SOĞUK Savaş döneminde Türkiye ile NATO, ortak çıkarlara dayalı bağlarla, adeta birbirleriyle kenetlenmişlerdi.
Türkiye için NATO, kendisini de hedef alan Sovyet tehdidine karşı, etkin bir güvenceydi. Bu ittifak sayesinde Türkiye, bölgenin en büyük askeri gücü olmak imkânını bulduğu gibi, ABD'nin başını çektiği Batı dünyası içinde önemli bir siyasi konuma da gelebilmişti...
NATO için ise Türkiye, bölgede Sovyetlerin yayılmasını durduran Atlantik camiasının bir ileri karakolu idi. Bu sayede NATO sadece Avrupa'nın güvenliğini sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda Sovyet nüfuzunun Doğu Akdeniz'e uzanmasının önünü kesiyordu...
Soğuk Savaş'ın sona ermesinden ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasından hemen sonraki yıllarda, Türkiye ile NATO arasındaki bağlar, ittifakın üstlendiği yeni rollerle canlılığını korudu. Türkiye NATO'nun Balkanlar'da, Afrika'da, Afganistan'da barışı korumaya yönelik operasyonlarına, ayrıca insani amaçlı misyonlarına aktif olarak katıldı.
Eskisi gibi değil...
NATO halen de Türkiye'nin Batı ile bağlarının bel kemiğini oluşturuyor. Ancak Soğuk Savaştan bu yana NATO'nun da, Türkiye'nin de değiştiğini kabul etmek gerek.
NATO -dünkü yazımızda belirttiğimiz gibi- yeni dünya koşullarına göre, kendi amaçlarını görev ve yükümlülüklerini yeniden tanımlamak ve düzenlemek durumunda. Şu anda NATO'nun 60'ıncı yıldönümü zirvesinde yapmaya çalıştığı da bu...
Türkiye de son zamanlarda dış politikasına yeni bir yön vermiş bulunuyor. Bu yeni yaklaşımda NATO'nun ağırlığı ve hatta önceliği değişmiyor.
Ancak Ankara'nın ittifakın gündemindeki birtakım konularda, şimdi kendi çıkarlarını ve görüşlerini ısrarla savunan bir tutum sergilediği de açık.
Bu konulardan en güncel olanı, Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen'in Genel Sekreterliğe getirilmesiyle ilgili. Ankara'nın bu isimden hoşlanmadığını artık herkes biliyor. Türkiye'nin çeşitli kanallardan NATO başkentlerine ilettiği "uyarı" şu: Karikatür krizi nedeniyle İslam dünyasının öfke ve nefretine sebep olan Rasmussen'in bu mevkiye getirilmesi, NATO için hiç iyi olmaz. NATO, İslam dünyasıyla iyi ilişkiler gerektiren birtakım yeni misyonlar yükleniyor. Örneğin Rasmussen, Afganistan'da nasıl karşılanır, ne kadar etkili olur?
Farklı yaklaşımlar
DİĞER bir pürüz de Fransa'nın NATO'nun askeri kanadına dönüşüyle ilgili. Türkiye aslında buna prensipte itiraz etmiyor. Ama Türkiye, Fransa'ya karşı eline geçen bu imkânı da kararın uygulamaya geçilmesi sürecinde -komutanlık kadrolarının tayini sırasında- kullanmak niyetinde. O zaman bazı tartışmaların çıkması olasılığı mevcut.
Aynı şekilde NATO ile AB arasında savunma ve güvenlik alanında işbirliği konusunda da bir anlaşmazlık var. Türkiye, kendisine karşı AB içinde engellemelere girişen Kıbrıs Rum yönetimine karşı "NATO kartını" kullanmakta ısrarlı...
NATO'da şimdi en çok tartışılan Afganistan'a "muharip kuvvet" gönderilmesi konusunda Türkiye, diğer birçok üye gibi, hiç istekli değil. Ankara savaş dışında, başka birçok alanda yaptığı önemli katkılara devam etmeyi yeterli görüyor.
Kısacası, Türkiye'nin zaman zaman, çıkarlarının ve görüşlerinin NATO müttefikleriyle tam örtüşmediği görülüyor. Ancak yukarıda sözünü ettiğimiz pürüzler, Türkiye ile NATO arasındaki geleneksel ilişkileri bozacak cinsten değil. NATO'nun 60'ıncı yılında bu ilişkiler hâlâ güçlü ve gerekli...