İLK bakışta, yapılan çağrı günümüzün koşullarına ve gerçeklerine pek uymayan, hayali bir öneri...
Dünyanın en şiddetli düşmanlıklarına, kanlı çatışmalarına ve silahlanma yarışına sahne olan Ortadoğu'nun "kitle imha silahlarından arındırılması" fikri, bölge ülkelerinin yöneticilerine ne kadar cazip gelebilir?
Bu fikri hafta içinde Bahreyn parlamentosundaki konuşmasında ortaya atan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, böyle bir önerinin bir çırpıda benimsenmeyeceğini biliyor tabii. Nitekim kendisi de konuşmasında, "Bu, bir hayal peşinde koşmak olarak görülmemeli" demek ihtiyacını duydu ve bunun uzun vadeli bir "perspektif" olarak kabul edilmesini istedi.
Gül'e göre, bölge ülkeleri "bu perspektifi canlı tutmalı", halen karşılaşılan sorunlar "bizi ileriye bakmaktan alıkoymamalıdır"...
Başlangıç noktası
EVET, Cumhurbaşkanı Gül'ün önerisi, Ortadoğu'daki radikalleşme ve restleşme atmosferi içinde, boş bir hayal olarak görünebilir. Bölge ülkelerinden hiçbirinin gündeminde, "kitle imha silahları" bağlamında bir "silahlara veda" konusu yer almıyor...
İsrail'in öteden beri nükleer silahlara sahip olduğu artık bir sır değil. İran'ın da nükleer silahlara sahip olmak istediği ve bu yolda adım adım ilerlemekte olduğu açık...
İleride Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkeler bu yarışa katılırsa, kitle imha silahlarının yayılması tehlikesinin önüne geçmek de mümkün olmayacak... Böyle bir durumda herhalde Türkiye'nin de eli kolu bağlı, buna seyirci kalacağını düşünmek mümkün değil...
Bu olasılığı önlemenin bir yolu da, Gül'ün dediği gibi, bölgenin dehşet silahlarından arındırılması "perspektifini canlı tutmak"tır. Ama bu, pratikte ne kadar mümkündür? Bölge ülkeleri, kendilerini bu alanda sınırlandırmak ve birbirleriyle işbirliği yapmak konusunda ne kadar istekli davranacaktır?
Soğuk Savaş döneminde yıllarca yaşanan bu sorun, nihayet iki blokun (ve lider durumundaki ülkelerin) böyle bir siyasi kararlılık göstermeleriyle çözüm yoluna girebildi. Tabii "silahlara veda" edilmedi; ama dehşet silahlarının sınırlandırılması, denetim altına alınması, dengelenmesi sağlanabildi.
Bu örnek, Ortadoğu'da hayata geçirilebilir mi? Denemeye değer. Bunun gündeme getirilmesi tartışılması dahi, bir "başlangıç noktası" oluşturabilir. Cumhurbaşkanı'nın Bahreyn'deki konuşmasında böyle bir çağrıda bulunmasını bu çerçevede değerlendirmek gerek.
Güven ve güvenlik
GÜL'ün bu konuşmasının hemen ardından, dün İstanbul'da "Kimyasal Silahların Yasaklanması" konusunda 2 günlük bir konferansın başlaması da anlamlı bir rastlantıdır. Çeşitli ülkelere mensup (İsrail dahil) 70 uzmanın katıldığı bu toplantıda, Ortadoğu'da kimyasal silahlarla ilgili sözleşmenin uygulanması konusu ele alınıyor...
Cumhurbaşkanı'nın Bahreyn'deki konuşmasında üzerinde durduğu bir başka fikir de, Ortadoğu'da güvenlik ve istikrarı sağlamaya yönelik bir mekanizmanın kurulmasıyla ilgili. Bu bağlamda hemen AGİT akla geliyor. Soğuk Savaş'ın son döneminde bu örgüt sayesinde birçok anlaşmazlık çözümlenebildi ve daha güvenli bir ortam yaratılabildi.
Aslında güvenlik ile güven arasında sıkı bir ilinti var. Güven artırıcı önlemler güvenlik sorunlarının çözümüne katkıda bulunduğu gibi, güvenlik alanında atılan her adım da, ülkelerin birbirlerine daha fazla güvenmelerini sağlar.
Tabii bunun gerçekleşmesi liderlerin sağduyulu, cesur ve kararlı davranmasına bağlı. Ne yazık ki bunlar halen Ortadoğu'da eksikliği hissedilen nitelikler...