
CRI- Hikmet Bey, programımıza hoş geldiniz. Sizi tanıyarak sohbetimize başlayalım. Dinleyicilerimize kendinizden bahseder misiniz?
Hikmet Kaya- Hoş bulduk. İlkönce davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Böyle bir programın olması ve davet edilmem beni çok mutlu etti, çok mutlu oldum ve severekte geldim.
CRI- Çok teşekkür ediyorum, sağolun.
H.K-Kendimi tanıtayım. Benim ismim, Hikmet Kaya. Kırk yaşındayım. Türkiye doğumluyum. İlkokul iki ve üçüncü sınıfları Türkiye'de, okudum. Bir, iki, üç. Ondan sonra babamın Almanya'da olması nedeniyle, 1978'de de Almanya'ya gittim. Orada İlkokula devam ettim. Ortaokul, lise, üniversite komple benim Almanya'da geçti. Üniversite zamanları, şimdiki eşimle tanıştım, Nermin Hanım'la. Evlendik, şimdi üç çocuğumuz var. Almanya'da 1978'den beri yaşıyoruz.
CRI- Zaten başka bir ülkede doğup, başka bir ülkede yaşama becerisi elde etmiş birisiniz. Çin'e geleceğinizi öğrendiğiniz zaman, neler hissettiniz? Tekrar başka bir ülkede yeni bir yaşam şekli kuracaktınız, Çin'e gelmeden Çin, hakkında neler biliyordunuz?
H.K.- Çin, hakkında sadece televizyonlardan veyahut da gazetelerden duyduklarımız, gördüklerimizle sınırlıydı. Genellikle de olumlu bilgiler aktarılmıyordu bize? Çin, insan hakları konusu olsun, ekonomik durumlar olsun, kadına eşitsizlik, bu gibi konular hep, gündemdeydi. Yani, görüş açısı, genelde Avrupalı Milletlerin, pek olumlu değildi. Bize sunulan alternatifler vardı yurtdışı için, Hindistan vardı zamanında. Çin vardı, İtalya bir de Çekoslovakya, zamanın ülkelerinden. Biz, o zaman kararımızı Çin'den, yana verdik. Uzakdoğu olması bizi biraz etkiledi. Gidelim, görelim, bakalım gibisinden ve Beijing'in bir başkent olması da, burada da bir Alman Okulu'nun olması da bizi, bu karara biraz daha itti.
CRI- Önce çocukların eğitimi geliyor değil mi? Bu tür kararlarda.
H.K.-Evet, çocuklarımızın eğitimi bizim için zaten ön plandaydı. Biz, bunu da göz önünde bulunduraraktan burada Alman Okulu'nun olduğunu öğrendik. İlk önce buraya gezi için geldik, bir haftalığına. 2008 yılının birinci ayıydı bu. Yine böyle aylardan kış ayıydı, soğuktu. Hiç kar yok, hiçbir şey yok. Hava güneşli, aldandık biraz. Dışarı çıktığımızda -4, 5 derece olduğunu öğrendik, çok soğuktu. İlk otelden dışarı çıktığımızda, şöyle bir dışarılara baktık, yüksek binalar arasındaydık o zaman. Burası Çin mi? Yoksa başka bir ülke mi? Diye, baya bir düşündük yani. Yoksa biz buraya aramı verdik gibisinden geldi bana. Ama Çin, olduğunu sonra yazıları gördüğümüzde anladık, yani tabelalardan falan anladık ki, burası gerçekten Çin'miş! Yani bize anlatılan Çin, böyle değildi. Gördüğümüz Çin de televizyonlarda, böyle değildi. Çünkü, taşraları görürdük, fakir insanlar, yoksul insanlar. Bunlar yok değil. Bunlar da vardır tabii, mutlaka da.
CRI- Tüm dünyada olduğu gibi.
H.K.- Tüm dünyada olduğu gibi. Bu her tarafta da var. Fakat bizim bakış açımız, o bir hafta içinde olumlu yönde değişti. Geldik buradaki fabrikayı gördük. Fabrikanın bulunduğu bölgeyi gezdik. Bize, burada gösterilen evler vardı. Evlere gittik baktık. Okulu gördük. Hastaneleri ziyaret ettik. İşte hastanelerdeki durum nasıl diye. Yani, Avrupa'dan hiç geri kalan bir tarafını göremedik, biz burada geldiğimizde.
CRI- Yaşam imkanları olarak, birebir belki daha fazlası var.
H.K.- Benim hanım, Türk yemeklerinden hiç ödün vermez. Almanya'da da olsun, Türkiye'de de olsun sürekli annesinden öğrendiği güzel yemekleri yapmak ister. Buraya geldiği zaman, onun için en önemlisi, "burada biz ne yiyeceğiz?" konu buydu. Türk yemeklerinin vazgeçilmezlerinden bulguru, et türleri falan. Bunlar sorun olur mu diye düşündük. Bize, gösterilen burada mağazalar vardı, büyük mağazalar. Gittik, gördük. Gerçekten hemen hemen hepsi de vardı. Bulgur tabii bulamadık da, sonra başka bir yerde bulduk bulguru falan. Ama genel anlamda baktığımızda, iki yıl oldu işte buraya geleli. Gayet memnunuz. Başta tabii biraz zorlandık iki ay, üç ay.
CRI- Neydi en büyük zorluk?
H.K.- En büyük zorluk; burada, yön tayin edemiyorsunuz. Mesela, falan yerdeki bina, falan cadde diye bir yer yok. Çünkü her taraf birbirine çok benziyor ve çok geniş bir alan olduğu için, Dil de bilmiyorsun. Bildiğin dili de bunlar anlamıyor, İngilizce. Elimizde sürekli gittiğimiz mağazaların, gittiğimiz, tanıdığımız lokantaların kartvizitlerini alırdık. Onları gösterirdik taksiciye, o götürürdü bizi.
CRI- Evet, ben de buraya ilk geldiğim zaman, bu kadar fazla kartvizit koleksiyonum olacağını düşünmemiştim. Kaybederim, bir daha bulamam korkusuyla kartvizit biriktirmiştim, en başta. En büyük etken tabii dediğiniz gibi, dil. Karşılıklı o anlamda anlaşamamak. O yüzden de kartvizit konusu, herhalde tüm yabancıların en önemli konularından biri burada. Beijing'e gelmeden önce, bir dolu olumsuz şey duydunuz, düşündünüz, gördünüz. Geldikten sonra, yaşamın aslında o olmadığını, çok dünya kenti olduğunu gördünüz. Peki, yurtdışında Beijing'i şimdi, nasıl anlatırsınız?
H.K.- Şimdi arkadaşlarım oldu benim, buraya gelenler, ziyaret edenler. Onlara ben, özellikle -Shanghai'ya gelmişlerdi- buraya gelmelerini tavsiye ettim. Gelin dedim, bir de buraları görün. Buranın, çok gezecek kültürel mirasları var. Buraları gezebilirsiniz. Çin Seddi var. Gelin, görün. Burada sadece turist değil de, burada yaşayan bir insan, nasıl yaşıyor? Ne imkanları var? Gelin bir de bunları görün. Sizi birazda burada misafir edelim. Hakikatken geldi, gördüler. Çoğu araştırıyor, "ben de acaba Çin'e gidebilir miyim? Nasıl gitsem? Gitsem, nereye yerleşirim?" Çoğunun da hedefi, Shanghai civarı veya Beijing'e gelmek.
CRI- Tanımaya başladıkça, yaşanacak yer olduğu kanaatine varılıyor. Buradaki göreviniz nedir Hikmet Bey? Hangi fabrikada çalışıyorsunuz?
H.K.- Ben, burada Alman fabrikasında çalışıyorum. Bosch Fabrikası'nda. Ben, fabrikaya 1997 yılında ilk mühendislik deneyimlerimi, Türkiye Bursa Fabrikalarında yaptım. Orada üç sene kaldım. Üç seneden sonra görev zamanım dolunca, tekrardan Almanya'ya geldim. Almanya'da sekiz sene çalıştım merkezde ve ondan sonra da işte buraya iki yıl önce, karşılıklı istek üzerine geldim. Burada şuan, planlama departmanında müdürüm. Çinli elemanlarımız var. Fabrikaya yeni gelen ürünlerin, imalatındaki çıkabilecek sorunları araştırmak, yeni ürünleri devreye alıp, pazarlamaları konusunda yardımcı oluyoruz.
CRI- Birçok ülkede, fabrikalarda görev yaptınız. Burada da Çinli insanlarla birlikte çalışıyorsunuz. Sizce işe bakışları nasıl? Çinli insanlar, iş ortamında nasıllar?
H.K.- Evet, ben buraya gelmeden evvel Almanya'da, genellikle böyle gelip, giden tüm Bosch'dan elemanlara yurtdışına, o ülkeyle ilgili bir hafta seminerler veriliyor. Çin'de nasıl davranılması gerektiğini, insanların kültürel yapılarını, evet dediği zaman, gerçekten evet diyor mu? Hayır dediği zaman, ne demek istiyor gibi, böyle detaylara falan indiler. Fakat geldim, gördüm. Tabii hepimiz sonuçta insanız, en önemlisi bu. Herkeste aynı duygular var, karşılıklı. Fakat bu bazı tabii kültürel farklılıktan dolayı, bazen insan da yanlış algılayabiliyor, bazı şeyleri. Benim, buradaki avantajım; hem Asya kültürünü tanımış olmam, bir de Avrupa kültürünü çok iyi bilmiş olmam. Tabii ikisinin de değerleri farklı, Asya kültürünün değeri farklı, Avrupa kültürlerinin değerleri farklı. Orada mesela insanlar, biraz daha dışa açık. Burada, biraz daha içe kapanık. Fakat sıcak insanlar. Bunları, sonra gördüğünüzde, tanıştığınızda anlıyorsunuz zaten, ortaya çıkıyor. Tabii burada bir Asyalının, Avrupalıya bakış açısı da önemli. Oradan buraya geldiğinizde sizi nasıl görüyor, hangi gözle görüyor ve önemlisi de siz kendinizi nasıl tanıtıyorsunuz buradaki insanlara? Eğer tepeden bakarsanız insanlara, bu her tarafta sorun yaratır.
CRI- Kesinlikle.
H.K.- Eğer burada biraz aralarına girmeye çalıştığınız zaman, biraz onların sempatisini kazanabiliyorsanız, benim buradaki tecrübem Çinlilerle, ben her iki tarafı da hem oradaki çalışmış olduğum Alman arkadaşlarla çok iyi, hem Çinlilerle çok iyi. Bu aslında güzel bir harmoni ortam sağlıyor. Hiç sorun çıkmadan, kimseyle böyle uzun uzun tartışmalara girmeden hem işimizi, hem de özel, kendi aramızdaki ilişkileri en iyi seviyede götürüyoruz.
CRI- Karşılıklı anlayış ve güven her şey demek değil mi, her türlü ilişkide? İş ilişkisinde de bu böyle.
H.K.- Tabii ve en önemlisi de insanlara burada sorumluluk verme. Onlarda da sorumluluk duygusunu arttırdığınız zaman, zaten onlar da işin vahametini anlıyorlar ve ona göre onlar da sorumluluklarını yerine getirmeye çalışıyorlar.
CRI- Haklısınız. Peki, çocuklarınız var. Sizce Çin, çocuk yetiştirmek için uygun bir ülke midir?
H.K.- Çocuk yetiştirmek için, zaten başta da söyledim, bizim için önemli olan çocukların eğitimiydi. Buraya geldiğimizde işte Çinlilerle bizim, tanışma, görüşme fırsatımız olmadı. Sadece işte Almanların olduğu bölgelere falan baktık, gördük, gezdik. Okul zaten Alman Okulu olacaktı, başta buydu. Ortama baktığımız zaman Çin, çok emniyetli bir ortam var, özellikle Beijing'in. Yabancılar açısından çok avantaj bunlar. Çocuğunuzu rahatlıkla tek başına okula gönderme imkanına sahipsiniz. Başına bir şey gelecek diye çekinmeye, korkmaya gerek yok. Bunu Avrupa'da yapamazsınız mesela. Avrupa'da çocuğunuzu dışarı çıkardığınız anda hep gözünüzün üstünde olması lazım. Burada aklımıza hiç öyle bir şey gelmiyor. Hepimiz, kendimizi hep güvende hissediyoruz. Artık bu, bizim de içimize sindi. Artık çok çok rahat ortamdayız. Kendimizi burada, adeta yabancı gibi hissetmiyoruz bile. Kendi evimizde, kendi memleketimizde gibi hissediyoruz. Fakat yine de Türkiye'den, Almanya'dan çok uzakta olduğumuz için bazen, Avrupa biraz daha uzak, yakın olsaydı gibisinden.
CRI- Özlem çok uzakta değil mi?
H.K.- Çok uzakta.
CRI- Çok haklısınız, fakat dediğiniz gibi, çocuklar için, bizler için çok güvenli. Gece, gündüz, istediğiniz saatte, çocuklarımız da, biz de sokakta gezebiliyoruz. İstediğimizi yapabiliyoruz. Kimse içinde bir sıkıntı yaşamıyoruz. Batı toplumuyla, Uzakdoğu toplumunu karşılaştıralım istiyorum sizinle. Oradaki yaşam ve buradaki yaşam. Hangisi sizce daha farklı?
H.K.- Şimdi, bunu sadece ben söylemiyorum. Bunu, Almanların kendileri söylüyorlar ve inanmamıştım ben ama, artık ben de başladım inanmaya. Almanya'dan çıkan Almanlar, üç sene, beş sene kaldıktan sonra artık Almanya'ya dönmek dahi istemiyorlar. Dünyada hangi ülke varsa gezelim, görelim, yaşayalım. Ben, otuz senedir Almanya'da yaşıyorum, annem, babam zaten halen oradalar. Kardeşlerim de orada. Yurtdışına geldiğin zaman, insanın bakış açısı çok değişiyor. Artık olaylara pek fazla ağırlık vermiyorsun, bazı küçük detaylara. Artık olaya genel anlamında bakıyorsun ve daha olumlu oluyorsun. Avrupa'daki hayat, genelde günlük, sabah saat 08:00'de kalkarsın, akşam 16:00'da- 17:00'de işin biter eve gelirsin. Bu şekilde. Zaten akşam saat 19:00, 20:00'de eve gelirsin. Akşam yemeği, zaten akşam 19:00, 20:00'de her taraf kapalı olur. Yapacak fazla bir sosyal aktiviteniz olmaz. Sadece hafta sonları, orada da herkes serbest istediğini yapabiliyor ve genelde insanlar zaten, alışverişe çıkıyor hafta sonları. Yani alışverişle meşgulsünüz. Tek kalan bir gününüz, Pazar günü. O da zaten çabuk biten bir gün.
CRI- Çabuk tüketilen bir yaşam.
H.K.- Evet, çabuk tüketilen bir yaşam, sadece çalışmak orada ön planda. Sosyal aktivite, sadece işte tatillerin dışında biz, Türkiye'ye giderdik he yıl. Çocuklar, Türkiye'yi görsünler, tanısınlar diye, akrabaları unutmasınlar diye. Onun dışında spor yaparlar. Hepsi bu kadar yani. Buraya geldik, hayat tamamen değişti burada. İş burada yine ön planda da, bu kadar artık ön planda gözükmüyor bana. Çocuklarımın bazı aktiviteleri var, okulun dışında. Burada özel okul olduğu için baya faal. Onlar sağa, sola, eğitimlere, yüzmeler olsun, sporlar olsun, basketbol böyle şeylere katılıyorlar. Hafta sonlarımız dolu dolu geçiyor burada. Hemen hemen her hafta sonu bir yerdeyiz. Demek istediğim, hayat daha dolu geçiyor ve iş hayatında da insana bu yansıyor ki, daha verimli olabiliyorsun burada da.
CRI- Doğru! Bir de şu var tabii, maddi anlamda da Beijing, ucuz bir kent. Bu nedenle de her türlü aktiviteye, her türlü sosyaliteye ulaşma şansı çok yüksek. Oturup ne hayal ediyorsanız, dışarı çıktığınızda onu bulma imkanı var. Bir dolu kurs, bir dolu eğitim alanı. Bu nedenle de evet, çok fazla şey sunan bir kent, Beijing. Siz de yaşamayı istiyorsanız, çok şey yaşayabiliyorsunuz burada.
H.K.- Bu insanların kendine bağlı bir şey. Mesela, bir olaya bir olumlu bakmak, bir de olumsuz bakmak var. Yurtdışına gidiyorsanız, her ülkenin kendine ait özellikleri vardır. Yani Çin'de olsun bu, Türkiye'de olsun, Almanya'da olsun, vazgeçilmez özellikleri vardır ve bunları kabul etmeniz gerekiyor ve bunlarla yaşamak zorundasınız. Bunların olumlu taraflarını almak istiyorsanız alabilirsiniz. Sadece burada, bir Alman gibi, sadece bir Türk gibi yaşamak zor.
CRI- Tabii ki.
H.K.- Tabii burada belirli bir ölçüde yapabilirsin yapabileceğin aktiviteleri Türk açısından baktığınız zaman, ama genellikle zaten burada on beş, on altı milyon insan var. Sadece üö yüz elli tane Türk vardır belki. Yani bu, çok kısıtlı bir ortam bizim açımızdan. Ama, ona rağmen burada biz pek fazla yabancılık çekmiyoruz.
CRI-Genel anlamda ülkenin size sunduğu tarz bu zaten. Sizi çok yabancı hissettirmiyorlar. Çok fazla ilgili değiller belki de sizlerle. Kendi içlerinde çok fazla yaşıyorlar. O yüzden de siz çok yabancı hissetmeyip, onların yaşadığı her şeyi de yaşamaya devam ediyorsunuz.
H.K.- Evet.
CRI- Beijing dışında hangi kentleri gördünüz? Sizce, başkent Beijing'den, farklılıkları ya da benzerlikleri nelerdir?
H.K.- Burada bizim iş gezilerimiz oldu. Shanghai'ya gittim. Suzhou, bizim fabrikamız var, orayı gördüm. Wuji' de fabrikamız var, oraları gezdim. Hangzhou'ya gitmiştik biz, bir ara, çok güzel bir kent, sularla etrafı çevrili. Çok güzel yeşil bir yer. Çin'in, galiba incisi diyorlar oraya, hatırladığım kadarıyla. Gerçekten de öyle bir yer, güzel bir yer yaşamak için. Çin'in, hemen hemen her tarafı gelişmekte, bunu görüyorsunuz gözle, gezdiğinizde. Özellikle Shanghai ve çevresi çok gelişmiş gördüm ben. Wuji, dahil. İç tarafta kalmasına rağmen, şuan gittiğinizde siz de görebilirsiniz. Her taraf yeni yapılıyor, yapılmış. Her şey çok daha modern olma yolunda.
CRI- Evet, biliyorsunuz bir ülkeyi tanımak için yemek, en önemli unsurlardan biri. Çin mutfağı da kendine özgü sitili olan ve farklı bir tarzı olan bir mutfak. Siz ne düşünüyorsunuz Çin mutfağı hakkında? Seviyor musunuz, Çin yemeklerini?
H.K.- Bizim, en büyük belki, Türklerin artık diyeyim, bizim kültürümüzden gelen bir şey galiba. Bazı kısıtlamaları var, bizim yiyeceklerle ilgili. Et nereden alınacak? Nasıl et? Bu neyle yapılıyor? Nedir? Gelirken de zaten eşimin, en büyük sıkıntılarından birisi buydu. "Biz, ne yiyeceğiz? Var mı her şey?" Hatta bize her gittiğimizde de "siz kilo almışsınız, orada siz kilo alabiliyor musun?" gibi sorular oluyor. Hepsi var, o açıdan. Çin mutfağına geldiğinizde, Çin mutfağı, çok yabancı bir mutfak bize. Türkiye açısından. Belki Türkiye'de ben, bir tane Çin Lokantası gördüm, onu da İstanbul'da gördüm galiba. Almanya'da da birkaç tane gördük, gittik, yedik. Fakat Almanya'daki Çin mutfağıyla, buradaki çok farklı. Oradaki biraz Avrupa insanın damak zevkine göre yapılmış, burası çok farklı. Ben, burada iş ortamlarında sürekli gidiyorum Çin Lokantalarına. Tabii orada balık türü gibi, meyve çeşitleri ondan sonra, çok çeşitli sebzeden yapılmış yemekler oluyor. Ben, onları gayet rahat bir şekilde yiyebiliyorum. Gelen müşterilerimiz de genellikle hep memnun kalkıyor masadan. Burada benim deneyimim, pozitif. Gelgelelim çocuklara, eşimize. Onlar, bir türlü Çin mutfağını, sevemediler. Bir, iki sefer falan gittik, Çin Lokantası'na. Masa komple geldiği gibi, geri kalktı. Sadece ben, yiyebildim yemeklerden birkaç tane. Burada Xingjian Lokantaları var. Daha koyun eti ağırlıklı, bize belki biraz daha hitap eden, fakat Çin, stilinde yapılmış. Şimdi çocuklarla genellikle artık lokanta dediğimiz zaman, yabancı lokantalar var burada. Fransız var, İtalyan var, Hindistan var biz de bunlara gidiyoruz. Herkes memnun. Benim canım istediği zaman, "Hot Pot Restoranları" var. Güzel yani gittiğimde ben, yiyebiliyorum yemeklerinden.
CRI- Yemek konusunda hemfikir oldunuz.
H.K.- Evet.
CRI- Başka bir ülkede yaşama becerisi elde etmek için, o ülkeyi az buçuk olsun tanımak gerekiyor. Siz, buraya gelmeden önce, gelecek olan kişilere ne yapmalarını önerirsiniz?
H.K.- Biz, buraya gelmeden önce zaten bize seminerler verildi, bir hafta kadar. Fakat bunlar yetmiyor, seminerler kısa. Genellikle profesyonel bir eğitmen geliyor karşınıza. Artık Çin'in, güneyinden mi? Doğusundan mı? Batısından mı? Bu insanın nereden geldiğini bilemiyorsun. Çünkü Çin, çok büyük bir ülke. Güneyindeki çok farklı, batısındaki, kuzeyindeki çok farklı farklı insanlar var, eğitim düzeyi yüksek olsa dahi. Size her söylediği bazen, geldiğinizde tutmuyor.
CRI- O zaman kendi imkanlarımızla mı biraz hazırlanmak lazım gideceğimiz ülke için?
H.K.- İmkanlar artık şuan daha geniş. İnternete girsinler, İnternette Çin'le, ilgili çeşitli sayfalar var. Yani her ülkeyle ilgili. Ben, öyle yaptım zaten buraya gelmeden önce. Beijing'le ilgili özellikle. Nüfus yapısı nasıldır? Eğitim seviyesi, nereler vardır? Nerelerin gezilmesi gerekir? Ne gibi yabancılara imkanlar sunulabiliyor? Sosyal aktiviteler ne gibidir? Hafta sonları ne yapılır? Bunların hepsini rahatlıkla araştırabiliyorsunuz. Belki imkanınız olursa gelip bir, iki hafta buraları görmekte de fayda var. Gördüğünüz zaman, her şey daha farklı olabiliyor. Geleceği olan bir ülke.
CRI- Evet, çok cazip görünen.
H.K.- Cazip! Önümüzdeki yıllara baktığımız zaman, mesleki açıdan olsun kendileri veyahut da çocukların açısından, çok önemli bir ülke ilerde. Düşündüğünüz zaman, dünyanın dörtte biri, Çinli ve ekonomi gittikçe doğuya kayıyor. Hindistan ve Çin'e kayıyor ve burada da her şey gittikçe gelişiyor. Potansiyel çok fazla var burada. Yani ilerde çocuklarımın büyüdüklerinde, üniversite hayatlarından sonra, Çin'e gelmelerini ben, tavsiye ederim kendilerine. Zaten kendilerinin de şuan fikirleri o yönde yani.
CRI- Çince hakkında ne düşünüyorsunuz? Gelecek burada ve insanlar burada yaşamak istiyorlar. Çocuklarınız belki iş imkanı bulacaklar. Buna da Çince, gerekli görünüyor. Sizce Çince, nasıl bir dil?
H.K.- Çince, bence şuan İngilizce kadar önemli bir dil. İngilizce nasıl gerekliyse dünyada yaşamak için, Çin'de yaşama planınız varsa, Çince de belki ondan daha önemli olabilir. Çünkü Çin'de, insanların pek azı İngilizce, biliyor. Çince bildiğiniz zaman zaten bir kere insanların gönlünü fethetmiş oluyorsunuz. Zaten bir Çinlinin karşısına çıktığınız zaman Çinceyle, yabancı olarak, sizi daha başka karşılıyor. Anlaşma konusunda daha rahat oluyor her şey. Çocukların Çince, eğitim alması burada, bence büyük bir avantaj. İlerde de işlerine muhakkak yarayacaktır, İngilizcenin yanında.
CRI- Siz, hiç Çince öğrenmeye niyetlendiniz mi?
H.K.- Ben, Çince öğrenmeye niyetlendim. Özel öğretmenim de vardı, geliyordu eve. Fakat işlerin yoğunluğundan dolayı, çocuklar geldi aradan bir dört, beş ay sonra. Evde eşim Çince öğrendi. Dışarı çıktığında işini gayet rahat halledebiliyor.
CRI- Evde bir kişi bilince, diğerleri de ondan yararlanıyor herhalde.
H.K.- Ben de işyerinde bazı kelimeleri kapabiliyorum, konuştukları zaman Çince. Çince cevap verdiğim zaman da onlar şaşırıyor, seviniyorlar da. Ama tam öğrenmiş değilim ben, Çinceyi. Biz burada genellikle İngilizce ağırlıklı konuşuyoruz ve Almanca.
CRI- Bir sohbetimizin daha sonuna geldik. Size, çok teşekkür ediyorum.
Sevgili dinleyiciler size veda ederken, seçimlerinizin, yaşamınızda doğru hedeflere ulaşmanız için yol gösterici olmasını umut ediyorum.
Umutlarınız hiç tükenmesin.
Sevgiyle kalın, hoşça kalın.