Her yanda sulama kanalları ve bambu ağacından yapılmış ilkel bostan dolapları, suları cömertçe etrafa dağıtıyordu. Ötede beride sarımtırak kerpiçten evleri görünen köylerde, birkaç ağaç kümesi yükseliyor, bunların arasından yaşlı elma ağaçları, Normandiya ovalarına gölge düşürmeyecek bir güzelliği sergiliyordu."
*
Çin'i anlatan pek çok seyahatname var. Fakat bu cümleler bir seyahatnameden değil. Ünlü yazar Jules Verne, bunları Çin'in 19. yüzyıldaki durumunu betimlerken yazmış. Çin'i anlattığı romanının adı, "Çin'de Bir Çinli'nin Başına Gelenler".
Romanda Çin'in çeşitli yerleri öyle ayrıntısıyla anlatılıyor ki, okuyan Jules Verne'in Çin'de gördüklerini aktardığını sanabilir. Fakat o, Çin topraklarına hiç ayak basmamış…
Jules Verne Türkiye'ye de hiç gitmemiş. Fakat 19. yüzyıldaki Osmanlı Türkiyesi'ni anlattığı bir romanı var: "İnatçı Keraban".
*
Jules Gabriel Verne, 8 Şubat 1828'de Fransa'nın liman şehri Nantes'da dünyaya gelmiş. Babasının yolundan gidip avukat olması için ailesi onu Paris'e göndermiş. Genç Verne, burada kendini Paris edebiyat çevresi içinde bulmuş. "Üç Silahşörler"in yazarı Alexander Dumas onu yazması için yüreklendirmiş. Jules Verne de, hukuk kariyerinden vazgeçerek şiir ve oyun yazmaya başlamış. Ünlü bir yazar olmayı düşlüyormuş… Tabii, oğlunun kendisi gibi avukat olmasını isteyen babası bunu pek hoş karşılamamış ve maddi yardımı kesmiş.
Jules Verne, oyun yazarı olarak Theatre Lyrique'de çalışmaya başlamış. Ek gelir sağlamak için bir Fransız dergisinde bilimsel ve tarihi konularda makaleler yazıyormuş. Bunları yazabilmek için Paris kütüphanelerinde jeoloji, mühendislik ve astronomi okuyarak saatlerce araştırma yapmış. İşte onu bütün dünyaya tanıtacak tarzı şekillendiren de bu araştırmalar ve izlediği bilimsel yayınlar olmuş. Giderek, teknik konularda edindiği bilgileri, gerçekle kurgunun karışımı olan bir romanda kullanabileceğini düşünmeye başlamış.
*
Bu arada ünlü yayıncı Pierre Jules Hetzel ile tanışma şansı bulmuş. Verne'i bilimsel, teknik ayrıntılarla süslenmiş, hızlı gelişen serüvenlerin konu edildiği öyküleme tarzına yönlendiren, yayıncı Hetzel olmuş. Hayallerinin ona iyi para kazandıracağını gören Verne de buna pek direnmemiş.
Jules Verne'in romanları, önceleri Hetzel'in dergisinde çıkmaya başlamış. Bu yayınların çok okunması ve beklenmedik ticari başarılar sağlaması üzerine, İngiltere'de benzer bir dergide ilk İngilizce çevirileri yayınlanmış. Fakat bu çeviriler gelişigüzel ve kaba özetler şeklindeymiş.
*
Jules Verne, öngörüleriyle ve yapıtlarında daha sonra icat edilecek araçlardan söz etmesiyle biliniyor. Fakat bunları sadece düşünsel bir girişim olarak görmüyor, bilimsel kurallarla temellendiriyor. İşte Verne'in edebiyata getirdiği yenilik de bu. Örneğin, "Dünya'dan Ay'a" romanındaki öngörüsü çok şaşırtıcı… Romanda uzay aracını fırlatma sahası olarak seçtiği yer, Florida'da şimdi uzay üssünün bulunduğu Cape Canaveral'a çok yakın. Ayrıca, bu romanda yerçekiminden kurtulmak için gereken ilk hızın ne olduğu da yazıyor. "Ay'ın Çevresinde" adlı kitapta yerçekimsiz ortamı gerçeğe uygun şekilde betimliyor ve uzay aracının atmosfere girdiğinde bir ateş topuna dönüşmesinden, Pasifik Okyanusu'na inişinden söz açıyor. Bu yer de Apollo 11'in 1969'da iniş yaptığı yerin sadece 5 kilometre yakınında…
*
Jules Verne'in kitapları sinema filmlerine, çizgi filmlere konu olmuş. En çok "Deniz Altında 20 Bin Fersah" ve "80 Günde Devriâlem" ilgi çekmiş. Yapıtlarının çoğunda olduğu gibi bu romanlarında da yolculuklar öne çıkıyor. Anlattığı yolculuklarda mutlaka kendi deneyimlerinden izler var. Fakat başka yazarların yapıtlarından da etkilenmiş. Sözgelimi, "80 Günde Devriâlem"in yazılışında Süveyş Kanalı'nın açılmasıyla ilgili bir makale ve Edgar Allan Poe'nun "Bir Haftada Üç Pazar" adlı kısa öyküsü etkili olmuş. Poe bu öyküde, sürekli doğuya giderek dünyayı dolaşan birinin belli bir yerden sonra bir gün kazanacağını vurguluyor.
*
Jules Verne ne bir bilim adamı, ne de bir mühendis. Fakat yapıtları öyle sağlam ve tutarlı temeller üzerine oturtulmuş ki, kendisinden sonra gelen birçok bilim adamı ve araştırmacıya esin kaynağı olmuş.
Ama bu, onun bilim ve teknoloji saplantısı olduğu anlamına gelmiyor. Zaten yayıncısının 1886'da ölümünden sonra yayınlanan kitaplarının çoğunda, bilim ve teknolojinin kapitalist sistemle ortaya çıkaracağı dünyayı sorgulayan bir bakış açısı görülüyor. 1879'da yazdığı "Begüm'ün Talihi"nde ilk kötü niyetli bilim adamı karakterini yaratmış. Romandaki Herr Schultze, ileri teknolojiye dayalı silahların üretildiği bir fabrika kuran Alman bilim adamıdır. Jules Verne, bu karakterle gelecek yüzyılda ortaya çıkacak olan askeri-sanayi kompleksini de önceden canlandırmış gibidir…
*
Verne son romanlarında, yıllarca önce gerçekleşeceğini öngördüğü icatlar gibi, çevre sorunlarını ve bazı toplumsal olumsuzlukları da işler. Örneğin, "Uskurlu Ada"da, yerli kültürü yok eden sömürgeci politikacılar ile misyonerlerden, "Buzdan Sfenks"te yakın gelecekte balina neslinin tükeneceğinden ve "Bir Eksantriğin Vasiyeti"nde petrole dayanan sanayinin kirlenmeye yol açacağından söz eder. "Kuzey Kutbu'nun Satın Alınışı" adlı kitabında da, devasa bir topun patlatılmasıyla dünya ekseninin açısı değiştirilmeye çalışılır. Tek amaç, kutuplardaki buzları eritip zengin mineral yataklarını ortaya çıkarmak ve bunlardan para kazanmaktır.
*
Jules Verne, 1876 yılında bir yat alıp Avrupa çevresinde yolculuklar yapmış ve 1886 yılında evine dönmüş. 1888 yılında politikaya girmiş ve milletvekilliği yapmış. 24 Mart 1905 tarihinde 78 yaşında ölmüş. Ölümünden sonra mezarının başına dikilen heykelde, bir elini yıldızlara uzatmış halde tabutundan kalkarken betimlenmiş.
*
Jules Verne, Çin'i anlattığı romanını 1879 yılında yazmış. "Çin'de Bir Çinli'nin Başına Gelenler" romanının kahramanı, babasından kalma zenginliğiyle varlık içinde yaşayan Kin Fo adlı kişidir.
Zengin Kin Fo, mutlu olabilmek için her şeye sahiptir ve evlenmek üzeredir. Evleneceği kadını sevmektedir, fakat bu onu mutlu etmeye yetmemekte, hiçbir şeyden heyecan duymamaktadır. Bir gün servetinin tamamını kaybettiğini öğrenir. Evleneceği kadını mutsuz edeceğini düşünerek ölmeye karar verir. Fakat kendini öldürme fikri de onda korku ve heyecan uyandırmaz. Başka birinin onu öldürmesini bekleyerek heyecan duyabileceği düşüncesiyle, babasının da arkadaşı olan, her zaman fikir danıştığı filozof Wang'dan yardım ister. Wang öneriyi kabul eder ve Kin Fo'yu öldüreceğini söyler. Bu arada Kin Fo servetinin kurtulduğunu öğrenir, fakat kendisini öldürmesi için anlaştığı Wang ortadan kaybolmuştur. Ülkesindeki bir Amerikan sigorta şirketine yüklü bir primle hayat sigortası yaptırır ve Wang'ı bulmak için yola çıkar. Hayatta kalmak için onu bulmak zorundadır. Kin Fo'nun Wang'ı bulmak için neredeyse bütün ülkeyi dolaştığı bu yolculuğu, mutluluğu bulmak için yaptığı kişisel bir gezi halini alır.
*
Kitapta, romanı şekillendiren Çin felsefesinden, 19. yüzyılda Çin günlük yaşantısından kesitlere, yiyeceklerden müziklere, siyasi gelişmelerden geleneklere kadar, Çin'le ilgili pek çok şey gerçeğe uygun şekilde anlatılıyor.
Jules Verne, Çin felsefesinin odağı olan düşünceyi Çin'le ilgili romanının merkezine başarıyla yerleştirmiş: Her şey kendi olumsuzunu içerir, ya da karanlık olmadan aydınlık olmaz. Çin'de felsefe okulları çeşitli konularda tartışmaya girmişler, fakat değişmeyen tek anlayış bu olmuş. Jules Verne'in romanı da bu yin-yang anlayışıyla şekillenmiş: "Mutsuzluğu tanımadan mutlu olunamaz."
Zaten, Kin Fo'nun serüveni de, Shanghai'da bu düşünceyi vurgulayan bir falla başlıyor. Falcı, üzerinde tanrıları, insanları ve hayvanları temsil eden figürler bulunan 64 kartla açılan bir fala bakıyor. Kitapta bu yazmıyor, fakat 64 kart olduğuna göre bunlar I Ching kartları olsa gerek… Falcı kartları yere yayıyor, sürekli yanında taşıdığı bir kuşu kafesinden çıkarıyor. Kuşun seçtiği kart, fala baktıranın kaderi oluyor. Kuş da bir pirinç tanesiyle ödüllendiriliyor. İşte Kin Fo'nun bu şekilde açılan falındaki kartta, yakın gelecekte birkaç sınavdan geçeceği, ancak ondan sonra on bin yıl sürecek bir mutluluktan yararlanacağı yazıyor.
*
Romanda öne çıkan noktalardan biri de Çin'in o dönemdeki siyasi durumu. Jules Verne, bunu da gerçeğe uygun şekilde anlatmış. Romanda pek çok ayrıntıyla birlikte, İngiliz, Amerikan ve Fransız işgali de yer alıyor. Gerçekten de 19. yüzyıl, Batılı devletlerin Çin'i sömürgeleştirmeye çalıştıkları bir yüzyıldı. Çin'in bu yüzyılı "Afyon Savaşları"yla anılıyor. Afyon ticareti, Çin'in dış ticaretinin bir parçası olarak, 1800'lerden itibaren artış göstermeye başlamış. Bunun nedeni de Batı'nın Çin mallarına, özellikle çaya olan talebinin artması olmuş. Fakat bu talebi karşılamak ve bunların bedelini ödemek Batı'lı devletler için zordu. Çözümü, yine sömürgeleştirmeye çalıştıkları Hindistan'ın afyonunda buldular. Bunu sadece İngilizler değil, Amerikalılar ve başka yabancılar da satıyordu. Karşılığında aldıkları gümüşleri yine Guangzhou ve Shanghai'da bankaya yatırabiliyorlardı. Böylece toplanan gümüşle de aldıkları çayın parasını sözde meşru bir şekilde ödemiş oluyorlardı. Hem ceplerinden bir şey çıkmadan almak istediklerini alıyorlardı, hem de sattıkları afyonla bu ülkenin insanlarını sersemletip daha ileri gitmenin yollarını arıyorlardı.
Fakat Çin'de uyuşturucu ticareti yasaktı. 1841 ve 1857 yılında yapılan Birinci ve İkinci Afyon savaşlarından sonra, Çin yönetimi iyice zayıfladı ve işgalcilerin istediklerine boyun eğip anlaşmalar imzaladı. İşte Jules Verne bunlardan romanın bir yerinde şöyle söz ediyor:
"O sırada birkaç yabancı gemi limana gelmişti; çoğunluğu Birleşik Krallık bandıralı gemilerdi. Açıkça söylemek gerekirse, on gemiden dokuzu afyon yüklüydü. İngiltere'nin Çin'e soktuğu bu zehir, bu sersemletici madde yüz altmış milyon frangı aşan bir ticaret hacmi yaratır ve bu işten yüzde üçü bulan bir kâr elde edilir. 1841 savaşı ve Nanjing Anlaşması, İngiliz mallarının içeriye girişini serbest bırakmış, dolayısıyla ticaret prenslerine kazanç kapısı açılmıştır."
*
Jules Verne, o dönemde Shanghai'ın Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlar tarafından üç parçaya bölünüp sahiplenildiğini ve Kanton adıyla andıkları Guangzhou'daki işgallerini de anlatıyor. Çin entarileri giyinmiş atkuyruklu saçları ve yelpazeleriyle Katolik papazlara, Avrupalı tüccarların işlerini gören kompradorlara da değiniyor. Jules Verne, Fransız toplarınca harabeye çevrilen yıkıntıları, Yangtze ve Huang Pu ırmaklarının çevresini, ara sokakları sanki oraları görmüş gibi betimliyor.
*
Romanda, binlerce Çinli'nin Amerika'ya ucuz işgücü olarak götürülmelerinden de söz edilmiş. Bunlar Amerika'ya çok ucuza mal olduğundan göçmen nakliyatı için kumpanyalar kurulmuş. 19. yüzyılda gerçekten yapılan bu göçmen ticaretinin en iç burkan kısmı da Jules Verne tarafından etkili bir şekilde anlatılıyor. Amerika'ya giden Çinliler yurtlarını bir şartla terk ediyordu: Öldükten sonra ölülerinin doğdukları topraklara geri gönderilmesini ve orada gömülmesini istiyorlardı. Bu, imzaladıkları sözleşmelerde yer alan bir koşuldu. Kumpanyalar bu açıdan göçmenlere karşı sorumluydu. İşte bunun için "Ölüler Acentesi" kurmuşlardı. Bu acente, Çinlilerin ölülerini yükleyip taşımayı üstlenmişti. Romanda, tıka basa ölü yüklü gemilerin San Francisco'dan kalkıp Shanghai ve Hong Kong'a geldiği yazıyor.
*
Romanın bir yerinde son imparatoriçe Ci Xi'den de söz edilmiş. Kin Fo, nişanlısı Le U ile evlenmek üzereyken, son imparatoriçenin öldüğü haberi geliyor ve nikâh yarım kalıyor. Aslında Ci Xi, Jules Verne'den sonra, 1908'de ölmüş. Fakat Jules Verne bu konuda yazarlık özgürlüğünü kullanmış.
*
Roman kahramanı Kin Fo, ülke içinde çölleri aşıyor, nehir yolculukları yapıyor, denizde pek çok tehlike atlatıyor, neredeyse tüm eyaletleri dolaşıyor. Hayat sigortası yaptırdığı Amerikan sigorta şirketinin görevlendirdiği korumalar da bu yolculukta hep onunla birlikte... Romanın sonunda filozof Wang'ın aslında Kin Fo'yu öldürme niyetinde olmadığı, sigorta şirketinin göstermelik korumalarının nasıl sadece kendi çıkarları için hareket ettikleri ortaya çıkıyor. Kin Fo da, nişanlısı Le U'yu ve yaşamayı ne kadar çok sevdiğini anlıyor.
*
Jules Verne'in 19. Yüzyıl Türkiyesini anlattığı "İnatçı Keraban" da bir yolculuk romanı. Romanın kahramanı inatçılığıyla ve yeniliklere karşı olumsuz tavrıyla tanınan, yine zengin bir tütün tüccarı: Keraban Ağa. Keraban Ağa'nın Hollandalı arkadaşı, tüccar Van Mitten ve uşağı, onu ziyaret etmek için İstanbul'a gelir. Keraban Ağa onları Üsküdar'daki evine yemeğe davet eder. Karşı kıyıya kayıkla geçmek zorundadırlar. Fakat tam kayığa binmek üzereyken, karşıya geçiş için kişi başına on para vergi konur. Keraban Ağa inat eder ve bu vergiyi ödemek istemez. Karar verir: Karşı kıyıya bütün Karadeniz'i çepeçevre dolaşarak geçeceklerdir!
Keraban Ağa'yı deniz tutar, yeniliklere karşı olduğu için tren yolculuğunu da istemez. Konuğu Van Mitten'i de yanına alarak inat için atlı araba ile çıktığı yolculuğuna başlar. Bu arada yeğeni Ahmet, Keraban Ağa ile çalışan bankerlerden Selim'in kızı Amasya ile evlenmek üzeredir. Keraban Ağa'yı düğün için Odesa'da beklemektedirler. Romanın kötü kahramanı Saffar Ağa da Amasya'yla evlenmek istediği için kızı kaçırma planları yapmaktadır.
*
Jules Verne, Hollandalı Van Mitten'in bir Ramazan günü İstanbul'a gelişini, kentin sessizliğini, orucun insanlar üzerindeki etkisini, meydanları, camileri, her şeyi öyle iyi anlatmış ki, bunları okuyunca onun İstanbul'u kendi gözleriyle gördüğü sanılabilir.
Yol boyunca kahramanların, Edirne'den çıkıp Balkanlar'da gördükleri şehirleri, yolları, Kafkasya'yı, Karadeniz kıyısındaki şehirleri, en önemli özellikleriyle ve mitolojik geçmişleriyle birlikte anlatmış Jules Verne. Hiçbir ayrıntıyı atlamamış, tüm bilgileri titizlikle yerli yerine oturtmuş.
Bu romandaki yolculuk da, karşı kıyıya on para vermemek için geçen Keraban'ın ve diğer kahramanların kişisel dünyalarındaki yolculuklarla birleştirilmiş. Keraban, yolda karşılaştıkları zorluklarda, inatçılığın bazı durumlarda ona ve yakınlarına zarar verdiğini görmüş. Nişanlı çift, Ahmet ve Amasya, evliliklerini tehlikeye düşüren durumlar karşısında birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini anlamışlar. Hollandalı Van Mitten de, terk etmek üzere olduğu karısının kıymetini anlamış.
*
Kahramanlar Karadeniz çevresini dolaşıp Üsküdar'a ulaştıklarında, bir sorun daha çıkar. Ahmet ve Amasya'nın evleneceği nikâh dairesi yine karşı kıyıdadır ve konan vergi hâlâ yürürlüktedir. Keraban'ın vergiyi ödemeye gene niyeti yoktur. Fakat bir daha haftalar süren bir yolculukla Karadeniz çevresini dolaşarak karşı kıyıya ulaşmayı da göze alamaz. Bu defa Keraban'ın yardımına yazar Jules Verne yetişir. Kıyıdan Kız Kulesi'ne bir halat bağlanır, oradan da karşı kıyıya bir halat atılır. Dönemin ünlü cambazı bir el arabasıyla Keraban'ı karşıya geçirir. Böylece nikâh kıyılabilir.
*
Jules Verne, Çin'e ve Türkiye'ye hiç gitmemiş. Fakat her iki romanda da okurları bu ülkelere davet ediyor. "İnatçı Keraban" romanı şu cümlelerle bitiyor:
"İstanbul'a gelen yabancılar artık, Osmanlı İmparatorluğu'nun payitahtının en olağanüstü ilginçliklerinden biri olarak, inatçı Keraban'ı da ziyaret etmeyi asla ihmal etmiyorlar."
"Çin'de Bir Çinli'nin Başına Gelenler" romanı, kahramanı Kin Fo'nun nişanlısı Le U ile evlenmesiyle bitiyor. Bu romanın son cümleleri de şöyle:
"Yaşamda bin ve on bin mutluluk onları bekliyordu!
Bunu görmek için Çin'e gitmek gerekir!"