Bugün bir şey yazmak istemiyorum. Bugün köyleri ziyaret ettik. Modern, şehir konforunda köyler. Bir Kazak köyünde ise bizi, eşi, oğlu, kızları ve kendisi dans ederek karşılayan bir çoban aile ile tanıştık. Etkilendim mi? Evet, çok etkilendim ama dedim ya bugün hiçbir şey yazmak istemiyorum.
Bir şairdi sanırım, otel odalarından ayrılırken bile hüzünlendiğin söylüyordu. Çünkü otel odası da olsa kendisinden bir parça bırakıyor ve onunla bütünleşiyordu. Adını anımsayamadım. Ayrılıklar benim için de zordur. Zor ve hüzünlü…
Ayrılık saati yaklaştıkça saatin kadranından yelkovanı söküp alasım geliyor. Belki zaman durur ve Xinjiang'da kalırım diyorum ama bu ne mümkün!
Ayrılık saati geldi çattı. Havalanan uçağımın penceresinden kalbimin yarısını bıraktığım Xinjiang'a bakarken Çin Uluslararası Radyosu'nun Xinjiang Temsilciliği Başkanı Hu Zhijian'ın veda yemeğinde söylediği şarkının sözlerini tekrarlıyorum:
"Ben, senden ayrılmayı istemiyorum
Çünkü ben gittikten sonra
Beni burada tek başına bekleyeceksin
Bu duygu, bulutun güneşi kapatacağı kadar bir duygu
Ben gittikten sonra
Çölde ayak izlerimi sayarak beni bekleyeceksin
Kazlar kanatlarını sallayarak gökyüzüne uçuyorlar
Bu kazların nerede duracağını güneşin batışı da bilmiyor
Ama sen,
Sonsuza kadar benim kalbimde duracaksın…"