1945 yılının Haziran ayında, Çin Komünist Partisi'nin 7. kongresinde konuşurken şunları söylüyordu:
"'Dağları Taşıyan Budala İhtiyar' adlı eski bir Çin masalı vardır. Bu masal, çok eskiden Çin'in kuzeyinde yaşayan ve 'Kuzey dağının budala ihtiyarı' adıyla bilinen yaşlı bir adamı anlatır. Bu adamın evi güneye bakarmış; kapısının önünde duran Taihang ve Wang Wu adlı iki büyük dağ yolu kapatırmış. Adam bir gün oğullarını çağırmış ve hep birlikte kazma küreğe sarılmışlar, dağları büyük bir kararlılıkla kazmaya başlamışlar. 'Akıllı İhtiyar' adıyla bilinen bir başka aksakal onları görünce gülmekten kırılmış:
'Amma da aptalsınız! Bu iki koca dağı kendi başınıza hayatta kazıp bitiremezsiniz!' demiş.
'Budala İhtiyar' cevap vermiş:
'Ben ölünce oğullarım devam eder; onlar ölünce torunlarım devam eder; torunlarım da ölünce onların oğulları ve torunları devam eder ve bu durmadan sürüp gider. Dağlar ne kadar yüksek olursa olsun, daha fazla büyüyemezler. Ama bizim kazdığımız her parçayla biraz daha küçülürler. Kim demiş onları yerle bir edemeyiz diye?'
'Budala İhtiyar', 'Akıllı İhtiyar'ın yanlış görüşünü böylece çürüttükten sonra, inancından hiçbir şey yitirmeden her gün kazmaya devam etmiş. Tanrı bütün bu olup bitenden çok etkilenmiş ve yeryüzüne iki melek göndermiş; bu melekler de dağları sırtlayıp götürmüşler."
Mao Zedong, kongre konuşmasında bu masalı anlattıktan sonra şunları söylemiş:
"Bugün, Çin halkının omuzlarında bütün ağırlığıyla duran iki büyük dağ vardır. Bunlardan biri emperyalizmdir, öbürü de feodalizm. Çin Komünist Partisi çoktandır bunların kökünü kazımaya karar vermiş bulunuyor. Sebat etmeli, bıkmadan usanmadan çalışmalıyız. Böyle yaparsak Tanrıyı biz de etkileriz. Bizim Tanrımız, Çin halk kitlelerinden başkası değildir. Çin halk kitleleri ayağa kalkıp bizimle birlikte kazarlarsa, bu iki dağı niçin yerle bir etmeyelim?"
Mao Zedong, Çin Devrimi'nin önderliğini yapmış ve Çin Halk Cumhuriyeti'ni kurmuş; düşünceleri ve mücadelesiyle yeni bir ülke yaratmıştı. Yeni ülkeyi kurarken yürüttüğü mücadelede, tüm konuşmalarında ve yazılarında, kongrede anlattığı bu masal gibi, sözlerini hep halk öyküleri ve efsanelerdeki özdeyişlerle, ünlü Çin filozoflarının görüşleriyle süslüyordu.
Yaşamına azıcık göz atılırsa geleneksel kültürden kopmaması olağan karşılanabilir. Mao, çocukluğunda Konfüçyüsçü fikirlerle eğitim görmüştü. Ortaokul yıllarında tarihe düşkünlüğü öne çıkmış. Han ve Qing Hanedanlarına ilişkin her kitabı okuyormuş. Bilimden çok edebiyata eğilimi olduğu da görülmüş. Yaşamının bundan sonraki döneminde önemli bir yer tutacak olan şiir sevgisini edinmiş.
Eğitiminin sonraki dönemlerinde Çin klasik edebiyatının en usta deneme yazarı sayılan Han Yu'nun yazılarını incelemiş ve onu rehber alarak klasik denemeler yazmış.
Mao, klasik romanlara da çok önem veriyordu. Üç Krallığın Öyküsü, Batı'ya Yolculuk ve Bataklık Kaçakları en sevdiği romanlardı. Bu romanlar binlerce kuşağı büyülemişti. Mao'nun romanlara yaklaşımı, çoğunlukla tarih merakı ve geçmişin günümüze yansımasıyla ilgiliydi.
Mao, gençlik yıllarında "Shi Ji"yi okumuş ve çok etkilenmiş. Sima Qian tarafından yazılan ve Song Hanedanı'ndan kalma tarihsel kayıtları içeren bu metin, Çinli bilginler tarafından bir başyapıt olarak görülür. Yazılışından bin yıl sonra Mao'da bu yapıtı, siyaset tarihi araştırmaları için bir model olarak yanından ayırmıyordu.
Sima Qian, Shi Ji'de, tarihin bir süreklilik olduğunu ve geçmişin, bugünü anlamanın bir anahtarı olduğunu vurgulamış; dünyayı da bu kesintisiz akış içinde betimlemiş. Shi Ji'nin bu anlayışı, kitabı Mao'nun yaşamındaki en önemli yapıtlardan biri haline getirmiş. Mao kitabı tekrar tekrar okumaya, ölene kadar devam etmiş.
Mao, gençliğinde, çocukluğundan itibaren özümlediği Çin gelenekleri ile yeni tanıştığı Batılı fikirler arasındaki farkları da görüyordu. Bu konuda şunları söylemişti:
"Çin ile Batı'nın karşılaştırılması üzerinde yoğunlaşmak ve dışarıdan sadece ülkeye yararlı olanı seçmek gerekir... Ne var ki, daha da önemli olan şey Çin araştırmalarıdır… Çin araştırmaları hem kapsamlıdır, hem de derin bir anlam taşımaktadır... Çin araştırmalarına ilişkin genel bilgi, halkımız için en hayati olanıdır."
Zaten Mao hayatı boyunca kaleme aldığı hemen hemen bütün yazılarında Batı deneyimlerinden çok Çin deneyimlerine yer vermişti. Konu, Batılı bir düşüncenin uygulanması olduğunda bile, geç dönem Ming Hanedanı bilginlerinden, Lao Zi'ye kadar Çin örnekleri öncelik taşıyordu. Yabancı fikirlerin geçerli olabilmeleri için Çin gerçekliğinde kök salmaları gerektiği anlayışı, Mao'nun bütün yaşamı boyunca asla vazgeçmediği temel ilke olmuştu.
Tarih konusundaki merakı bilinen Mao, Çin kültürüyle ilgili olarak da pek çok araştırma yapmak istemiş. Fakat, ülkesinin içinde bulunduğu durum ve tarihin onun için belirlediği görevler buna engel olmuş. 1920 yılında şöyle diyordu:
"... Filoloji, lengüistik ve Budizm çalışmak isterdim, fakat bu konuları incelemek için ne kitabım var, ne de boş zamanım. Gecikiyorum ve her şey sürüncemede kalıyor... Disiplinli bir hayat yaşamak benim için çok zor."
Devrim yaparak ülkesini yeniden kuran, sosyalizmi rehber alan bir liderin, Budizm'i araştırmak istemesi, geleneksel kültüre bu kadar önem vermesi kimilerine çelişki gibi gelebilir. Mao bunları 1920 yılında söylemişti, o zamanlar Çin kültürü Mao için her şeyin üzerine inşa edileceği bir temeldi, fakat bu düşünce, hayatının geri kalan kısmında da değişmedi.
1920 baharında, Mao, iki yıldır çok istediği bir geziye çıktı. İnançlarıyla ilgili yerleri gezecekti... İki yıldır hayalini kurduğu gezisiyle ilgili olarak şunları yazıyordu:
"Kufu'da konakladım ve Konfüçyüs'ün mezarını ziyaret ettim. Konfüçyüs'ün müritlerinin ayaklarını yıkadıkları küçük dereyi ve bilgenin çocukluğunu geçirdiği küçük kasabayı gördüm. Tarihi tapınağın yakınlarında onun kendi elleriyle diktiği söylenen ağaç onun adına adanmıştı. O ağacı da gördüm. Konfüçyüs'ün ünlü müritlerinden Yan Huy'ün bir zamanlar yaşadığı ırmağın kıyısında durdum ve Mençiyüs'un doğduğu yeri gördüm. Bu gezi sırasında, Taishan'a, General Feng Yuxiang'ın inzivaya çekilerek yurtsever parşömenler yazdığı kutsal Shandong dağına tırmandım... Dongting gölünün çevresinde yürüdüm ve Baodingfu duvarının çevresinde dolaştım. Beihai Körfezi'ni kaplayan buz tabakasının üzerinde yürüdüm. Bütün bunların maceralarıma eklenen değerli kazanımlar olduğunu düşündüm."
Geleneksel kültür ve felsefeyle ilgili bu edinimleri, sonraki düşüncelerinin üzerinde yükseldiği temeller olmuştu. Mao Zedong, yazılarından birinde modern kavramlardan biri olan diyalektiği de, önderlik ettiği devrimi birlikte gerçekleştireceği halkına yine geleneksel Çin felsefesi içinde çok önemli yeri olan Yin-Yang kavramlarıyla açıklamış:
"Her şeyin tek bir yönünün olduğu şeklindeki öğreti, en eski zamanlardan beri varolagelmiştir, her şeyin iki yönü olduğu yolundaki öğreti de öyle. Bunlardan birincisine metafizik, ikincisine de diyalektik denir. Eski zamanlarda yaşamış olan bir Çinli şöyle demişti: 'Yin ve Yang, Tao'yu oluşturur. Yang olmadan Yin'in olması, ya da Yin olmadan Yang'ın olması mümkün değildir.' İşte bu, her şeyin iki yönünün olduğunu doğrulayan, çok eski zamanlardan bir öğretiydi."
Yine diyalektiği ve zıtların birliği ilkesini anlatırken şöyle demişti:
"Biz Çinliler, sık sık , 'birbirine karşıt şeyler, birbirini tamamlar' deriz. İşte bu, 'zıtların birliği' demektir; metafiziğe karşı olup diyalektiktir."
"Birbirine karşıt olan şeyler, aynı zamanda birbirlerini tamamlar" ifadesi ilk önce, 1. yüzyılda yaşamış olan ünlü tarihçi Ban Gu tarafından, "Han Hanedanı Kayıtları" adlı yapıtında kullanılmış. Yaklaşık iki bin yıl sonra Mao, modern bir kavramı açıklarken yine bu ifadeyi kullanmış…
"Kötü şeyler iyi şeylere dönüştürülebilir mi?" başlıklı yazısında da Lao Zi'nin "Dao De Jing" adlı eserinin 58. bölümüne atıfta bulunur:
"Özetlersek, sorunları her yönüyle ele almayı, olguların bir yüzünü değil, öteki yüzünü de görmeyi öğrenmeliyiz. Belli koşullar altında kötü bir şey iyi sonuçlar, iyi bir şey kötü sonuçlar doğurabilir. İki bin yılı aşkın bir süre önce Lao Zi şöyle demişti: 'Talihsizliğin içinde talih, talihin içinde talihsizlik vardır'"
Mao yine bir yazısında karşıtların birbirine dönüşebilmesini incelerken, Çin mitolojisinde ve romanlarda doğaüstü güçleri olan kahramanlardan ya da perilere dönüşebilen insanlardan söz eder:
"Cin ve perilerin insan oluvermeleri gibi mitolojideki sayısız dönüşümler, insanlar arasındaki karmaşık ve gerçek karşıtların birbirine dönüşümleri örnek alınarak uydurulmuş, çocuksu, hayali dönüşümlerdir, somut karşıtlarda görülen somut dönüşümler değildir.
İnsanların doğa güçlerini hayali olarak fethettikleri mitoloji ve çocuk masallarındaki sonsuz değişim anlatımları, herkesin hoşuna gittiği gibi, mitolojinin iyisi, Marx'ın dediği gibi 'bitmeyen bir çekiciliğe ve sevimliliğe' sahiptir. Böyle de olsa, mitoloji somut çelişkilere dayanmaz ve bu nedenle de gerçeği bilimsel olarak yansıtamaz."
Bunları okurken, akla ünlü yazar Stefan Zweig'in "Kendi Hayatının Şiirini" yazanlar kitabında söyledikleri geliyor. Zweig, kitabın Önsöz'ünde şunları yazıyor:
"İnsanlığın mitlerden bir şey yaratma gücü, hiç kuşkusuz bir gün sona ermek zorundaydı. Hayal kurmanın en güçlü dönemi çocukluk dönemidir, aynı şekilde halklar da erken dönemlerinde kendi mitlerini ve sembollerini yaratırlar. Fakat gittikçe azalan hayal gücünün yerini açık ve kanıtlanabilir bilgi almaya başlamıştır..."
Mao da, geleneksel kültürü incelediğinde toplumların gelişimindeki kesintisiz bağı görebiliyordu. Çok eski dönemlerde yaratılan mitler, semboller, kahramanlar, bugün bilimin ışığında yeniden yaratılmalıydı, masallar gerçeğe dönüşmeliydi. Bunu yapabilmek, geçmişle olan bağı kesip koparmakla değil, gelecekle bağlantı kurmak için kullanmakla olacaktı. Geçmiş, geleceğe hizmet edecekti…
Çin Devrim'nin gerçekleştiği 1949'da ülkedeki sağlık hizmetleri çok kötüydü. Halk, kırsal bölgelerde sadece geleneksel yöntemlerle çare arıyordu. 1950'de düzenlenen 1. Ulusal Sağlık Kongresi'nde, geleneksel ve modern tıbbın sentezini sağlayacak politikalar izlenmesi kararlaştırıldı. Bu kongreden sonra "Çıplak Ayaklı Doktorlar" projesi gündeme gelmişti. Projenin amacı, modern tıbbı halk arasında yaygınlaştırmak ve aynı zamanda geleneksel tıp bilgilerini derlemekti. Geleneksel Çin tıbbının 4 bin yılı aşkın bir geçmişi var. Bu projeyle hem modern tıbbın uygulanması için gereken altyapıyı kurana kadar bu yöntemlerden yararlanılacaktı, hem de gelişigüzel yapılan uygulamalar derlenip toparlanacaktı. Mao, on doktorun içinde yer aldığı bir komisyon kurdurmuş ve onlara klasik Çin tıbbını standardize etmeleri için talimat vermişti.
Proje, Mao'nun, "Geçmiş, şimdiye hizmet etmelidir" sloganıyla yürütülmeye başlandı. Çıplak ayaklı doktorlar, genel olarak geleneksel Çin tıbbıyla ilgili kişilerden seçiliyor ve onlara basit tedavi yöntemlerini öğreten kısa süreli eğitimler veriliyordu. Bulundukları yerlerde tarlalarda çıplak ayaklarla çalışarak hem çiftçilik yapıyor, hem de halkın sağlık sorunlarıyla ilgileniyorlardı. Onlara "çıplak ayaklı" denmesinin nedeni de buydu.
Öte yandan, hastanelerde cerrahi operasyonların bir kısmında anestezi için geleneksel yöntemlerden olan akupunktur kullanılmaya başlandı. Ameliyatlarda çoğu kez geleneksel Çin tıbbı eğitimi almış hekimler anestezi uzmanı olarak yer alıyordu. Bu kişilere aynı zamanda, modern anestezi yöntemleriyle ilgili eğitim de veriliyordu.
Tıp fakültelerinden mezun olanların da, mezuniyet sonrasında geleneksel Çin tıbbı alanında bir yıl eğitim almaları sağlanıyordu. Geleneksel hekimlerin uygulamalarına antibiyotikler ve Batı tıbbına özgü diğer tedavi yöntemleri de eklenmişti. Batı tıbbı eğitimi almış hekimler de geleneksel bitkisel ilaçları ve bunların uygulanmasını öğreniyordu.
1960'lı yıllara gelindiğinde, Çin'i ziyaret eden yabancı uzmanlar, bebek ölümlerinde çarpıcı bir azalma gözlemledi. Salgın hastalıkların çoğu kontrol altına alınmış, bazıları tamamen bitirilmişti. 1970'li yıllarda hazırlanan raporlarda ise Çin'de ölüm oranının dünyada en düşük düzeye gerilediği yazıyordu. 1940'lı yıllarda 40 civarında olan ortalama yaşam süresi, otuz yıl içinde olağanüstü bir iyileşme ile 70'li yaşlara yükselmişti.
"Geçmiş, geleceğe hizmet etmelidir" sloganıyla bunların yapılmasını sağlayan Mao Zedong, parti kongresindeki konuşmasında yer verdiği "Dağları Taşıyan Budala İhtiyar" masalını görüşlerini daha iyi açıklayabilmek için anlatmıştı. Çünkü devrim için gereken mayanın binlerce yıllık Çin kültüründe de bulunduğunu biliyordu, masallardaki dağları gerçekten de kazarak taşıyabilirlerdi. Nitekim 9 Aralık 1970 tarihinde, bir Fransız gazetecisi Beijing'den, 10 Aralık 1970 tarihinde The Times'da yayınlanacak şu haberi geçiyordu:
"Beijing'den yalnızca 12 mil uzaklıkta, 100 bin Çinli bir ırmağın yönünü değiştirmek için şiddetli soğuğa aldırmadan, düzenli bir biçimde çalışıyor. Ellerinde şu araçlar var: El arabaları, kürekler, kazmalar ve Mao Zedong'un düşünceleri...
Hai Nehri'nin sel baskınlarıyla ve kuraklıklarla dolu bir tarihi var. Çin basınına göre, 1963'te Başkan Mao'nun Hai Nehri'ni ıslah çağrısına yüz binlerce köylü uymuş. Bugüne kadar yeryüzünün çevresini 37 kere dolaşabilecek olan 90 santimetre yüksekliğinde, 90 santimetre genişliğinde bir set inşa edilebilecek kadar toprak taşınmış.
Başkentin güneydoğusundaki havaalanına giden yoldan geçen Beijing'deki diplomatlar, Wen Yu Irmağı'nın üzerindeki köprüden geçerken, ellerinde olmadan arabalarını yavaşlatıyor ve binlerce kızıl bayrakla bezenmiş koyu bir yama parçası gibi uzanıp giden, karınca misali insan yığınını şaşkınlık içinde seyrediyor...
Geçenlerde, bu çalışılan yerlerden ikisini gezdim. En küçük bir makine gürültüsü yoktu; yalnızca kazma sallayan adamların sık soluyuşları, atların kişnemeleri, araba sürücülerinin haykırışları, işçilerin söyledikleri sloganlar ve hoparlörlerden yükselen devrimci müzik duyuluyordu.
Irmağın yatağını kazabilmek için buzu kırmak gerekir. Oysa altmışında gösteren bir adam, kazmasını daha iyi sallayabilmek için beline kadar soyunmuştu.
Bayrak ekipleri gece gündüz, sekiz saatlik vardiyalar halinde ve kimi zaman sıcaklığın sıfırın altına düştüğü koşullarda çalışarak, ırmağın yatağını derinleştiriyor, setler inşa ediyor ve ırmağı yeni bir yatağa akıtabilmek için çeşitli kolları kapatıyor.
İşçiler, Başkan Mao'nun çağrısına uyabilmek için ellerinden geleni yapıyor. Bir ağacı kendi güçleriyle sökseler, kimse şaşırmayacak."
Mao, konuşmalarında, yazılarında masallar anlatmış, onları başka geleneksel vurgularla desteklemiş. Anlattığı masallardaki hayali dönüşümleri ve ütopyaları hayal dünyasından ayak bastığı yere indirmiş. Sağlıksızı sağlıklıya, fakiri zengine, cahili bilgine çevirme yolunda bir yürüyüşe çıkmış. Mao'nun gerçekleştirdiği masalda birden bire cinlere perilere dönüşüveren insanlar olmasa da, işte bu dönüşümler anlatılıyor.
Bu masal, kısa zamanda her alanda gösterdiği gelişmeyle, tüm dünyanın dikkatini çeken Çin'de anlatılmaya ve gerçekleştirilmeye devam edecek gibi görünüyor…