Bugün, Çin'deki 4., Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi'ndeki 3. günümüz. Artık hem Çin hem Xinjiang bize alıştı. Biz de onlara... Sokaklarına bir yabancı gibi değil, kendi memleketimizdeki gibi bakmaya başladık. Bugün yine yoğun bir gün bizi bekliyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte 3 saatlik bir otobüs yolculuğuyla Turfan Havzası'na doğru yola çıktık. Turfan Havzası, Urumçi'nin yaklaşık 180 kilometre güneydoğusunda. Yolculuğun bu kadar uzun sürmesinin nedeni, yol çalışmaları. Urumçi ve Turfan'ı birbirine bağlayan çift yönlü yolun neredeyse her adımında yol çalışmaları yapılıyor. Turfan'a varışımız uzuyor ama bundan şikayetçi değiliz. Çünkü ağır giden aracımızın camından tüm bölgeyi en ayrıntısına kadar görebiliyoruz.
Urumçi'den çıkar çıkmaz bizi yolun iki yanına kurulmuş rüzgâr santralleri karşılıyor. Onlarca rüzgâr santrali hızla dönüyor ve neredeyse bölgenin elektrik ihtiyacının yarısı buradan sağlanıyor. Aracımız pervanelere doğru ilerlerken "modern yel değirmenleri" diyorum ve mızrağımı çekip onlara doğru ilerliyorum. Nedendir bilmiyorum ama nerede bir rüzgâr santrali görsem Don Kişot aklıma geliyor.
Rehberimiz bir kahkaha atıyor. Otobüsteki herkes meraklı gözlerle ona bakıyor. O da anlatmaya başlıyor:
"Dikkat ettiniz mi? Santraller Urumçi'ye dönük. Turfan çok sıcak bir havza, Urumçi ise serin. Bunun nedeni işte bu santral. Pervaneler bize soğuk hava üflüyor."
Bu, Urumçililerle Turfanlılar arasında uzun zamandır espri konusuymuş. Çok sonra Turfan'ın girişine de santraller inşa edilmiş ama onlar hem sayıca az hem de pervaneleri küçük. Rehberimiz, "Çok olmasa da Turfan da bu sayede birazcık serinledi," diyor.
Turfan nasıl tarif edilir? Aslında dört anlatım bir Turfan ediyor:
Turfan, Çin'in en sıcak bölgesi. Eskiden beri "Ateş dünyası" diye adlandırılıyor.
Turfan, Çin'in en kuru yeri. Yıllık yağış miktarı yok denecek kadar az.
Turfan, Çin'in en alçak yeri. Aslında Lut Gölü'nden sonra dünyanın ikinci en alçak yeri. Lut Gölü, deniz seviyesinden yaklaşık 392 metre daha alçak. Turfan'ın merkezindeki Aydin Gölü ise deniz seviyesinden 154,43 metre aşağıda.
Turfan, Çin'in en tatlı yeri. Çin'in neredeyse her bölgesi burada yetişen tatlı üzüm, karpuz ve kavunla doyuyor.
Karız kanallarından biri
BİN BEŞ YÜZ YIL ÖNCEKİ ZEKA
Turfan'daki ilk durağımız, bölgeye can veren Karız oluyor. Karız, lağım ve yeraltı suyolu anlamına geliyor. Deniz seviyesinin altında kalan yerleşim yerlerine ve tarlalara su taşımaya yarayan kanallar bunlar. Kanal diyoruz bunlara ama tünel demek daha doğru. Uygur Türklerinin 2 bin 500 yıl önce inşa ettiği bir mühendislik harikası. Karız kanalları yerin 100 metre altında ve 5 bin kilometre uzunluğunda. Yerin bu kadar altında inşa edilmelerinin nedeni, Taklamakan Çölü. Ortalama sıcaklığı 40 derecenin üzerinde olan çölde 2 bin 500 yıl önce atalarımız, sızıntı ve buharlaşmadan kaynaklanacak su kayıplarını en aza indirmek için yerin bu kadar altına su tünelleri kazmışlar. Kot farklarıyla tüm bölgeye eşit su dağıtımı sağlanan Karız Kanallarının her birinde dik kuyular, yeraltı, yerüstü kanalları ve barajlar bulunuyor. Kanallar bazen birkaç kilometre iken bazen de 8 kilometreye kadar çıkıyor. Yeraltı kanalları inşa edilirken tünelleri açanların hava almaları ve kazılan toprağı dışarı atabilmeleri için 30-40 metre aralıklarla dik kuyular açılmış. Barajlar ise hem su miktarını ayarlamak hem de tünellerin yıkılmasını engellemek için yapılmış. Su, Tianshan'dan yani bilinen adıyla Tanrı Dağlarının karı hiç bitmeyen doruklarından Turfan Havzası'na taşınıyor. Eski Türk kültüründe, büyük bir dağa sahip olmayan medeniyetlerin yok olacağı inancı hakimdi. Su hayat. Her şeyin başlangıcı. Tanrı Dağları da suyuyla Turfan Havzası'nı emziriyor.
Karız tünellerini gezerken yani yerin onlarca metre altına indiğinizde garip ama hâlâ kazma kürek sesleri duyabiliyorsunuz ve kendinizi kötü hissetmekten de alıkoyamıyorsunuz. 2 bin 500 yıl önce insanlar elleriyle bu kanalları kurarken bugünün teknolojisiyle 500 kilometrelik bir yolun bile yıllarca bitmemesi insana tarifsiz acı veriyor.
DOĞA KENDİNDEN OLANI DIŞLAMAZ
Acımızı yüreğimize gömüp, Karız'dan birkaç kilometre uzaktaki 2 bin 300 yıllık bir geçmişe sahip "Jiaohe" antik kasabasına rotamızı çeviriyoruz. Kumdan kalelere dönüşmüş ölü bir kasaba ama girişinde "İki Nehrin Buluştuğu" kasaba diye yazıyor. İki yanından iki ayrı nehir akan ve kasabanın hemen girişinde birleşerek tek olan nehirlerden bin 500 metre yükseklikte bir tepenin üzerine kurulu, her parçası topraktan başka malzeme kullanılmadan inşa edilmiş bir kasaba burası. Kuşbakışı, iki ayrı şekli andırıyor. Zihninizde ilk uyanan şekil, bir söğüt yaprağı. Su olur da kenarında yaprakları suya değmeyen salkım söğütler olmaz mı? Söğüt yaprağı bu kasaba da iki nehre birden ellerini değdiriyor ve nehirlerden acılı bir ezgi duyuluyor. İki Nehrin Buluştuğu kasaba İpek Yolu'nun önemli duraklarından ve bu nedenle de hakimiyeti için nice savaşlar verilmiş. Belki de bu yüzden zihinde uyanan ikinci şekli yüzen kale uçak gemisine benziyor.
Kasabanın havası oldukça kuru. Doğa kendinden olanı dışlamıyor, yok etmiyor. Bu nedenle 2 bin 300 yıllık kalıntılarla tanışabiliyorsunuz. Ancak son birkaç yıldır bölgedeki yağış oranın artması kalıntılara zarar vermeye başlamış. "Doğa, kasabayı dışlıyor mu yoksa," diye sormayın. Modern toplum, doğanın dengesini bozunca o da kim kendinden artık bilmiyor.
Salih Sinan Onuş, diğer özel ödüllü izleyicilerle Karız Müzesi'nde
YAKAN ATEŞ HAYAT DA VERİR
Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi'nin her yanı yeryüzü cenneti vahalarla sarılı. Onlardan biri de Üzüm Vadisi. Bu vadide 600'den fazla üzüm çeşidi yetişiyor. Buraya "Uzun Ömür Vadisi" de deniyor. 9 bin kişinin yaşadığı bu vadide, yaşı 100'ü aşmış, azımsanmayacak oranda yaşlı insan var.
Üzüm Vadisi iki dağ arasında yer alıyor. Üzüm kütükleri ise üzerinde ot bitmeyen Alev Dağı'nın eteklerinde, ateşler arasında hayat buluyor. Üzüm Vadisi, tek bir kaynaktan çıkmış sonra kendi yolunu bulmuş üç koldan ilerliyor. Yaklaşık bir kilometre sonra ise ayrılan kollar baraja akan su misali bir meydanda buluşuyor. Burası son durak. Bu barajda biriken üzümler yine üç koldan salıveriliyor. Kimisi az ötedeki şaraphaneye, kimisi kurutulmak üzere başka bir yöne, kimisi de sofraları zenginleştirmek üzere evlere dağılıyor. Üzüm Vadisi bin çeşit mevye kokan Turfan'ın yerüstündeki kanalları...
ÇİNLİ LOKMAN HEKİM
Bir günde bu denli yoğun gezi, programımızın da aksamasına neden oluyor. Dönüş yolunun uzunluğu nedeniyle programımızdaki bazı yerlere gidemeyeceğimizi öğreniyorum. Biraz buruluyorum. Kendimi toplayıp hemen rehberimize koşuyorum ve hem Alev Dağı hem de Aydin Gölü'yle ilgili ardı ardına sorular soruyorum. O da bilgilerini benimle paylaşıyor. Önce Alev Dağı:
Turfan Havzası'nın kuzey kenarına kurulu bir dağ, Alev Dağı. Kızıl kum taşı olan dağ, Shanshan'dan başlayıp batıda Turfan'ın bir başka vadisi olan Şeftali Vadisi'nde son buluyor. Doğu-batı arasında 98, güney-kuzey arasında da 9 kilometre olan dağın yüksekliği 500 metre. Zirvesi ise 831,7 metre.
Alev Dağı, bundan yaklaşık 140 milyon yıl önce Himalaya Dağlarının oluşumu sırasında ortaya çıkan bir dağ. Ot ve ağaç yetişmiyor. Özellikle yazın, 47,8'e varan sıcaklığıyla alevden bir ejdere benziyor. Hakkında birden çok efsane var ama en bilineni Wu Cheng'in kaleme aldığı "Batıya Yolculuk" kitabında yer alıyor:
"Maymun Kral Sun Wukong, cennet sarayında olay çıkarırken, Taishang Laojun'un ölümsüzlük ilacı üretmek için yerleştirdiği kazanı devirmiş. Kazanda yanan odun kömüründen üç parça Turfan'a düşmüş. Su Wukong'un sihirli yelpazesiyle eteşi sündürmesiyle bu odun kömürleri Alev Dağı'na düşmüş."
Ölümsüzlük iksiri size bir şey anımsattı mı? Lokman Hakim'in ölümsüzlük otunu buluşu ve kaybedişinin farklı bir versiyonu adeta. Durun bitmedi:
NASREDDİN HOCA'NIN KUYUDAKİ AYI
Aydin Gölü, Turfan Havzası'nın göbeğinde yer alıyor. Dünyanın en alçak ikinci yeri. Göl, Uygurca, "Ay" anlamına geliyor. Tarihte kimileri bu göle Curo Havuzu olarak isim verseler de Uygurlar onun için "Mehtap Gölü" anlamındaki "Aydin Kölü" ismini takmışlar. Çünkü gölün yatağının önemli bir bölümü kuru ve üzeri gümüş gibi parlayan tuz tabakasıyla kaplı. Aydin Gölü, Himalayaların oluşumu sırasında bundan 249 milyon yıl önce ortaya çıktı. Çevresindeki yüksek dağlarda bulunan yüzlerce buzuldan eriyen suların oluşturduğu Aydin Gölü, tarihte yaklaşık olarak 50 bin kilometrekare genişliğinde bir kıta iç deniziydi. Bugün gölün sadece güneybatı bölümünde su bulunuyor.
Xinjiang'ı kendi gözlerimle tanıyıp, kendi kulaklarımla dinlerken Uygurlu Nasreddin Hoca ile karşılaştım. Fıkraları da neredeyse birebir aynı. Tek farkları Anadolulu Nasreddin eşeğine ters binerken, Uygurlu Nasreddin eşeğine yan binmiş olarak resmediliyor.
Deniz seviyesinden alçaklığı nedeniyle doğal kuyu olan Aydin Gölü, Hoca'nın fıkrasında içinden çıkartmaya çalıştığı "Ay" olmasın!..
Fazla söze gerek yok. Dünyanın her yerinde insanlar aynı şeye ağlayıp, aynı şeye gülüyor. Tek farkları renkleri ve isimleri. Her şeye rağmen tüm dünyayı kardeş yapan da sanırım bu ortak kültürde yoğrulmak.