iki yıllık bir aradan sonra çok kısa bir süreliğine geldiğim Urumçi'de trafik yoğunluğunda ciddi bir artışın farkına vardım, ancak daha önceki gelişimde yeni başlanmış olan metrobüs yol ve duraklarının kentin ana arterlerinde tamamlanmış olduğunu ve büyük bir hızla yeni çevre yolu ve bağlantılarının inşaatının devam etmekte olduğunu gördüm.
Ertesi gün TanrıDağları'nın zirve buzulları uzerinden Taklamakan Çölü kenarındaki tarihi Kuche kentine bir yolculuk yaptık. Çöl tozları arasındaki bu sıcak kent gerek antik budist krallığının önemli tapınaklarından birinin kalıntılarını barındırması ve gerekse bir kraliyet sarayına ev sahipliği yapması açısından hayli önem taşıyor. Üstelik bir de halen hayatta olan bir kralin da Kuche'de yaşıyor olması karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim. Kral, 1759 yılında Çin Hanlığına katılıp, 4 krallıktan biri olan Uygur liderinin torunlarından Dawud Maikosuti.Günümüzde hem sembolik olarak krallığı hem de Çin Halk Cumhuriyeti kabinesindeki onursal görevini sürdürmekte. Ayrıca, mütevazi Kraliyet Sarayının içindeki camiyle birlikte tadil edilmiş olmaının önemli olduğunu düşünüyorum.
Birbirine karışmayan ezan sesleriyle uyandığım Kuche'deki Uygur Türk mahallesi, geleneksel Uygur mimarı özelliklerini taşıyor. Serbest ticaret ve tarım ile uğraşan Uygurların güleryüzlü konukseverlikleri hemen fotoğraflarıma da yansıyor ve hemen oracıkta 'karındaşlar' ile yeni dostluklar kuruluyor.
Kentsel dönüşümle birlikte sanayileşmesini de hızla sürdüren Kuche'de petrokimya sanayisiyle birlikte birçok yeni yatırımların yapılıyor olması kent dışından istihdam sağlanması yerine, Kuche sakinlerine yeni iş alanları açılacağı konusunda umutlandırdı beni.