Yağmur uğultusuna benziyordu kalın tellerin sesi
Bir sırrı fısıldar gibiydi ince telleri
Uğultu ve fısıltı; iç içeydi ikisi,
İri ve minik inci taneleri, bir arada,
yeşim bir tabağa dökülüyordu sanki…
Apaçık duyuyorduk artık, çiçekler arasına gizlenmiş
sarıasma kuşlarını
Duyuyorduk, kıyı boyunca, akan derenin
acı dolu hıçkırıklarını…
Tang Hanedanı döneminin ünlü şairlerinden Bai Juyi, "Pipa Çalgıcısının Şarkısı" adlı şiirinde geleneksel Çin çalgılarından birinin sesini böyle betimliyordu. Bai Juyi bu şiiri, sarayda mesleğinin zirvesindeyken, memur yardımcısı olarak Jiujiang'a sürüldüğünde yazmış.
Şair, sürgünlüğünün ikinci yılında, bir yaz akşamı arkadaşlarıyla sohbet etmek için Xunyang nehrinde buluştuktan sonra, ayrılmak için izin isteyeceği sırada, komşu kayıktan başkentte çalınan müziklerin tarzında bir ses duyar. Birisi "pipa" çalmaktadır…Kulağına daha önce sarayda çalındığını duyduğu müzik gelince, şair heyecanlanır. Çevresindekilere, çalgıcının kim olduğunu sorar. Geçmişte ünlü bir dansçı kız olduğunu, olgunluk döneminde bir tacirle evlenerek ışıltılı gösteri dünyasından ayrılıp buralara geldiğini öğrenir. Onu kayığına davet edip öyküsünü dinler. Kadın ona gençliğinde yaşadığı altın çağı ve ardından gelen mutsuzluğu anlatır…
Bai Juyi, pipa çalgıcısının mutsuzluğunu, mesleğinin zirvesindeyken kendi başına gelen sürgünle özdeşleştirmiş olsa gerek... Anlatılanlardan ve müzikten çok etkilenir. Pipa çalgıcısına, onun hakkında bir şiir yazacağını söyler. Sözünü tutar. 600 karakterden oluşan "Pipa Çalgıcısının Şarkısı" başlıklı şiir, klasik Çin edebiyatının en tanınmış eserlerinden biri olur. Verdiği sözü, şiirinin bir bölümünde şöyle anlatır:
…
Çiçekli bahar sabahlarında ve mehtabında sonbahar gecelerinin
Yudumlarım şarabımı; içerim bir başıma.
Kuşkusuz, köy ezgileri var burada, dağ şarkıları da…
Fakat tırmalar kulağımı cırlak ve kaba sesleri
Bu gece, sazınızı çalarken, duyduğumda sizi,
Büyülü bir melodinin canlılığıyla doldum sanki
Ayrılmayın bizden; gelip oturun, yine çalın bizim için
Uzun bir şiir yazacağım, çaldığınız sazınız için...
Ülkemizde, piyano, flüt, akordeon, klarnet gibi müzik aletleri yaygın olarak tanınır. Fakat pipanın ne olduğu sorulsa, buna çok az kişi doğru cevap verebilir. Müzikologlar ya da Doğu Asya müziğine ilgi duyanlar adını bilseler de, bunların arasında bile pipanın bize ne kadar yakın bir enstrüman olduğundan habersiz olanlar çıkabilir.
Atalarımız Orta Asya'da yaşarken geleneksel çalgımızın kopuz olduğunu çocukluğumuzdan beri biliriz. Dede Korkut Hikâyeleri kopuz eşliğinde anlatılırmış. Sözlü edebiyatımız bu sazla birlikte gelişmiş, Türkler Anadolu'ya bu çalgıyla birlikte gelmiş. İşte, Bai Juyi'nin şiirinde sözünü ettiği pipa da bir çeşit kopuz. Bu, armut biçiminde gövdesi olan telli bir çalgı…
Edebiyat eserleri yazıldıkları dönemi yansıtır. Bai Juyi'nin özellikle bir pipa çalgıcısı için şiir yazması da bu bakımdan önem taşıyor. Tang Hanedanı döneminde şiir ve resim altın çağını yaşarken, onlara müzikte de böyle parlak bir dönem eşlik etmiş. Çin kayıtlarından öğrenildiğine göre, bu dönemde eski Çin müziği hemen hemen terk edilmişti. Bunun yerine her yerde Sogdlar ve Uygurlar aracılığıyla Orta Asya'dan gelen müzik çalınıyordu. Önceleri sarayda ve soyluların bulunduğu yerlerde, sonra çayhanelerde ve giderek her yerde, Orta Asya halk şarkılarının yanı sıra bunlarla birlikte yapılan danslar moda olmuş. Kayıtlarda, 8. yüzyılın başlarında Göktürkler'de pipa eşliğinde edilen bir çeşit dansın Çinliler arasında moda olduğu yazıyor. Bu dans için Göktürk hanımları dans hocası olarak Çin'e getirilmiş. Kaynaklar bu dansı şöyle tarif ediyor: "Dans edenler yuvarlak topların üzerine çıkar ve rüzgâr gibi hızla döner." Orkestralar ve desenli halı üzerinde dans eden kızlar özellikle Kuça kentinden getiriliyormuş.
Tang döneminde yaşamış şairlerin hemen hemen hepsi dönemin müziğinden övgüyle söz eder. Fakat müziğin şiir üzerindeki etkisi bununla sınırlı değildi. Dönemin şairleri, şiirlerinin çoğunu, çayhanelerde pipa eşliğinde söylenen Orta Asya halk şarkılarına nazire olarak yazmış. O bakımdan Tang dönemi şiiri bu halk şarkılarının izlerini taşıyor.
Uygurların başlıca çalgısı yüzyıllar boyunca kopuz olmuştu. Bu yüzden eski Uygur metinlerinde kopuzun adı geçtiği gibi, Orta Asya kazılarında meydana çıkan duvar resimlerinde de pipa resimleri görülür. Ayrıca biz, çoğu alanda olduğu gibi, müzikte de tarihimizi önce Çin kaynaklarından öğreniyoruz. Yine bu kaynaklardan öğrendiğimize göre, ilk büyük Türk müzikçileri Göktürkler döneminde yetişmişti. En ünlülerinden biri olan pipa sanatçısı Sucup Akari, 560'lı yıllarda Çin sarayında 12 perdeli ses sistemini ve Türk müziği modlarını Çinli müzikçilere tanıtıp anlatmış. Kayıtlara Su Jibo adıyla geçen bu pipa çalgıcısı, sarayda beğeniyle karşılanmış ve başlattığı tartışmalar epey ilgi uyandırmış.
Telli sazların Çin'de en az ikibin yıllık bir geçmişi var. Çin tarih kayıtlarında, MÖ 2. yüzyılda Türkler Orta Asya'nın Kuça ve Balagasun gibi önemli merkezlerinde yaşarken, buraya görevli olarak gelen bir Çin generalinin, dönüşünde Türklerden götürdüğü çalgılarla Çin sarayında bir müzik takımı kurup, Türk ezgileri çaldırdığı ve bu çalgıların Hunlara ait olduğu yazılıymış. Qin ve Han Hanedanı dönemlerinde enstrümanların uzun ve düz sapları, yuvarlak ve küçük gövdeleri varmış. Bu sazların kökeninin Mezopotamya olduğu, önce Orta Asya'ya yayıldığı, sonra da Çin'e geçtiği sanılıyor. Tellerine aşağı ve yukarı doğru yapılan vuruşlarda çıkan sesler -pi ve -pa hecelerine benzediği için önceleri telli sazların tümüne pipa ismi verilmiş. Tang Hanedanı döneminde, yine Orta Asya'dan gelen kısa kıvrık saplı, büyük armut gövdeli Uygur kopuzu, Çin'de pipanın evrimine önemli katkıda bulunmuş.
Eski uygarlıkların, hatta bundan bin yıl önceki müziklerin neye benzediğini tam olarak bilemiyoruz. Çünkü elimizde ses kaydı yok. O yüzden ancak müzik dışı kaynaklar, tarihsel kayıtlar, elyazmaları, resimler, duvar kabartmaları bize biraz ışık tutabiliyor. Ayrıca günümüz müziğinde de geçmişten izler bulabiliyoruz. Çin, geleneklere bağlı, binlerce yıldır aynı topraklar üzerinde yükselmiş bir uygarlık. Geçmişinden en çok iz taşıyan müzik de onunki olmalı. Yine de bundan yüzlerce yıl öncesinin müziğini tam olarak bilmek güç…
Bu konuda yapılan çalışmalarda dönüm noktası olabilecek bir müzik albümü 2010 yılında çıkmış. Dünya çapında tanınan ünlü pipa virtüözü Wu Man, Çin'in Dunhuang bölgesindeki mağaralarda saklanan el yazmalarında yer alan notalara, etno-müzikolog Rembrand Wolpert aracılığıyla ulaşmış ve bunları "Immeasurable Light", yani "Sonsuz Işık" adlı müzik albümünde seslendirmeyi başarmış. Zaten bu albümü yapma fikri de Sinoloji ve etno-müzikoloji dalında araştırmalar yapan Prof. Dr. Wolpert'le tanışmasıyla doğmuş. Dr. Wolpert, aslında Sinolog, ama bir süredir kendini müzik arkeolojisine vermiş. Yüzyıllar öncesinden günümüze gelen Çin ve Japon elyazmalarındaki karakterleri günümüzde kullanılan nota sistemine çeviriyor. Bunun için kendi tasarladığı özel bir bilgisayar programı var. Araştırmaları müzikolojinin tarihsel kaynakları ve Doğu Asya müziği konusunda yoğunlaşıyor. Uzmanlık alanı ise Tang Hanedanı dönemi. "Tang Hanedanı Sarayı Müzikleri" isminde bir de kitap yayınlamış.
1900'lü yılların başlarında Çin'in kuzeybatısındaki Gansu eyaletine bağlı Dunhuang'da yer alan mağaraların birinde Budizm'le ilgili çok sayıda el yazması ve kitap bulundu. Macar araştırmacı Aurel Stein'in bulduğu belgeler 4. yüzyıl ile 11. yüzyıl arasındaki döneme aitti. Bu, günümüz tarih araştırmaları açısından dönüm noktalarından biri olarak kabul edilir. Dunhuang, Doğu ve Batı dinlerinin, kültürlerinin, bilgi birikimlerinin kaynaştığı bir yerdi. Çünkü kuzey ve güney ipek yolları Asya'yı çaprazlamasına geçerek burada kesişiyordu. Bölgeye batıdan, Budizm'le birlikte, bu dinle ilgili heykeller ve elyazmaları da taşınıyordu. Ayrıca, Orta Asya kültürüne ait ne varsa bu yolla Dunhuang'a, oradan daha doğuya yayılıyordu. Burası biriktirme ve dağıtma merkezi gibiydi. Dunhuang'da bulunan Magao mağaralarında o dönem Avrupa'da uygulanan çizim teknikleriyle yapılmış olanlarından, Türk kavimlerinin yaşam tarzlarına ilişkin olanlarına kadar her türden resim bulunuyor. 366 yılında oyulmaya başlamış olan mağaraların sayısı Tang Hanedanı döneminde bini geçmiş. O nedenle, bu mağaralara "Bin Buda Mağaraları" da deniyor.
İşte, Aurel Stein'in buradaki araştırmaları sonucunda bulduğu belgeler arasında bir çeşit nota işlevi gören el yazması tabulaturlar da bulundu. Bunlar, Tang Hanedanı döneminde pipayla çalınan müzik eserlerine aitti. Pipa için yazılmış 25 parçadan oluşan elyazmalarındaki tabulaturlar, parmak işaretlerini ve notaların nasıl çalınacağını gösteriyormuş. Bunları günümüz notalarına aktarmaya çalışan Dr. Rembrand Wolpert, elyazmalarındaki sistemin, işaret edilen sesleri anlamak için notalardan daha iyi olduğu kanısında.
Dr. Wolpert ve pipa virtüözü Wu Man'ın çalışmaları 10 yıla yakın bir süre devam etmiş. Bulunan eserler, 6. yüzyıl ile 12. yüzyıl arasında çalınan Budist mantralar ve gölge oyununda kullanılan müzikler ile eski dans müziklerinden oluşuyor. Wolpert, yüzyıllar öncesinden günümüze ulaşan ve üzerinde çalışarak modern notalara aktardığı kaydı dinlemenin çok heyecan verici olduğunu söylüyor. Bunlar o mağaralara batıdan, Orta Asya'dan gelen ezgilerdi. Tang Hanedanı döneminde sarayda çalınan müziğin Kuçalı müzisyenlerce icra edildiği, daha çok Uygur şarkılarından oluştuğu göz önünde bulundurulduğunda, bu kayıt bizim tarihimiz açısından da çok önemli. Sanatçı Wu Man da albüm için çalışırken farklı bir heyecan duymuş, çünkü bu yüzyıllar öncesinden gelen bir ses. Ona albümünde, yine ünlü bir müzik topluluğu olan Kronos Quartet eşlik etmiş. Wu Man daha çok Batı dünyasında tanınan bir müzisyen... Ünlü çello virtüözü Yo Yo Ma'nın öncülük ettiği İpek Yolu Projesi'ne bağlı olarak çalışıyor. İpek Yolu Projesi 1998 yılında başlatılmış. Tarihi İpek Yolu'nun, geçmişten günümüze kadar silinmemiş olan rotasını canlandırmak, kültürler arası ilişkiyi ve bu yolla kültürel zenginliği artırma amacını güden bir organizasyona dönüşmüş. Bu çerçevede düzenlenen gösterilerde Çin'den Azerbaycan'a, Japonya'dan İran'a kadar pek çok ülkeden müzisyen görev alıyor. "İpek Yolu Ansamblesi" adı altında çalışan sanatçılar, proje kapsamında hazırlanan müzik albümlerinde, İpek Yolu üzerindeki geleneksel müzikleri, özgün yapısını bozmadan, yeni düzenlemelerle dinleyiciye sunuyor.
Bu önemli projelere öncülük eden Yo Yo Ma'nın çaldığı müzik aleti olan çellonun kökeni de Asya'dan geliyor. Çoğu kişi kemanın ve çellonun Batı kökenli enstrümanlar olduğunu sanır. Fakat araştırmalar bu çalgıların anavatanının da Orta Asya olduğunu gösteriyor. Yaylı çalgıların kökü, ok ve yay kullanımına dayanır. Araştırmalarda, at kılını kullanarak müzik yapma düşüncesinin de ancak at binme kültürüne sahip topluluklara ait olabileceği vurgulanıyor. Ayrıca bunların Asya'daki varlığı 6. yüzyıla kadar uzanırken, Avrupa'da ancak 1500'lü yıllarda imal edildiğini görüyoruz. Yaylı çalgılar önce Orta Asya'dan Doğu Asya ve Hindistan'a, oralardan da tüm dünyaya yayılmış. Müzikologlar bu keşfin, müzik sanatının evriminde de olağanüstü bir katkı olduğu görüşünde birleşiyor. Dünya müziği yeni, uzayan ses ve ton türetme teknikleriyle yaylı çalgılar sayesinde tanışmış.
Asya kökenli bu keşif önce kendi coğrafyasında yayılmış. İşte bu noktada, Çin müziğindeki yeri açısından yine pipa benzeri bir çalgıyla karşılaşıyoruz. Çin geleneksel müziğinin en tanınmış çalgılarından biri de "erhu"dur. Erhu da Türkiye'de pek bilinmez. Bu çalgının Çin'e girişi de, pipada olduğu gibi Tang Hanedanı dönemine rastlar. O zamana kadar Orta Asya Türk kavimleri arasında yaygın olarak kullanılırmış. Erhunun 80 cm uzunluğunda sapı, çay bardağı şeklinde küçük bir gövdesi vardır ve at kılından yapılan bir yayla çalınır. "Çin kemanı" olarak tanınan erhu, orkestralarda keman rolü oynar. Bizim kültürümüzle doğrudan ilişkili olan bu müzik aleti, ülkemizde bilinmese de Asya'nın öbür ucundaki Çin'in milli çalgıları içinde yer alıyor.
Yaylı çalgıların dünyaya yayılması da İpek Yolu sayesinde olmuş. Bu yolculuk iki ayrı güzergâhı izlemiş. Bu güzergâhların biri Akdeniz ve kıyıları üzerinden İber Yarımadası'na kadar gidiyor. Diğeri de Karadeniz kıyıları üzerinden Avrupa'ya uzanıyor. Asya kültürünün bu yollarla dünyaya taşınmasında en önemli rolü Türkler, Araplar ve Slavlar oynamış. Arap yayılması bir dönem Kuzey Afrika'dan Avrupa kıyılarına kadar çok geniş bir bölgeyi etkisi altına almış ve Asya çalgılarını buralara taşımış. Balkanların, Orta ve Doğu Avrupa'nın şekillenmesinde de Türk devletlerinin etkisi önemli. Arapların güneyde açtıkları kültür koridorunun benzerini kuzeyde Türkler ve Slavlar açmış. Yaylı çalgılar bu yolla, Karadeniz kıyıları üzerinden Avrupa'ya yayılmış. Keman ilk olarak 16. yüzyılda İtalya'da ortaya çıkmış. Araştırmacıların çoğu, kemanın kökeninin "Oğuz kemençesi" olduğu görüşünde birleşiyor.
İpek Yolu'nun tarihi MÖ 1500'lü yıllara kadar dayanıyor. Bu yol, çeşitli kültürler arasında etkileşimi başlatmış. İş yalnızca etkileşimle kalmamış, çoğu topluluk bu yolla ekonomilerini, uygarlıklarını yaratmış. Barut, manyetik pusula, matbaa, ipek, matematik, seramik ve çeşitli el sanatları Batı'ya taşınmış.
6. yüzyıldan sonra akım genellikle doğu-batı yönünde ilerlemiş. Yollarda yaylı, nefesli ve vurmalı çalgılar da seyahat etmeye başlamış. Yol üzerindeki halkların müziği, bu çalgılarla, müzisyenlerle, gezgin şairlerle birbirine karışmış ve kaynaşmış. Asya'da ziller Hindistan'dan Çin'e giderken, Çin gongları Avrupa yolunda ilerlemiş… O nedenle, şimdiki geleneklerin kökenini tam olarak saptamak İpek Yolu güzergâhı açısından çok zor. Fakat telli çalgılar Mezopotamya'dan, yaylı çalgılar Orta Asya'dan Doğu'ya ilerlemiş olsa da, bu çalgıları ve kültürel zenginliği yaygınlaştıranın Çin ipeği ve bunun yarattığı yol olduğu çok açık. Zamanında Doğu'ya ilerlemiş çalgılar, geriye ud, tambur, lavta, keman, çello, kemençe, rebap olarak geri gelmiş. Klasik Batı müziğinin en önemli eserlerini, Bach'ı, Beethoven'i, Çaykovski'yi bu sayede dinleyebilmişiz. Orta Asya müziği ve dansları, Endülüs'te karşımıza çıkmış. Hüzünlü Çin erhusunun sesini, Tamburi Cemil Bey'in kemançe taksimlerinde duymuşuz…
İpek Yolu'nun kültürel etkilerini araştırdığımızda, uzak sandığımız kültürlerle ne kadar iç içe olduğumuzu öğreniyoruz. Fakat daha önemlisi, tarihi İpek Yolu'nun yarattığı muhteşem kültürel zenginliğe benzer yeni bir bereketin, yeni ipek yollarıyla yeniden yaratılabileceğini anlamamızı sağlaması.