Bu gün beş bin yıllık Çin bastı 61 yaşına.
Pekinde geçilmiyor türkü sesinden.
Yollara döküldü millet
yediden yetmişine…
İşte yine Çin'in Ulusal Bayramı 1 Ekim geldi. Çin halkının ayağa kalkıp dev adımlarla yürümeye başlamasının bir yıldönümü daha kutlanacak. Bu yılki, 61. kutlama…Onun için şairin izin vereceğini düşünüp 4 yaşını 61 yaşına çevirdim.
*
Geçen yıl yapılan 60. yıl kutlamaları çok görkemli olmuştu. Atatürk'ün Cumhuriyet'in 10. yılı kutlamalarında Türk milletine seslenirken söylediği gibi, ebediyete akıp giden her on yılda bir, Çin de büyük kutlamalar yapıyor. Bu yıl, yuvarlak sayılardan birine denk düşmediği için kutlamaların ihtişamı o kadar büyük olmayabilir. Ama bu, coşkusunun daha az olduğu anlamına gelmiyor.
*
Bu yıl 1 Ekim'in yıldönümünü büyük şairimiz Nazım Hikmet'in Çin'deyken veya Çin'i düşünerek yazdığı şiirlerle anmak istiyorum. Büyük şairimiz, her şeyin büyük bir hızla değiştiği Çin'in bugününü daha 58 yıl önce görmüş. Bence Çin'deki muazzam hareketi onun şu dizelerinden daha iyi anlatabilmek çok güç:
Kun-Min'de bir gemi var, teknesi taştan.
Yelkenleri rüzgar dolu Çin'de
bir o kımıldamıyor
*
Nazım Hikmet Çin'e 1952 yılında gelmişti. 1 Ekim kutlamalarında Beijing'de olup olmadığını saptayamadım. Çoğu yerde, Beijing'e 25 Haziran'da gittiği ve ilk kâlp krizini Çin'in başkentinde geçirdiği yazıyor.
Ama başka bir yerde, Nazım Hikmet'in 1952'nin Ekim ayında arkadaşı Xiāo Àiméi'yi görmek için Pekin'e gittiği yazılı. Xiāo Àiméi'nin Batı'da, adı öne soyadı arkaya gelecek şekilde takdim tehir edilerek "Emi Siau" olarak telaffuz edilip yazılan adını, çoğumuz şairin "Jakond ile Si-Ya-U" adlı şiirinden biliriz. Ailesi tarafından konan adı Xiangxiang imiş. Sonra Xiāo Sān adını almış. Àiméi adını sonraları kullanmaya başlamış. Ama Çin'de Xiāo Sān adıyla tanınıyor. Enternasyonal marşının sözlerini 1920'li yıllarda ilk kez Çinceye çeviren kişi de o. 1896 ile 1983 yılları arasında yaşayan Àiméi Xiāo ile 2001 yılında 90 yaşında ölen eşi Eva'nın mezarı, benim çok yakınında oturduğum Babaoshan Devrimciler Mezarlığı'nda bulunuyor. Nazım Hikmet, "Jakond ile Si-Ya-U"yu yazdığı zaman Emi'nin Shanghai'da öldürüldüğünü sanıyordu.
"Şang-Hay büyük bir limandır,
mükemmel bir liman.
Gemileri daha kocamandır
boynuzlu bir Mandarin konağından.
Vay vaaay!
Ne acayip yer be Şang-Hay..."
Ölmediğini öğrenmek, büyük şairimizi kimbilir ne kadar sevindirmiştir. Àiméi Xiao, Mao Zedong'la birlikte öğrenim görmüştü. Zhou Enlai gibi, o da Fransa'ya giden Çinli devrimciler arasındaydı.
Sevgilisinin peşinden gitmiş ve tâ Çin'de yakılmış Floransalı Jokond... Her zaman zorla gülen o Jakond, yanarken içtenlikle gülümsüyormuş... Eva'nın mezartaşındaki resminde Mona Lisa'nın tebessümünden izler arayanlar muhakkak bulacaktır.
*
Nazım Hikmet'in Ekim ayında Çin'de bulunduğunu doğrulayacak bir kaynağa rastlayamadığımı söylemiştim. Ama Çin'de çekilen de resmi pek yaz aylarında çekilmiş gibi durmuyor. Üstelik Çin'de yazdığı şiirde Tiananmen Meydanı'ndaki kutlamaları anlatıyor.
"Büyük şair orada bulunmasa da, o görkemli kutlamaları hissetmiştir" denebilir.
Evet, yazdığı başka bir şiirden de, ilk kez Çin'de tekleyen kalbinin yarısının hep bu ülkede olduğunun bilindiği, pırıl pırıl bulduğu Çin insanlarını hep yüreğinde hissettiği, Sarı Nehre doğru akan orduyu nasıl yüreğinde duyuyorsa, orada olmasa bile Tiananmen Meydanı'ndan geçen yüz binleri de gönül gözüyle gördüğü söylenebilir. Fakat şiiri okuyunca, Yazlık Saray'daki taştan tekneyi nasıl gözleriyle görmüş olduğunu hissedebiliyorsak, Tienanmen'da kutlanan bayramdan söz ederken de, onun o insanları kendi gözleriyle gördüğünü sezebiliyoruz.
*
Büyük şairimiz "Çi-Çun-Çin" başlığını koyduğu şiirinde gözümüzde farklı sahneler canlanıyor. Yazlık Saray'daki Kunmin Gölü'nün kenarında bulunan Taş Gemi'den, 1 Ekim'de Tiananmen Meydanı'nda Sun Yat Sen'in dev portresinin yanından geçen işçilere kadar birçok görüntüyü zihnimizde gerçekten de izleyebiliyoruz.
Bu yıl da kutlamalar sırasında, Tiananmen Kulesi'nin altındaki kapının üzerine asılı Mao Zedong portresinin karşısına Sun Yat Sen'in resmi yerleştirilecek. Çin'e büyük onur kazandıran bu iki büyük önderi, kutlamaları Bolşevik İvan'ın gözüyle seyreden Nazım Hikmet'in şiirinde de görüyoruz.
*
Kun-Min'de bir cennet köşkü Çi-Çun-Tin,
Zalim Sı-Si sapsarı gelir, ilkbahara burdan bakardı.
Ben de baktım. Sandallar geçti arasından nilüferlerin:
"Doğuda Şafak" türküsünü söylüyorlardı.
*
Burada geçen "Doğuda Şafak" türküsü, "Dong Fang Hong" olmalı. Bu türkü Türkiye'de daha sonra "Doğu Kızıldır" adıyla tanındı. Sözleri, Doğu halklarının ayağa kalkışını ifade eden ünlü "Doğu Kızıldır" sloganına uygun olarak yazılmış. Çünkü aslı, bir Shaanxi halk türküsü. Uygurca çevirisi "Şerk Kızardı, Kün Çıktı/Cungguo'dan çıktı Mao Zedong" diye başlıyor. Uygurlar Çin'i, Çince ismiyle, yani "Orta Ülke" anlamına gelen "Zhongguo" adıyla anıyor. Sanırım Nazım Hikmet, Uygurcasında "Şerkte Şepek", bizim söyleyişimizle "Şark'ta Şafak" sözü geçtiği için türkünün adını "Doğu'da Şafak" olarak anıyor. "Doğu Kızıldır", 1952'deki gösterilerde de söylenmiş.
*
Nazım Hikmet'in, şiirinin Taş Gemi başlığını koyduğu bölümü de şöyle:
Kun-Min'de bir gemi var, teknesi taştan.
Yelkenleri rüzgar dolu Çin'de
bir o kımıldamıyor
bir o keder içinde.
*
Nazım Hikmet burada, Başkent Beijing yakınlarındaki Yazlık Saray içinde yer alan Kunming gölündeki mermer gemiden söz ediyor. Bu gemiye Beijing'liler "Aptal Gemisi" diyor. Çünkü, Nazım Hikmet'in şiirde "Zalim Sı-Si" olarak andığı son imparatoriçe Ci Xi, bu gemiyi doğum gününü kutlamak amacıyla Çin deniz kuvvetleri için ayrılan parayla yaptırmış. O yüzden Japonlarla yaptıkları savaşta yenilmişler. Herşey kıpır kıpırken sadece aptal ve taştan bir geminin kımıldamaması da doğal....
*
Şiirin Oymalara Dair başlıklı bölümü, dört dizesiyle Çin emekçilerine bir güzellemedir:
Van Şe-Sen'de mermer, karaağaç, fildişi,
İpekleşmiş ustaların kahraman ellerinde.
Gördüm: bu metin inceliğin bir eşi
mavi işbaşı elbiseli Pekin güzellerinde.
*
1.10.52 ve Bolşevik İvan başlıklı bölüm ise tarih düşürmesiyle bile Tiananmen Meydanı'ndaki 1 Ekim kutlamalarını anlatır:
Pırıl pırıl insan aktı Tyan-Min Meydanı'ndan.
En çorak topraklar bu nehirle bereketlenir.
Bayramı seyretti Sun Yat-Sen'in yanından
kışlık sarayın ilk şehidi bolşevik İvan.
*
Nazım Hikmet'in, 1 Ekim günü için değil, ama bir ay sonrasına, yani 1 Kasım gününe tarihlediği ve Kore'ye gönderilen Türk askeri Ahmet'e seslendiği şiiri çok dokunaklıdır. Çin halkının, Kore'ye yardım için gönüllüler göndermesine karşılık, Türkiye'deki iktidarın Mehmetçiği işgalcilere yardım gücü olarak göndermesi Nazım Hikmet'i çok etkilemişti. "Mektup" adlı uzun şiir yeni Çin'in başkentinden bazı sahnelerin betimlenmesiyle başlar:
Bugün Çarşamba, Kasımın biri.
Bu gün beş bin yıllık Çin bastı dört yaşına.
Pekinde geçilmiyor türkü sesinden.
Yollara döküldü millet
yediden yetmişine,
hepsin de mavi işbaşı elbiseli.
Pekinde fağfur kulelerde güneş
kırmızı sütunlarında ak güvercinler.
*
Bu uzun şiirde, Çin halkının Kore'ye neden gönüllü gönderdiği de anlatılır ve Ahmet'e sorulur: "Ya sen neden oradasın?"
Li-Çan-Çen'le konuştum, Ahmet,
Hunan köylülerinden.
Uzun aksakallı tel tel,
alnı Çin yazısı gibi kırışık.
Dedi ki bana:
toprağım yoktu,
var.
öküzüm yoktu,
var.
insandan sayılmazdım,
insanım artık.
Daha da güzel günler göreceğiz, diyorlar,
yalan değil.
göreceğiz.
İşte ben
Li-Çan-Çen
yoklar geri dönmesin
varlar yok olmasın
daha da güzel günler görelim diye
oğlumun birini okula yolladım
öbürünü Kore'ye...
Li-Çan-Çenin oğlu bu yüzden orda,
ya sen?
Li-Çan-Çen oğlunu neden gönderdiğini biliyordu, oğlu da neden gittiğini biliyordu. Ama kendisine sorulmadan gönderilen Ahmet oraya ne yapmaya gittiğini biliyor muydu?
Pekin günlük güneşlik,
Korede yağmur mu yağıyor Ahmet?
Yüzükoyun sürünüyor musun çamurda
peşince namlunun?
Elâ gözlerin dumanlı,
kabarmış damarları alnının
kimi öldürmeğe gidiyorsun?
1952 yılının Haziran ayı ortalarında Türk birliklerinden 5'i subay, 3'ü astsubay, 226'sı er toplam 234 askerimiz esir düşmüştü. Bunlar daha sonra Nazım Hikmet'i sesini duydular. Ama Koredeki askerlerimizin çoğunun duymasına imkan yoktu. Fakat duysalardı ne düşünürlerdi acaba? Onların ne düşüneceklerini büyük şairimiz çok iyi biliyor:
Yedi deniz ardında kaldı Anadol
hane halkıyla beraber.
Onlar bu yıl vermedi vergiyi.
öldü sarı öküz,
dayı oğluna göründü gurbet
kimi öldürmeğe gidiyorsun Ahmet?
Yedi deniz ardında kaldı Anadol
Köy halkıyla beraber.
Onlar bu yıl toprak istedi Ali bey çiftliğinden.
Dövüşüldü candarmalarla.
Dursun vuruldu,
yaralandı koca anan,
hapise düştü millet.
Kimi öldürmeğe gidiyorsun Ahmet?
Şu ellerine bak,
sapanın sapından koparılan ellerine.
Akşamları sofrada, çıra ışığında
bazlamayı bölen onlardı.
Sarı öküzün ve Ayşe kızın yüzünü
onlar aynı şefkatle okşardı,
ve ağanın karşısında çaresizlikten, öfkeden,
enseni kaşırlardı.
Köy kıyısından geçen yolculara
kaç kere yol gösterip su verdiler
ve en kederli.
en yorgun
en tembel günlerinde senin
senden ayrı yaşayıp düşünmekte devam ederdiler.
Onlar,
ellerin
şimdi kan içinde bileklerine kadar,
kimi öldürmeğe gidiyorsun Ahmet?
*
Ahmet'in peşine takılıp gittiği saldırganlar buraların gördüğü yegâne ordu değildi.
Başka bir orduyu da gördü bu memleket.
Büyük Kuzeydendiler.
Japon zulmünü yendiler.
Diktiler yemiş fideleri gibi bu toprağa
bahtiyarlığın imkanlarını,
hem de karşılığında hiçbir şey beklemeden.
Sonra dönerken evlerine
şu sözlerle uğurlandılar:
"- Bağışlayın bizi kardeşler
dilediğimiz kadar
kılamıyorsak âşikâr
minnetimizi sözlerimizde.
Yaşayacak hâtıranız, kardeşler,
fabrikalarımızın tüten bacalarında,
sırmalı dağlarında ekinimizin
ve içi gülen gözlerimizde.
*
Şiir böylece uzayıp gidiyor…. Her dizesi birbirinden etkileyici. Ama daha fazlasını buraya alamıyorum.
Esir düşen askerlerimizin tutulduğu kampa gelen Dünya Barış Konseyi üyeleri arasında Nazım Hikmet de vardı. Esir Türk askerleriyle konuştu. Nazım Hikmet, şiirini bundan sonra yazdı. Şairin esir Mehmetçikleri anladığını, şiirin içimizde oluşturduğu duygu dünyasından seziyoruz. Ama Mehmetçikler Nazım Hikmet'i anladı mı?
Bu savaşta yeni Çin'in önderi Mao Zedong'da oğlunu kaybetmişti.
*
Nazım Hikmet, Beijing'e Kore'den sonra gitti. Çin'de çeşitli yerleri ziyaret etti. Tiananmen Meydanı'ndaki 1 Ekim bayramını gözleriyle görmüş gibi anlattığı şiirini bu ziyaretinden sonra yazdı. Belki gerçekten görmüştü, belki kalp kriziyle vurgun yediği gönlünün gözüyle görmüştü, bilemiyorum. Geriye ondan bugünkü Çin'i çok güzel betimleyen o güzel dizeler kaldı:
Kun-Min'de bir gemi var, teknesi taştan.
Yelkenleri rüzgar dolu Çin'de
bir o kımıldamıyor
*
Ekim ayına giriyoruz. Ekim devrimlerin ayıdır. Bizim Cumhuriyet Bayramımız da Ekim içinde. Julien takvimle de olsa Büyük Rus Devrimi de Ekim'de olmuştu.
Ekim kutlu olsun. 1 Ekim, 25 Ekim, 29 Ekim…
Nice nice ekimlere...