Merhaba sevgili dinleyiciler, yeni bir programla karşınızdayız. Bugünkü konuğumuz, Sayın Shi Ruilin, Türkçe ismiyle Kutlu Bey.
CRI- Kutlu Bey, öncelikle programımıza hoş geldiniz. Sizi tanıyarak başlayalım söyleşimize.
Shi Ruilin- Hoş bulduk. Davetiniz için ayrıca teşekkür ediyorum. Tabii benim asıl Çince ismim, Shi Ruilin. Sizin de dediğiniz gibi, "kutlu" anlamına geliyor. Ben, şu anda Kültür Bakanlığı Dış ilişkiler Genel Müdürlüğü Batı Asya ve Kuzey Afrika Daire Başkanlığı yapmaktayım.
CRI- Türkçe öğrenmeye ne zaman ve nasıl karar verdiniz?
S.R.- Aslında benim, çocukluğumdan beri Türkiye'ye karşı bir ilgim var. Çünkü tarihi seviyorum. Bildiğiniz gibi Çinliler ve Türkler arasında tarih boyunca uzun bir bağımız vardı. Kavga var, dostluk var, hatta kız alıp verme de var. Bu da bizim ne kadar yakın ilişkilerimiz olduğunu gösteriyor. Üniversiteyi Pekin Üniversitesi'nde okumaya başladım, 1983 yılında. O tarihte ben Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı'nda okumaya başladım. 1985 yılında, zamanın hükümeti Türkiye ile ilişkileri arttırmak amacıyla, ilgili üniversitelerden öğrenci göndermeye başladı Türkiye'ye. Tabii şansımdı, Türkiye çıktı, seçildim. O zaman, 1985 yılında Çin hükümetinin bursuyla Türkiye'ye gönderildim.
CRI- Türkiye'de hangi üniversitede eğitim aldınız?
S.R.- Ben, her şeyden önce orada Ankara Üniversitesi'nde Türkçe Öğretim Merkezi'nde yani TÖMER'de dil eğitimi aldım. Altı ay Türkçe olarak okudum. Sonra üniversiteye girdim. 1986 ile 1990 yılları arasında dört yıllık bir üniversite hayatımı orada sürdürdüm. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü'nde okudum.
CRI- Sizin gibi Çinli arkadaşlarınız var mıydı o dönemde üniversitede?
S.R.- İlgili üniversitelerden seçilen bir grup olarak gittik. Zannediyorum on öğrenci olarak gittik. Tabii kimin ileride gazeteci olacağı, kimin ilerde diplomat olacağı, kimin hocalık yapacağı gibi daha hayal kuruyorduk.
CRI- Ankara'ya gittiniz; çok farklı bir ülke, çok farklı bir coğrafya. İlk hissettiğiniz duygu neydi?
S.R.- Tabii, gerçekten çok uzaktı. O zaman direkt uçuş yoktu Türkiye ile Çin arasında. Biz, Pakistan üzerinden gittik. İki günde ancak gidebildik. Tabii bir mola olarak, Karaçi'de kaldık. İlk indiğimizde, her taraf yabancıydı. Ama, her tarafta sıcaklık ve dostluk havası vardı. Çünkü, Ankara Üniversitesi'nden karşılandığımız için biz, hiç yabancılık çekmedik. Türkler çok dostluk gösteriyordu biz öğrencilere. İnsan, tabii dil yabancı olduğu için, yabancılık çekiyor. Biz, o zaman gençtik. Tabii ailemizi, evimizi özlüyorduk ama üniversiteye girince, Türk öğrencilerle kaynaşınca artık bir aile olarak yaşamaya başlamıştık.
CRI- Türklerin size ilk soruları ne oldu? Göz yapınız Uzakdoğudan olduğunuzun ipucunu veriyor ama sizin hangi ülkeden ve nasıl bir kültürden geldiğinizi merak ediyorlar mıydı?
S.R.- Tabii merak ediyorlardı. Dediğiniz gibi, gerçekten biz, görüntü olarak, çekik gözlü olarak Çin'den veya Uzakdoğudan geldiğimiz belli oluyordu. Tabii merak ediyorlardı. O zaman Çin, yeni yeni dünyaya açılmaya başlamıştı. Her şeyden önce şunu soruyorlardı: "Acaba Mao'nun giysisi hala giyiliyor mu? Kırmızı kitap hala kullanılıyor mu?" gibi soruları vardı.
CRI- Ne kadar süre Türkiye'de kaldınız o dönemde?
S.R.- Öğrenci olarak o zaman toplam beş yıl kaldım. Bir yıl hazırlık, dört yıl üniversite okudum.
CRI- Tarih bölümünden mezun oldunuz ve Çin'e, Beijing'e döndünüz. Daha sonra neler oldu hayatınızda?
S.R.- Aslında benim hayalim, bir üniversitede hocalık yapmaktı. Türkiye'de öğrendiklerimi, öğrencilere anlatmak istiyordum. Fakat Türkiye'den döndükten sonra, döneceğim Pekin Üniversitesi'nde, Türkçe Anabilim Dalı'nın olmadığını, açılmayacağını öğrenince, Kültür Bakanlığı'nda görev ihtiyacı olduğunu duyunca, Kültür Bakanlığı'na başvurdum. Orada çalışmaya başladım. Tabii Kültür Bakanlığı'nda çalışmaya başlamamın ayrı bir sebebi de demin söylediğim gibi, Çin kültürünü Türklere tanıtmak ve Türk kültürünü de Çinlilere tanıtmaktı. Karşılıklı anlayışı arttırmaktı.
CRI- Sizce, Çin kültürü ile Türk kültürü arasındaki benzerlikler ya da farklılıklar neler?
S.R.- Tabii bu soru çok büyük soru. Tek bir cümleyle anlatmak kolay değil. Ama her şeyden önce biz, bana kalırsa birbirimize benzeyen milletleriz. Türk olsun, Çinli olsun, doğu milletidir. Kökümüz aynıdır. Tarih bağımız aynıdır. Birbirimize sevgi bağı vardır. Aile kavramımız çok güçlüdür ve ayrıca birbirimize güveniriz ve birbirimizi severiz.
CRI- Türkiye'yi genel anlamda tanıtacak olsanız, hiç bilmeyen bir Çinli dostunuza diyelim, Türkiye'yi nasıl anlatırsınız?
S.R.- Tabii benim, ilk gittiğim Türkiye ve bugünkü bambaşka, çok yol kat etti. Bugün her ne kadar internet, uçak aramızdaki mesafeyi kısaltmışsa da, ama insan hala o eski izlenimlerini sürdürmektedir. Dolayısıyla bir Çinliyle sohbet ettiğim zaman veya Türkiye'den bahsettiğimiz zaman, eski, hala göçebe yaşadıkları veya hala kırsal bölgede yaşadığı gibi bir izlenim vardı, benim anladığım kadarıyla. Fakat ben, her zaman anlatıyorum, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu yaklaşık doksan yıl oldu. Şu anda tamamen modern Türkiye, dünyada ayakta kaldı. Bir Ortadoğu ülkesi gibi bugün hala bir terör veya çok hareketli bir ülke olduğunu sanıyorlar. Fakat ben her zaman anlatıyorum, Türkiye'ye gidin, Türkiye'yi izleyin. Türkiye'ye gitmeden, Türkiye'yi konuşmak veya Türkiye'den bahsetmek, Türkiye'yi anlamak mümkün değil. Türkiye Cumhuriyeti, artık modern bir topluluktur. Türklerin, ne kadar çalışkan olduğunu, tarihe ne kadar bağlı olduğunu anlatıyorum.
CRI- Kültür Bakanlığı'nda göreve başladınız ve daha sonra Türkiye'ye bu kez görevli olarak gittiniz. O süreçten bahsedecek olursak, ne kadar süre Türkiye'de kaldınız ve neler yaptınız?
S.R.- Kültür Bakanlığı Yabancı Kültürel İlişkiler Genel Müdürlüğü'nde çalışıyordum. Benim ilk görevim, 1995 yılında katip olarak Türkiye'ye gittim. Üç yıl kaldım. İkinci sefer de 2002 ile 2007 yılları arasında müsteşar olarak gittim. Hep kültür ve eğitim üzerinde çalıştım. Daha çok birbirimizi tanımak için, kültür etkinliği ve öğrencilerin karşılıklı burslarını sağladım.
CRI- Eşiniz ve çocuğunuz da sizinle birlikte Türkiye'ye gitti. Peki, bir aile olarak Türkiye'de yaşamak nasıldı?
S.R.- Tabii, biz aile olarak gittiğimizde eşim, çocuğum Türkçe bilmiyorlardı. Ama programın ilk başlarında söylediğim gibi Türkler, o kadar sıcakkanlı, o kadar aile kavramı güçlü ki, bütün tanıdığımız dostlarımız bizi kardeş gibi kabul ettiler, kapılarını açtılar bizim için. Türkçelerini geliştirmeye yardım ettiler ve sonuçta Türklerle hep dostluk kurduk. Biz, Türkiye'de bir Çinli olarak pek yabancılık çekmedik, aile olarak.
CRI- Türk arkadaşlarınızla paylaşımınız nasıldı o zaman? Türk aile yapısı ile Çin aile yapısını karşılaştırırsanız, neler söyleyebilirsiniz?
S.R.- Ben, sadece bir örnek vereyim isterseniz: Çin'in geleneksel bahar bayramı vardı. Şimdi Türk kamuoyuna hep yansır: "Bahar Bayramı gelmeden önce veya Bahar Bayramı sırasında Çin'de genellikle iki yüz milyon insan göç ediyor." diye haber oluyor.Tabii bazı arkadaşlar bana soruyor: "Niye göçüyorlar?" diye. Ben anlatıyorum, Türkler ile Çinliler arasındaki bu aile kavramının ne kadar birbirimize benzediğini. Biz, Bahar Bayramında, bayramlaşmak için veya bayramı kutlamak için muhakkak ailemize gitmeliyiz. Büyüklerimize saygı gösteriyoruz, küçüklerimize sevgi gösteriyoruz. Türkler de, büyüklerin ellerinden öpmek için bir şehirden başka bir şehre koştururlar. Biz de aynı şekildeyiz. Dolayısıyla, Türkiye'deki Ramazan Bayramı veya Kurban Bayramı öncesinde yolların ne kadar kalabalık olduğunu düşünürseniz, aynı benzerlik vardır.
CRI- Ankara'yı nasıl buldunuz? Ankara nasıl bir kent sizin için?
S.R.- Aslında ben Beijing'den, Ankara'yı daha çok severim. Ben, Beijingliyim ama Ankara'ya gidince benim evim gibi hissediyorum. Ben, görevim bitince geçen yıl Temmuz ayında döndüğümde Beijing, bambaşka bir yabancı şehir gibiydi. Ankara'nın bütün sokaklarını biliyorum, dolaşıyorum. Ama Beijing de büyük şehir ve yabancılar çok kalabalık olduğu için insan, yabancı hissediyor. Ama Ankara, gerçekten Anadolu şehridir. İnsanlar, bize çok sıcak davranıyorlar. Yardım sever Ankaralıları ben çok severim. Sözün kısası, gerçekten Ankara, benim ikinci memleketim.
CRI- Ankara dışında Türkiye'nin başka hangi kentlerini gördünüz? Sizi etkileyen başka kentler var mı?
S.R.- Tabii Ankara'nın dışında, İstanbul'u çok severim. İstanbul, gerçekten bir dünya şehridir. Boğazıyla bütünleşen İstanbul, insana gerçekten ilham veriyor. Türkiye'de okuduğum ne kadar edebiyat eseri varsa -sayısını pek hatırlamıyorum ama- İstanbul Boğazı, gerçekten bir ilham kaynağı olarak geçiyor. Ayrıca İstanbul, metropoliten bir şehir. Çok kalabalıktır. Ama İstanbul'u, dünyanın en çok sayılan kültür başkentlerinden biri olarak görüyorum. Çünkü, uzun bir tarihi geçmişi vardır ve bugün hala muhafaza ettiği dünya kültür mirasları bulunmaktadır. Türklerin ne kadar kendi tarihi ve kültür mirasını sevdiği, muhafaza edilen bu tarihi binalardan belli oluyor.
CRI- İzmir, Antalya gibi kentleri de gezdiniz mi?
S.R.- Tabii. Antalya'yı gezmeden veya İzmir'i görmeden Türkiye'den dönmek mümkün değil. Antalya, yeni gelişen Türkiye'nin turizm başkentidir. Tabii sadece turizm amacıyla değil, ayrıca oradaki tarihi kalıntılar da insanın ilgisini çekiyor.
CRI- İlk gittiğiniz zamanki Türkiye'yle, şimdiki Türkiye arasında büyük farklar gördüğünüzü söylediniz. Bu farkları anlatabilir misiniz?
S.R.- Her şeyden önce insan yaşamının seviyesi çok değişti. Her ne kadar Çin çok değiştiyse de, Türkiye'yi daha çok değişmiş gördüğüm kadarıyla. 1985 yılında gittiğimde, o zaman bizim için Türkiye, modern bir ülkeydi. Ama şu anda gittiğimizde daha çok bir Avrupa ülkesi olarak görüyorum. Çünkü artık bütünleşen dünyada Türkiye'nin çok önemli bir yeri var. Avrupa Birliği'ne başvuran bir Türkiye, daha güçlü bir bölge ülkesi olarak görüyorum. Çok değişmiş. İnsanların eğitim seviyesi çok değişmiş. Yaşam tarzı çok değişmiş, kültür bakımından çok değişmiş.
CRI- Başka ülkelere giden herkes, ilk anda zorluklar yaşar ve daha sonra güzelliklerin farkına varır. Sizin ilk karşılaştığınız zorluk neydi Türkiye'de?
S.R.- Yemek farklılığımız var. Mesela Çinliler, daha çok sebze türleri yemeye alışkındır. Ama Türklerin daha çok etli yemekleri vardır. Daha çok sütlü mamulleri seviyorlar. Bizim için çok değişikti o zaman, Türkiye'ye ilk gittiğimizde.
CRI- Sizce iki ülkeyi birbirine doğru şekilde tanıtmak ve karşılıklı kültür alışverişini sağlamak için neler yapılmalı?
S.R.- Aslında bu sorunuz çok isabetli. Bu, bizim işimizdir. Gerçekten kültür, birbirimizle tanışmak, birbirimize alışmak açısından önemli bir köprüdür. Kültürü anlamadan, o ülkeyi tanımak mümkün değil. Bizim açımızdan daha çok karşılıklı ziyaret düzenlemek, insan kaynağını birbirimize tanıtmak ve kültür etkinlikleri düzenlemek, hatta ileride şartlar uygunsa birbirimizde, karşılıklı kültür merkezleri açmak... Bu yollarla insanları birbirine tanıtmak, insanların anlaşmasını sağlamak daha kolaylaşacaktır.
CRI- Türk müziği dinler miydiniz Türkiye'deyken? Severek dinlediğiniz şarkıcılar, şarkılar var mı?
S.R.- Tabii var. Her ne kadar yıllardır Türkiye'yle iç içe yaşamış olsam da bazı müzikleri anladığımı söylemem mümkün değil. Mesela, makam müziğini pek anlamıyorum ama dinlemeyi çok seviyorum. Daha çok sevdiğim halk müziği; pop şarkıcıları seviyorum: Nilüfer, Sezen Aksu. Bugünlerde Tarkan gibi sanatçıları seviyorum.
CRI- Çin müziği ile benzerlikler var mı sizce?
S.R.- Evet. Aslında geleneksel Türk enstrümanıyla çalınan müzikler, Çin geleneksel müziğine çok benziyor. Hatta bazı çalgı ve müzik aletleri benzerliği var. Mesela, Türkiye'deki kanun bizim buradaki Guzhen, Guqin; zurna, bizim buradaki Suona. Ondan sonra, iki telli çalgılarla Türkiye'deki bazı müzik aletleri çok benziyor.
CRI- Bu da ortak bir yanımız olduğunu gösteriyor değil mi?
S.R.- Tabii tabii!..
CRI- Biraz önce "ilk çektiğim zorluk Türk yemekleriyle ilgiliydi" demiştiniz. Peki daha sonra alıştığınız ve sevdiğiniz Türk yemekleri oldu mu?
S.R.- Aslında tabii ben görünüşümde Çinli ama içimde hep Türk gibi yaşıyorum. Ben, Türkiye'den Çin'e döndükten sonra en çok özlediğim, Türk yemeğidir. Mesela, peyniri çok severim, zeytini çok severim. Kebap türü yemekleri severim. Ama tabii dünya mutfağı olan Türkiye mutfağını sevmek muhakkak mantıklıdır çünkü, o kadar çeşitleri var ki, ben şimdi saymakta biraz zorluk çekiyorum.
CRI- Temel farklılıklardan biri, Türklerin ekmeği çok tüketmesi. Çinliler ise ekmek yemiyor; ekmek yerine haşlanmış pirinç yiyor. Ekmeğe alışabilmiş miydiniz Türkiye'deyken?
S.R.- Tabii ilk gittiğimizde çok zor alıştık. Ben kuzey Çinli olarak hemen alışabildim. Ama bizim bazı güney Çin'den gelen arkadaşlarımız çok zor alıştılar. Hatta ekmek yemekten biraz çekindiler. Ama daha sonra ekmeğe alıştık.
CRI- Eminiz ki birçok anınız vardır Türkiye ile ilgili olarak. Sizi en çok etkileyenleri dinleyicilerimizle paylaşır mısınız?
S.R.- Tabii, yıllardır Türkiye'de yaşadığım için çok güzel anılar kaldı bende. Şimdi yazmaya başladım. İnşallah ileride yayınlanacak. Ben güzel anıları hep Türklerle, dostlarla yaşadım. Örnek olarak, depremin olduğu 1999 yılında, Türk dostlarımızın çektikleri acıları paylaştım. Bütün düzenlenen etkinliklerde Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı'na destek verdik, onlarla hep birlikte yaşadık. Türk dostu ailelerle birlikte geçirdiğimiz bayram günlerini hiçbir zaman unutamıyoruz. Dolayısıyla, ben bu vesileyle Türkiye'deki bütün dostlarımızı Çin'e bekliyorum. Birlikte burada Çin kültürünü, Çin'deki değişimi yaşamaya davet ediyorum.
CRI- Bize vakit ayırıp, programımıza katıldığınız için çok teşekkür ediyoruz.
S.R.- Biz de teşekkür ederiz.
Değerli dinleyiciler, bahar mevsiminin kapımızı çaldığı bugünlerde, hayatınızın da bahar gibi canlanması dileğiyle... Hoşça kalın.