CRI Hakkında | Eski Versiyonumuz
Kafdağı'nın ardından masallar
  2011-03-09 17:36:06  cri

    Çoğumuzun çocukken masallardan duyduğumuz Kafdağı, ulaşılması zor bir yerdir. Prenseslerle evlenmek isteyenler, amansız hastalıklara çare arayanlar bu dağa ulaşmak ve onu aşmak zorundadır.

    Kafdağı, İslam kozmolojisine göre, insanların yaşadığı dünya alanını çepeçevre kuşatan, aşılması olanaksız dağın adıdır. Mutasavvıflara göre, "insan-ı kâmil" derecesinin simgesidir. Yaygın inançlara göre, bütün dağların anasıdır. Efsanevi Anka Kuşu da Kafdağı'nda yaşar.

    Kafdağı'nın ardında ne olduğu, orada kimlerin yaşadığı bilinmez. Ama rivayetlere göre, Yecûc ve Mecûc taifesi, cinler, periler hep Kafdağı'nın ardındadır.

    Pekiyi, bu Kafdağı nerededir? Gerçekten böyle bir yer var mıdır? Birçok eserde, bilinmeyen yerler için kullanılan "Yecûc ve Mecûc ülkesi" adıyla anılan yerin Çin'i işaret ettiği görülür. Örneğin, Kaşgarlı Mahmut'un, "Divan-ı Lügat'it Türk" adlı eserindeki bir haritanın en doğusunda yarım daire görünümlü kırmızı bir şeritle ayrılmış yerde "Yecûc ve Mecûc ülkesi" anlamına gelen, "Arz-ı Ye'cuc ve Me'cuc" yazar. Bunun hemen yanına da "Sedd-i Zülkarneyn" yazılmıştır. Bundan kasıt da, Çin Seddi'dir.

    Arap coğrafyacı ve seyyah İbn Hardadbeh, 9. yüzyıl ortalarında yazdığı "Kitab el-Mesalik ve'l-Memalik", yani "Yollar ve İmparatorluklar Kitabı"nda Abbasî halifesinin elçisi ve çevirmeni Sallam'ın Orta Asya üzerinden "Yecûc ve Mecûc Seddi"ne kadar yaptığı yolculuktan söz eder. Yazılanlara göre, Halife El-Vasık, rüyasında "Yecûc ve Mecûc Seddi"nin yıkıldığını görür. Endişelenir ve elçisi Sallam'ın, Yecûc ve Mecûc kavimlerinin durumunu gidip yerinde araştırmasını ister. Sallam, doğuya doğru bir seyahate çıkar ve seti yerinde görür. Halifeye, endişelenmemesini, istilacı kavmin setin diğer tarafında olduğunu bildirir.

    İbn Battuta da 14. yüzyılda Çin'e gitmişti. Seyahatnamesinde "Zeytûn" dediği Guanzhou kenti ile "Yecûc ve Mecûc Seddi" arasında altmış günlük bir yolculuk yaptığını anlatır. Battuta, seyahat günlüğü notlarında bu seti "Zü'l-Karneyn Seddi" olarak da adlandırır. Abbasî elçisi Sallam gibi İbn Battuta'nın da bununla Çin Seddi'ni kastettiği açıktır.

    Batı'da da 12. yüzyıla kadar Çin hakkında çok az şey biliniyordu. Romalılar dolaylı ticari ilişkiler aracılığıyla ipek kaynağı olarak bildikleri Çin'i pek tanımıyordu. Kullandıkları ipeğin bile bir ağaçtan iplik iplik sarkarak yetiştiğine inanıyorlardı. Buna karşın Hindistan, İslam dünyasının doğusunda ve güneyinde bulunan büyük alanın ortak adı olarak kullanılıyordu. Bu alanın biraz ötesinde bir dizi egzotik ırkın yaşadığına da inanılıyordu. Bunlardan bazıları Heredotos ve Plinius gibi klasik yazarlardan derlenmiş canavarlar ve ucubelerdi. Aralarında köpek başlı bir halk, hiç başı olmayıp yüzleri göğüslerinde konumlanmış bir halk ve tek bacaklı olup zıplayarak yürüyen insanlar vardı. Bütün bunlar daha sonra İtalyan yazarı Umberto Eco'nun "Baudolino" adlı romanına da yansıyacaktır. 4. yüzyıla gelindiğinde, bu tür harikalar, İslam dünyasının "iki boynuzlu" anlamına gelen bir sözcükle "Zülkarneyn" olarak adlandırdığı Büyük İskender'in yaşamı gibi gösterilen bir kitaba dâhil edilmişti. Bu kitabın yazarı daha sonraları "Düzmece Kallisthenes" olarak bilindi. 3. yüzyılda Solinus ve 5. yüzyılda Sevillalı Isidorus da buna benzer kitaplar yazmıştı. Giderek bu anlatılara, bazı barbar kavimlerin uygar dünyayı istila etmelerini önlemek için İskender'in büyük bir duvar yaptırdığını anlatan bir öykü de eklenmişti. 13. yüzyıla gelindiğinde bu uzak halklar, "Gog ve Magog", yani "Yecûc ve Mecûc" soyuyla özdeşleştirilmişti.

    Bir arkadaşımla Kaf Dağı'nı konuşurken "Çocukluğumda, okuma yazma öğrendikten sonra, haritada Kafdağı'nı aradığımı hatırlıyorum" dedi. Belki isim çağrışımı yüzünden, kendince yerini Kafkasların ve Hazar Denizi'nin doğusunda aramış ve epey ötelerde bir yer belirlemiş. Eski devirlerde Kafdağı'nın ardı, Çin'i işaret ediyormuş. Bu bakımdan pek yanılmadığı söylenebilir. Onun haritada işaretlediği yerde, Kunlun Dağları var. Bu dağlar da Çinliler için Kafdağı'nın özelliklerine benzer efsanevi nitelikler taşıyormuş.

    Edebi bakımdan Çin, bizim için hâlâ Kafdağı'nın ardında. Romanlarını, şiirlerini, masallarını çok az biliyoruz. Ejderler ve efsaneler diyarı Çin'de de masallar anlatılıyordu mutlaka… Bunlardan Türkçeye çevrilenler de olmuş, ama yeterli olduğu söylenemez.

    Son olarak Kamuran Şipal'in derlediği ve Türkçeleştirdiği "Çin Masalları"nın yayınlandığını öğrendim. Merak ettim. Beijing'deki beş yıldızlı otellerden birinin genel müdür yardımcısı olan Zeki Özal, o sıralarda birkaç günlüğüne alel acele Türkiye'ye gidecekti. Benim merakımı bildiği ve kendi de kitap dostu olduğu için, iki ayağı bir pabuçta olduğu halde, havaalanı yolunda arayıp hangi kitapları istediğim sordu. İstediklerim arasında sözünü ettiğim "Çin Masalları" adlı kitap da vardı. Sağ olsun, aradı, buldu ve getirdi.

    Kitapta yer alan masallarda, pek çok Çin efsanesinde geçen sembollerin kaynağı konusunda ilginç bilgiler var. Ejder ve Anka Kuşu gibi semboller de sık sık kullanılıyor. Günümüzde bile ilaç olarak kullanılan ginseng bitkisiyle ilgili olan pek çok masal olduğu da dikkat çekiyor. Bu bitkinin köklerinin insan şekline benzemesi ve bazı hastalıkları iyileştirdiğinin düşünülmesi, hayal gücünü kamçılayan bir etki yapmış olsa gerek. Masallarda, ginseng bitkisinin insan kılığına girebilme, fırtınaya yol açabilme, hayvanlara söz geçirebilme, rüyada insana görünebilme gibi doğaüstü yeteneklere sahip olduğu anlatılıyor. 

    Çin, etnik çeşitlilik barındıran bir ülke… Bu, masallara da yansımış. Mançu, Moğol, Tibet ve Uygur masalları, anlatıldıkları coğrafyayı da betimliyor. Masallarda, inanç zenginliği de görülüyor. Taocu ve Budist etkiler ile Şamanist uygulamalar, masallarda da göze çarpıyor.

    Kamuran Şipal'in çevirdiği masalların birinde insanın yaratılışı ve Ay tanrıçası Chang'e'nın öyküsü anlatılıyor. Bu öykünün anlatıldığı "Güneş ve Ay neden bir çift oluşturur" isimli masal, özellikle ilgimi çekti. Masalda anlatıldığına göre, Jobalang, Budizm kozmolojisinde mitolojik bir zaman birimidir. Tufan olarak nitelendirilebilecek bu zamanlarda her şey yok oluyor, geriye sadece balçık kalıyor. İşte, bunlardan birinde Buda, yeri eşeleyip balçıktan sekiz tane insan figürü yapmış, nefesini onlara üfleyerek dünyanın dört bir yanına dağılmalarını söylemiş. Ama bakmış ki, günler geçtiği halde kimse kımıldamıyor. Sonunda içlerinden biri zorla konuşarak, Buda'ya, kadınsız yapamayacaklarını, kendilerine eş gerektiğini söylemiş. Buda da onlara yine balçıktan sekiz tane eş yapmış. İşte insanın, kadın ve erkeğin yaratılışı Çin masallarında böyle geçiyor.

    Masala göre sonra bu sekiz çift dünyanın dört bir yanına dağılmış. Önceleri hepsi dış görünüm olarak birbirine benziyor ve aynı dili konuşuyormuş. Fakat farklı bölgelere dağıldıktan sonra, ısıya, iklime, doğa koşullarına göre tenleri farklılaşmış, konuşmaları da değişmiş. Sekiz çiftten kuzeye yönelen bir çift Moğol bozkırlarına yerleşmiş. Burada çocukları olmuş. Hayvancılık yapmaya başlamışlar. Bir gün eşlerden kadın olanı bozkırda koyun sürüsü otlatırken, yavru bir tavşanın koşarak geldiğini görmüş. Tavşan koşarken bir tümseğe çarpmış ve ayağını kırmış. İyi yürekli kadın, tavşanın ayağını sarmış ve onu iyileştirmiş.

    Minik tavşan birkaç gün sonra ailesinin yanına gidip, başından geçenleri anlatmış. Tavşan ailesi de, bu iyiliğin altında kalmamaları gerektiğini düşünerek, lingzhi adlı çok değerli bir otu bulup, tavşanı kurtaran aileye hediye etmeye karar vermiş. Dört bir yana dağılıp aramışlar ve sonunda lingzhi otunu bulmuşlar. Ayağı iyileşen minik tavşan otu kadına götürmüş. Kadın tavşanın hoplaya zıplaya geldiğini görünce çok sevinmiş ve onu kucağına almış. Tavşan otu kadının eline bırakmış. Ot öyle güzel kokuyormuş ki, kadın bir kaç yaprak alıp ağzına atmış. Böyle yapmasıyla yükselmeye başlaması bir olmuş. Yükselmiş, yükselmiş… Bir türlü inemiyormuş. Kocası, çocukları ardından bağırıp, ağlamışlar ama yapacakları bir şey yokmuş. Kadın, kucağındaki tavşanla birlikte Ay'a varmış. İşte, Çinliler Ay'da görüldüğünü düşündükleri peri Chang'e ve yeşil tavşanın oraya nasıl geldiğini bu öyküyle anlatırmış. Kadının kocası çok üzülmüş tabii… Tavşan ailesi onu da karısının yanına Ay'a göndermek için aynı otu bulup getirmiş. Adam, otu yemiş, fakat Ay'a değil Güneş'e yükselmiş. Bundan sonra Güneş'in doğup batması da Güneş'te bulunan kocanın Ay'daki karısını yakalamak istemesiyle açıklanmış. Çin'de pek çok şeyin tanrısı, tanrıçası var. Ay tanrıçası Chang'e bunların içinde en çok bilinenlerden. Çin binlerce yıllık bu efsaneyi, en yeni bilimsel çalışmalarında yaşatabiliyor. Chang'e, aynı zamanda Çin'in Ay Keşif Projesi kapsamında, ikincisini 1 Ekim 2010'da uzaya gönderdiği uyduların da adı.

    "Halk hikâyesi" adıyla anılan bir halk edebiyatı çeşidinin de masalla sıkı ilişkisi var. Bu hikâyeler, modern roman ile eski destanlar arasında yer alıyor. Bu uzun anlatı türü yüzyıllar boyunca sözlü geleneklerde yaşamış. Çin edebiyatında da, romanlara konu olan hikâyeler, yüzyıllarca gezgin hikâye anlatıcıları tarafından korunmuş.

    Hikâye anlatma geleneğini bir süre sonra Budist rahipler sürdürmeye başlamış. Sutra ve jatakalar Budizm'in esaslarını içeren eserler olarak bilinir. Aslında bunlarda anlatılanlar da masal kapsamında değerlendirilebilecek öğretici hikâyelerdir. Bunlar, Budist keşişler tarafından anlatıla anlatıla yayılmış. Keşişlerin kendilerinden önce var olan halk masallarından yola çıkarak anlattıkları hikâyeler, sonradan anlatılacak masalların da çıkış noktası olmuş. İpek Yolu üzerinden Doğu ve Batı dünyalarına yayılan bu masallar değişerek Çin'de başka, Türkiye'de başka anlatılmış olsa da birbirlerine benzeyen birçok tarafları var.

    Türklerin ve Çinlilerin bir süre aynı coğrafyada yaşadığını biliyoruz. Türklerin eski yurtlarında da hikâye anlatma geleneği vardı. Türkiye Türkleri bugünkü yurtlarına gelmeye başladıktan uzunca bir süre sonra, ancak 13. yüzyılda yazılı edebiyat ürünleri vermeye başlamış. Fakat eski yurtlarından getirdikleri sözlü edebiyatlarını yeni yurtlarında da sürdürmüşler. Bunun içinde Türklerin anayurtlarında bir arada yaşadıkları komşuları olan Çinlilerden aldıkları ve atalarından miras kalan geleneklerin toplamı olan bir Orta Asya kültürü göze çarpar. Zaten sonraki dönemlerde de meddahlar, aşıklar, ozanlar Anadolu'da, Çinli hikâye anlatıcıları da Asya'nın öteki ucunda masal anlatmaya devam etmişler.

    Türk masallarına ilişkin en eski bilgiler 13. yüzyılda yaşamış olan Mevlana Celalettin'in eserlerinde bulunur. Mevlana da, aynı Hint Budist sutralarında olduğu gibi, fikirlerini iyi açıklamak için fırsat buldukça hikâyeler, fıkralar, efsaneler, hayvan masalları anlatmış. Anadolu ve Rumeli'de anlatıla anlatıla değişen masalların en eski şekli de yine Mevlana'nın "Mesnevi"sinde görülür.

    Türk halk edebiyatı ve folkloru üzerine çalışmalarıyla tanınan Pertev Naili Boratav'ın özellikle masallarla ilgili önemli araştırmaları olmuş. Sinolog Wolfram Eberhard ile birlikte "Türk Masalları Kataloğu"nu hazırlamış. Okuduğum Çin masallarıyla, Boratav'ın derlediği masallar arasında da benzerlikler görülüyor. Hızır'lar, aksakallı dedeler, masallarda söylenen tekerlemeler, bu masalların gerçekten de ortak kültürümüz olduğunu gösteriyor. Bununla ilgili pek çok örnek var. Örneğin, Kamuran Şipal'in çevirdiği Çin masalı "Tilki Ağabey" ile Boratav'ın derlediği "Tilki ile Çimenci Padişahının Oğlu" masalı aynı motiflere sahip. Her ikisinde de tilki, masal kahramanının sevdiği prensesle evlenmesine yardımcı oluyor.

    Araştırmacılar, bilinen en eski masalların köklerini Hindistan'da bulur. Hindistan'da bulunan ilk yazılı örnek de MÖ 100 ile MÖ 300 yılları arasında derlendiği sanılan "Pançatantra Masalları"dır. Bu masallar dini, felsefi öğretileri yaymak için kullanılmış. Batıda, masalların çocuklar için olduğu anlayışı yaygındır. Fakat Doğu masalları, çeşitli felsefi öğretilerin yayılması için söylendiğinden, yetişkinlere hitap eden özellikler taşıyor.

    En eski masallardan bilinen ikinci örnek, Bakü'den Hindistan'a göç ederek Brahmanların önderi olan Beydeba tarafından kaleme alındığı sanılan "Kelile ile Dimne". Bu masalın da, "Paçatantra Masalları"nın bir çeşitlemesi olduğu görülür. Bunlar, Batı'da Aisopos ve Fransız şairi La Fontaine'in anlattığı masallara da kaynak olmuş. Uygur Edebiyatı'na Çinceden çevrilerek "Altun Yaruk" ismiyle geçen Budist sutrada da bu masalların benzerleri anlatılır. 

    La Fontaine'in masallarını kendi ustalığını katarak çeviren Nazım Hikmet, Pertev Naili Boratav'ın derlediği masalları da kendine göre işlemiş ve yayınlamış. Nazım Hikmet, edebiyatın bütün çeşitlerinin masalla başladığını ve en çok masalı ortak kültür ürünü olarak gördüğünü yazmış. 1935 tarihinde "Yedigün" dergisinde "Başka Diyarların Masalı" diye yazdığı "Dile Gelen Buda" adlı masalı yayınlamış. Bu, bir Çin masalı… Nazım Hikmet, "Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim" romanında, Moskova'da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'nde okurken Çinli şair Aimei Xiao'yla (Emi Siyau) oda arkadaşı olduklarını ve Xiao'nun, tahtadan küçük Buda heykelcikleri yonttuğunu anlatır. Nazım Hikmet'in bu masalı nereden duyduğunu bilmiyoruz, ama büyük ihtimalle heykelcikleri yaparken Xiao anlatmıştı. Masal şöyle:

    O, Tibetliydi, öteki de Tibetli. Her Tibetli gibi, ikisinin de gözleri çekik badem gibi, yüzleri güneş yanığı kızıltılı, elmacık kemikleri çıkık ve saçları kapkaraydı.

    Onun yekpare tahtadan tekerlekli bir kağnısı vardı. Ve bu kağnıyı, kocaman boynuzları kıvrık, iki tüylü öküz, yıldızlı step gecelerinin altında yürek parçalayıcı türküler söyleterek bir tan yerinden öbür tan yerine sürüklerdi.

    Ötekisi bir zengin Moğol tüccarının kızıydı.

    O, bütün ömrünü kağnısının üstünde yıldızlarla baş başa kalarak, insanlardan uzak geçirdiği için konuşmasını unutmuş gibiydi.

    Bir Moğol masal bogatırı gibi yiğit, fakat bir eski zaman Çin prensesi kadar sıkılgandı.

    Ötekisi, babasıyla beyazların şehirlerine yolculuklar yapmış ve bir beyaz kadının bütün kurnazlığını çekik badem gözlerinin ışıltılı karanlığına sindirebilmişti.

    Birbirlerini, birbirlerine tek söz etmeden seviyorlardı. Öteki onun açılmasını bekliyor, O, günden güne taşıdığı büyük sevdayla kendi yüreğine kapanıyordu.

    Tibet'in büyük mabetlerinden birinde Buda'nın bir heykeli vardır. Delikanlılar bu heykele "Dilek Budası" derler. Kırk gün kırk gece karşısında diz çöküp yüreğinden aynı dileği geçirenler sonunda muratlarına erer diye inanırlar.

    O, içinden tapındığı canlı putuna tek söz söyleyemeyeceğini anlayınca, dilekleri yerine getiren cansız Buda'ya söz söylemeden kırk gün kırk gece yalvarmayı aklına koydu. Ve yıldızlı step gecelerinin altında tekerlekleri yürek parçalayıcı şarkılar söyleyen kağnısıyla kocaman boynuzları kıvrık, tüylü öküzlerini sattı, Dilek Budası'nın önünde diz çöktü.

    Günler ve geceler birbiri peşinden akıp geçtiler. Artık onun gözü, önünde diz çöktüğü Buda'yı bile göremiyordu. Öyle kendinden geçmiş, öyle yüreğinin içindeki dileğe gömülmüştü.

    Kırkıncı gece. Mâbedin içi alaca karanlık. O, iki saatlik bir ayrılıktan sonra Buda'nın önünde yine diz çökmüş. Gözleri kapalı.

    Kırkıncı gece. Son gece... Kırk gün susmuştu. Kırk gün içindeki dileğin Buda'ya sözsüz malum olmasını istemişti. Fakat bu sonuncu gece dayanamıyor işte. Haykırmak arzusu yakıyor yüreğini. Haykırmak arzusu bir yüreği yakınca ne olur? Yanan yürek haykırır...

    O da haykırdı:

    - Seviyorum! Çıldırasıya, ölesiye, geberesiye seviyorum.

    Birdenbire kapalı gözlerinin üstünde bir elin dolaştığını duydu. Ürpererek açtı gözlerini. Dilek Buda'sı elini uzatmış, yüzünü okşuyor ve şöyle konuşuyordu:

    - Sevginde yalnız değilsin, oğlum, seviliyorsun. Yarın son yıldız gökyüzünde sönerken git sevdiğini bul ve hiçbir söz söylemeden sarıl boynuna...

    Onunla ötekisinin düğün gecelerinde dedikoducu ağızlar şunları söylediler:

    - Kız parayla mabedin sahiplerini kandırmış. Dilek Budası'nı yerinden kaldırtıp kendisi onun biçimine girmiş ve ona böylelikle cesaret vermiş...

    Bu dedikoduya inananlar da oldu, inanmayanlar da... Siz de ister inanın, ister inanmayın..."

    Kafdağı'nın ardından La Fontaine'in yurduna kadar ulaşan ortak kültür ürünü masallar, eski çağlardan beri ütopyalara ışık tutmuş, iyiyi, doğruyu aramış. Çin masallarını okumak da hem onlarda kendi kültürümüzden izler bulmamızı, hem de geçmişten gelen bu zenginliğin Asya'nın iki ucunu birleştirmesini sağlayacak.

İlgili Haberler
Yorumunuzu Gönderin
Çin-Türkiye ilişkilerinde yeni kilometre taşı
Çin-Türkiye ekonomik ilişkilerinde yeni bir dönem başlıyor. Türk Lirası, Çin finans dünyasına ayak bastı.
Çinli kulüpler büyük transferlerine devam ediyor

Chelsea'nin yıldız orta saha oyuncusu Oscar, 60 milyon avroya Çin'e gelmeye hazırlanıyor. Peki Çinli kulüpler yabancı futbolcular için ne kadar para ödüyor? Bu sorunun cevabı ve haftanın ekonomi gündemine genel bir bakış için Ekodiyalog'a kulak verin.

Diğerler>>
Çin'de 2016'da neler konuşuldu? (1) (Çin Mahallesi)
Çin'de 2016 yılında gündemde neler vardı? Çinlilerin en çok dikkatini çeken gelişmeler nelerdi? Çin Mahallesi'nin sakinleri, 2016'yı nasıl geçirdi?
Çin'in 5. büyük icadı 24 Sezon nedir? (Çin Mahallesi)
Çinlilerin günlük hayatına yön veren bir takvim sistemi olan 24 Sezon'a kâğıt, pusula, matbaa ve baruttan sonra Çin'in 5. büyük icadı diyenler de var. UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi'ne alınan 24 Sezon, bir kez daha gündemde.
Diğer>>
• Biliyor Musun Bilmiyor Musun (07-01-2015)
• Biliyor Musun Bilmiyor Musun (19-11-2014)
• Biliyor Musun Bilmiyor Musun (05-11-2014)
• Biliyor Musun Bilmiyor Musun (08-10-2014)
• Biliyor Musun Bilmiyor Musun (24-09-2014)
Diğer>>
Anket
Soru-Yanıt
  • Nükleer Güvenlik Zirvesi'nde Çin'in gücü ortaya kondu

  • Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping 31 Mart-1 Nisan günlerinde ABD'nin başkenti Washington'da düzenlenen ve dünyanın odaklandığı Nükleer Güvenlik Zirvesi'ne katıldı.
    Diğer>>
    İzleyici Postası
  • Koyun yılınız kutlu olsun (Pınar Koçak)

  • Koyun Yılının en güzel müjdeler, en güzel sürprizlerle kapınızı çalması dileğiyle...
  • Çin kadınlarına (Ali Güler)

  • Düşlerimde gelir bir güzel bana, alır götürür beni uzak bir diyara...

    Diğer>>
    Linkler
    © China Radio International.CRI. All Rights Reserved.
    16A Shijingshan Road, Beijing, China