden dolayı, dünyanın batısına pek sıcak bakmayışım ve dünyanın geleceğini, iyilerin geleceğini doğuda görüyor oluşum. Kafamda hep dediğim gibi, Rusya veya Çin vardı ve bu zamanda, mastırı bitirdikten sonra, şunu gördüm; eğer şimdi yurtdışına gidersem sanırım son şansım. Eğer, iş yaşamına başlarsam ondan sonrasında tekrar yurtdışına çıkmak zor. O yüzden ikisini de denedim. Rusya, bazı nedenlerden dolayı olmadı ve aslında kendimin de ummadığı kısa bir süre içinde, kendimi Çin'de buldum.
CRI- Çin'e gelmeden önce Çin, için bir araştırma yapmış mıydınız?
A.E.- Aslında çok fazla yapmamıştım. Fakat mastır eğitimim sırasında çok sevdiğim bir hocam vardı. O, sık sık Çin'e gidip geliyordu. Çin'le iş yapıyordu. Çin kültürünü yakından tanıyordu ve ben Çin'e gelmeden önce, bana net olarak şunu söyledi. "Alican, sen mühendissin. İngilizcen var. Çin, meteoroloji alanında – ben meteoroloji mühendisiyim- alanında çok ileri. Bu adamlar, kendi uçaklarını yapıyor, kendi denizaltılarını yapıyor ve sen oraya gidersen, mühendisliğinle ilgili İngilizceni de kullanarak, Çinceyi de öğrenirsen, çok iyi iş yaparsın, parlak bir geleceğin olur."O da beni bu şekilde teşvik etti. Ailem zaten en baştan beri babamın deyim yerindeyse fantezisiydi. Ben daha liseyi bitireceğim zamanlarda, yarı şaka yarı ciddi tabi, o zaman çok ciddi olmaya cesaret edemiyordu. Üniversite tercihini yapacağımız zaman Alican, seni Çin Kültürü, Çin dili ve edebiyatına gönderelim, dört sene orada oku, ondan sonra da Çin'e git gibi yarı fantezileri vardı. Tabi o zaman bilmiyorum tabi onun ön görüsü, onun geleceğe bakışı, gelecek görüşü, tecrübesi o zamanlar benim anlayabileceğimin biraz daha ötesindeydi. Şimdi anlıyorum ki aslında ciddiydi bu şeyde. Fakat ben o zamanlarda şu şekilde düşünüyordum; biraz daha çocukça düşünüyordum. Çince öğrenince ne olacak? Mühendis olmuyorum, avukat olmuyorum, doktor olmuyorum. Mesleğim ne? İşte Sinolog. Sinolog olunca ne olacak? Bu şekilde tedirginliklerim vardı. O yüzden öyle bir çılgınlığa girişmedik. Fakat şimdi görüyorum ki, Çin'e dört sene önce, hatta yedi sene önce gelmiş olmak, çok daha büyük avantaj yaratabilirdi. Ama bu dereye bir yerinden girdik, mümkün olduğu şekilde yüzmeye devam ediyoruz.
CRI- Peki buraya geldiniz ve Çince öğrenmeye başladınız. Hani babanızın hayalini önceden gerçekleştirseydiniz, mühendis olmamak yerine Çince bölümü okusaydınız, burada işiniz daha mı kolay olurdu?
A.E.- Onu bilmiyorum. Şimdi zaten Çin'e, ilk geldiğim zaman niyetim, yine babamın da hayalini biraz daha gerçekleştirmek şeklinde, burada bir sene veya bir buçuk sene Çince öğrenip, ondan sonra Çin'de doktora yapmaktı. Fakat geldikten sonra, Çinceyle tanıştıktan sonra şunu gördüm; bir sene, bir buçuk sene öğrenip ondan sonra doktora yapmak, Çince doktora yapmak mümkün değil. Bunun için çok sıkı şekilde gerçekten oturup, bir lise öğrencisinin üniversiteye hazırlandığı gibi en az iki sene Çince öğrenip, ondan sonra üç ya da dört senede doktoraya harcamak lazımdı. Toplam altı sene ediyor bu. Ben, geldiğim zaman zaten yirmi beş, yirmi altı yaşındaydım ve altı sene daha eğitimle geçirmek bana birazcık kayıp gibi geldi. O yüzden geldim, sekiz ay iki dönem Çince eğitimi aldım. Ondan sonra karşıma iki tane iş fırsatı çıktı. Böyle olunca dedim yani herkesin hayali Çin'e gelip, iş bulmak. Benim karşıma iki tane birden fırsat çıkmış, ille eğitimime devam edeceğim demek pek mantıklı görünmedi. O şekilde iş hayatına girdim.
CRI- Beijing'e geldiniz, uçaktan indiniz, otele giderken nasıl bir Beijing gördünüz? Hayallerinizdeki Beijing, böyle bir Beijing miydi?
A.E.- Uçaktan inmeden öncesinden başlayayım. Beijing'e varışım akşam saatleriydi. Hava tamamen karanlıktı ve istememe rağmen pencere kenarında oturuyordum. Herhalde pencere kenarında oturmanın bana verdiği sayılı zevklerden biriydi Beijing'i tepeden görmek! İstanbul'dan havalandığımızda İstanbul, böyle büyük fakat herhangi bir düzen olmayan, her yerde ışıkların olduğu, kimisinin büyük, kimisinin küçük ama neresi yol, neresi ev, neresi otel hiçbir şekilde anlaşılmayan, gayet dağınık bir şehir. Fakat Beijing'e, üsten baktığım zaman, sanki cetvelle çizilmiş, büyük bir maket, nerenin yol olduğu, nerenin tarla olduğu, nerenin otel olduğu belli, parsellere ayrılmış, son derece büyük bir düzen, son derece büyük bir intizam. İndikten sonra, tabi insan özellikle Çin hakkında birçok kişiden olumsuz şeyler duyunca özellikle şimdilerde hala var televizyonlarda bazen çıkıyor, yayınlanıyor biliyorsunuz böcek yiyorlardı, şunlardı, bunlardı. Doğu kültürünü hazmedemeyenlerin, doğunun gelişmesini ve önem kazanmasını hazmedemeyenlerin çıkardığı dedikodular, böyle şeyler olduğu için, benim kafamda da bu kadar gelişmiş olabileceği yoktu. Tabi hocam söylüyordu. Hocam, o zamanlarda üç senedir, dört senedir Çin'e gidip geliyordu ve bana şunu söylüyordu; "Alican, ben Çin'e ilk gittiğimde esas olarak bisiklet vardı. Son gittiğimde esas olarak jeep vardı." Belki biraz abartıyor olacağını düşünüyordum. Fakat, Çin'de inip, havaalanından okuluma doğru giderken yolda gördüğüm manzara, hocamın bütün dediklerini doğrular nitelikteydi. Türkiye'de görmediğim çeşit arabalar, jeepler, bisikletler de var tabi ki fakat, öyle söylendiği gibi veya gösterildiği gibi veya bir Hindistan örneğinde olduğu gibi keşmekeş, yoksulluğu anlatacak, insanların gerçekten kötü durumda olduğunu gösterecek bir görüntü asla vermiyordu. Bisikletler ile belli bir düzende, onlar için ayrılmış özel yol var. Onlar için ayrılmış özel ışıklar var. Arabalarla birlikte gayet düzen içinde işleyen bir trafik. İstanbul'da sadece belki 4. Levent veya Gayrettepe bölgesinde görebileceğiniz gökdelenler, öyle New York, Washington benzeri bir şehir havası, Beijing'in genelinde var. Gecekondu hiç yok. Gayet modern binalar. Dediğim gibi, Çin'e gelmeden önce çok fazla Çin, hakkında araştırma yapmadım. O yüzden çok fazla bir beklentim veya önyargım da yoktu. Fakat dediğim gibi indikten sonra, vay be dedim! Gerçekten pişman olmayacağım galiba.
CRI- Çok ilginçtir, nedense Türkiye'den kim geldiyse hep oradakilerin önyargısı, Çinlilerin böcek yemesi üzerine. Başka hiçbir önyargı yok ve yalnızca Çinliler böcek yer diyip, insanları vazgeçirmeye çalışan bir grup var.
A.E.- Size bu konuda şöyle bir örnek vereyim. Böcek yiyen yok mu? Var. Fakat böceklerin olduğu, yenen böceklerin olduğu satılan bir tek yer var, benim bildiğim bir tek yer var. O da Çin'in belki Türkiye'deki İstiklal Caddesi ayarında bir caddesinde, özel bir bölge. Küçük yemek şeklinde bahsedilen bir cadde üzerinde var ve herkesin söylediği bütün Çinlilerin, bunu yediği. Ben size şu kadarını söyleyeyim, hiç abartım yok. Üç buçuk senedir buradayım. Üç buçuk senedir öğretmenim olsun, arkadaşım olsun, dostum olsun en azından herhalde toplam seksen, doksan Çinliye sormuşumdur. Lütfen birlikte gidelim ve benim önümde bir böcek ye. Hiçbiri kabul etmedi. Hiçbiri hayatı boyunca yememiş."Mümkün değil, asla yemem, yiyenleri de anlamıyorum." Bunları diyen Çinliler, ben değilim. Ben, üç buçuk senede, kendi tanıdığım böcek yiyen, yiyebilen veya hayatında yemiş olan bir Çinliyle tanışamadım. İstediğim halde tanışamadım.
CRI- Ayrıca, bu bir tercihtir yani. İnsanlar bunu yemekten zevk alıyorlarsa yerler. Fakat her gelende burada mutlaka Çin yemeği içinde böcek yiyecek diye bir kural asla yok. Neden böyle bir önyargı var onu da çok biliyor değilim. Peki, derin bir eski kültür, o kültürün dilini konuşarak, o kültürü yaşıyorsunuz, o kültürün içindeki insanlarla birliktesiniz çoğu zaman. Sizce Çin kültürüyle, Türk kültürünün benzerlikleri, farklılıkları neler?
A.E.- Aslında ikisi de eski kültür. Türk kültürü de çok eski bir kültür, Çin kültürü de çok eski bir kültür. Bazı çok detay alanlarda benzerlikler göze çarpmasına rağmen aslında bence, pek fazla benzerliği yok. Birkaç özellikli örnek vereyim. Benim çok farklı gördüğüm örnekler. Mesela bir metroda veya otobüste bizim kültürümüzde, hep çocuk kucağa alınır ve çocuk oturuyor görünürse, ya muavin ya şoför hemen seslenir : " Hanım abla, lütfen çocuğu kucağınıza alalım beyefendi otursun veya hanımefendi otursun." Çin'de bu tam tersi. Beş yaşında, altı yaşında çocuklar oturtuluyor, anneleri hatta bazen ananeleri, babaanneleri ayakta bekliyor. Bu ilk gördüğüm zaman bana garip geldi. Aslında hala garip geliyor. Bu tabi doğru mudur? Değil midir? Bunun kıyaslamasını veya değerlendirmesini yapmak mümkün değil. Çünkü bu, kültürdür ve ben buna doğru veya yanlış dersem kendi kültürümle kıyaslayarak yorum yapmış olurum. O yüzden onlara göre de mutlaka bizim kültürümüz yanlıştır veya gariptir. Bu fark ettiğim farklılıklardan, kültür farklılıklarından bir tanesi. Onun haricinde, tabi fazla dindar bir toplum olmamasından kaynaklanan, en muhafazakar olduğunu söyleyen kişilerin bile çok genel, çok gelişmiş bir içki kültürü var. Çinlilerin, bizim rakımıza benzer bir pirinçten yapılan bir beyaz alkol şeklinde adlandırdıkları bir Çin rakısı veya Çin şarabı, nasıl adlandırırsanız, öyle bir içkileri var ve aile toplantılarında, iş toplantılarında, iş yemeklerinde sohbet için mutlaka bu içkinin içilmesi gerekiyor. Bu içkiyi çok içebilenler, bazı zaman saygın olarak nitelendiriliyor. Özellikle bir yabancıyla birlikte bu içkiyi içmek, birçok Çinliyi deyim yerindeyse, onurlandırıyor.
CRI- Çok ilginç.
A.E.- Bir iş yemeğine çıktığımız zaman, hep bana söylüyorlar, " sen Türksün, büyük olasılıkla içki içmezsin." Ben diyorum, içiyorum problem değil. "Mutlaka bira içersin." Ben, tamam sizinle birlikte pirinç rakınızdan içerim dediğimde, hepsi birden alkışlıyor, "ooo" sesleri yükseliyor. Tabi böyle bir şey dediğinizde çok büyük bir işkenceyi göze almış oluyordunuz. Çünkü masada on beş kişi varsa, her biri mutlaka sizinle fondip şeklinde kadeh tokuşturmak istiyor. Bir tanesiyle, iki tanesiyle, beş, altı tanesiyle içtiniz, ondan sonrasında çaresiz, ya biraya ya da alkolsüz bir şeye dönmek zorundasınız. Çünkü her biri sizinle bir tane içiyor fakat siz, her biriyle on beş tane içmek durumunda kalıyorsunuz. Asla öyle bir hata yapmayın.
CRI- Bu da içki kültürünün bir parçası.
A.E.- Evet, içki kültürünün bir parçası.
CRI- Siz uyarmış olun o zaman bu şekilde içki masasında sohbet edecek arkadaşları. Peki, başka benzerlikler var mı?
A.E.- Yine pek benzerlik diyemeyeceğim, fark olarak niteleyeceğim, açık söylemek gerekirse belik biraz ayıp ama, Türkiye'deki bu konuda ki kültürü açıkçası çok iyi bilmiyorum. Mesela Çin'de, evlilik konusunda özellikle kızların evliliği konusunda, ailenin çok büyük, çok üstün bir hakimiyeti var. Mesela kız, aşkından ölüyor bile olsa, eğer aile istemiyorsa, direk olarak ayrılıyor sevgilisinden veya gayet mutlu giden bir evlilik fakat anne adayı da, baba aday da yani gençlerin ikisi de çocuk istemiyor, fakat aileleri yani büyük anneler, büyük babalar çocuk istiyorsa, mutlaka çocuk yapmak zorundalar ve o çocuğa kendileri bakmak zorundalar. Ben, Çinli arkadaşlarımdan bunu duyduğumda ilk başta şunu dedim. Madem o kadar çocuk sevmek istiyorlar, yapın bir çocuk, onlara verin. Onlar baksın. Yani altmış yaşında da, yetmiş yaşında da olsa torunlarını onlar büyütsün. "Hayır, bizim bakmamızı istiyorlar." Dedi arkadaşlarım. "Onlar istedikleri zaman alacaklar, sevecekler, istemedikleri zaman, biz sorumluluğunu üstleneceğiz." Türkiye'de de bu böyle mi? Açıkçası gerçekten bilmiyorum. Fakat en azından benim yaşadığım çevrede asla böyle bir şey yok. Ben, birisiyle evlenmek istediğimde, birisine bir şeyler hissettiğimde eğer annem veya babam çok özel bir nedenden dolayı, çok büyük bir nefret duymuyorsa, asla bana, olur ya da olmaz demez.
CRI- Bu anlamda özgürüz.
A.E.- Çok daha özgürüz. Yine ben evlendikten sonra, tamamen çocuk yapıp, yapmama kararı bana aittir. Benim ailemin, diyebileceği en fazla şey, "keşke bir torunumuz olsa da sevsek." Bunu der. Onu dediği zaman zaten bu bana anlamam gereken şeyi anlatır. Eğer hayatım yeterince oturmuşsa, maddi durumum yeterince iyiyse, tabi ben kendimden bahsederken, kendi çevremden bahsediyorum, sadece kendimden değil.
CRI- Genel bir örnek.
A.E.- Bu şekilde olmuşsa elbette çocuk yapmayı ben de isterim, biz de isteriz. Ailelerde, büyük ailelerde mutlu olur. Fakat, iki çift, anne, baba asla istemiyorsa, sırf ailelerin isteği yüzünden çocuk yapmak, yapmak zorunda olmak diyelim yine bence, Çin ile Türkiye'nin büyük kültürel farklılıklarından bir tanesi.
CRI- Beijing'de yaşıyorsunuz, ilk Beijing'e geldiniz. Uzun süredir de buradasınız. Beijing'i öğrenmek için neler yapıyorsunuz?
A.E.- Beijing'e geldikten sonra, tabi ilk geldiğim zaman, sadece teşekkür ederim, hoşça kal, merhaba haricinde başka hiçbir şey bilmiyordum ve Beijing'i öğrenmek adına dil bilmemek, çok büyük bir eksiklik ve çok büyük bir zorluk. Çünkü, Türkiye'de olmayan bir sistem, çok güzel bir sistem. Bütün otobüs duraklarında o otobüsün ilk baştan, en son durağına kadar bütün geçtiği durakların isimleri yazılı. Fakat tabi hepsi Çince. Eğer Çince biliyorsanız, hiç şoföre veya muavine veya bir başkasına sormanıza gerek yok. Herhangi bir otobüs durağına gidin, listelere bakın, o otobüs veya hangi otobüs sizin gitmek istediğiniz durağa gidiyor, sadece kendiniz görün, binin ve gidin. Fakat bilmiyorsanız, zaten karakterleri okuyamıyorsunuz, durakların ismini okuyamıyorsunuz. Sorma şansınız da yok. Böyle bir durumda otobüs kullanma şansınız yok denebilir. Ben de ilk geldiğim zaman, sanırım ilk dört ay kadar otobüse tek başıma binemedim. Metro biraz daha rahat. Çünkü metroda, İngilizce anonslar var. Yazılanların çoğu İngilizce veya Latin harfleriyle yazılmış durak adları var. Bu yüzden biraz daha rahat. Fakat Çin'e, ilk gelen birisinin Çin'i tanımak için tek şansı taksi. Bunda da yaşadığınız yerin adresini mutlaka Çince olarak bir kağıda yazmak zorundasınız. Çünkü siz Çince söylediğinizde taksi şoförü büyük olasılıkla anlamayacaktır. Buraya gitmek istiyorum dediğinizde kağıdı taksi şoförüne vereceksiniz, o sizi götürecek. Tiananmen Meydanı olsun, Yasak Şehir olsun veya kaldığınız evin adresi veya yurdun adresi, okulun adresi olsun bu şekilde yapmak durumundasınız. Tabi Çin'e ilk geldiğiniz zaman, elbette öğrenmek istiyorsunuz. Görmek tanımak istiyorsunuz. Bunun için yapabileceğiniz en güzel şeylerden bir tanesi, belki de yapabileceğiniz tek şey, Çinli arkadaşlar edinmek. Ben, Çin'e geldiğim zaman, Çin'de, iki senedir yaşayan bir arkadaşım, bana şunu demişti; "ilerde, bir sene sonra, iki sene sonra telefonunda ne kadar çok Çinlinin adı kayıtlıysa, o kadar Çinli olmuşsun, o kadar Çin kültürünü öğrenmişsin demektir." İki senelik tecrübeye dayanarak söylemişti bunu ve sonrasında yaşadıkça bunu gerçekten böyle olduğunu gördüm. Çünkü ben Çin'e ilk geldiğim zaman, Tiananmen Meydanı'na da, Yasak Şehre de veya Beijing'in diğer büyük, ünlü yerlerine Bei Hai Parkı'na, hepsini saymaya gerek yok. Buraların hepsine ilk defa beni, Çin'de edindiğim arkadaşlarım götürdü. Bunların hepsi öğrenci. Çinlilerin, özellikle Çinli öğrencilerin yabancılara karşı çok hoş bir yaklaşımları var. Çok yardımsever bir yaklaşımları var. Benim başıma birkaç kere geldi böyle. Gecenin ikisinde, üçünde bazen bardan çıkmış oluyoruz, bazen okuldan çıkmış oluyoruz, yemeğe gidiyoruz. Yol kaybediyoruz. Yoldaki herhangi birisine böyle oturmuş, sigara içen, bizdeki tinercilere benzer tiplemelere hiç korkmadan gidip, yol sorabiliyoruz ve yol sorduğumuzda kalkıp, bizim kolumuza girip belki gideceğimiz yeri görünceye kadar bize eşlik ediyor. Bizim anlamadığımızı bilse bile, bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Ya yolu anlatıyor, ya kendisini anlatıyor. Şimdi anlıyorum tabi. Fakat o zaman anlamıyordum neler anlattığını. Fakat korkmak diye bir şey yok.
CRI- Çok güvenli bir kent.
A.E.- Gerçekten çok güvenli. Gecenin ikisinde, üçünde sadece erkek değil, kız bile olsan herhangi bir yerden çıkıp, bisikletiyle çok uzak bir mesafeye gidebiliyor.
CRI- Evet, dünyanın birçok kentinden gerçekten en büyük üstünlüklerinden biri bu Beijing'in. Çok ciddi anlamda güvenli, özgür ve huzurlu bir kent Beijing.
A.E.- Evet, o yüzden bir arkadaşım vardı, ilk geldiğim zaman tanıştığım Türk. Bana şunu demişti; "Ben, Çin'i sevmedim, herhalde üç, dört ay sonra dönerim." Ondan sonra pek sıkı bir iletişim sürdüremedik. Bir yaklaşık altı ay kadar sonra bir yerde karşılaştım, dedim hala Beijing'desin sen. Dedi ki; " eğer okul durumumu ayarlayabilirsem, bir sene daha kalmayı düşünüyorum." Böyle ilginç bir büyüsü var buranın.
CRI- Hele dili öğrenmeye başladıktan sonra, biraz çevreyi görmeye, insan edinmeye başladıktan sonra çok daha fazla kalınası olunan bir kent Beijing.
A.E.- Kesinlikle.
Değerli dinleyiciler, Sayın Alican Ersin'le sohbetimizin ikinci bölümünde görüşmek üzere.