Taksi şoförleri hakkında zaman zaman gazetelerde haberler okuruz. Örneğin, bir taksici arabasında unutulan ve içinde çok yüksek miktarda para bulunan çantayı, sahibini bulup teslim etmiştir, ya da hastalanan bir müşterisini ne yapıp edip hastaneye yetiştirmiştir. Dürüst ve fedakâr taksici gazetelerde tanıtılır.
Ben de sık sık taksiye binen bir insanım. Arabalarına çok sayıda müşteri bindiği için taksicilerin her cins insan tanıması gibi, ben de dünyanın her yerinde her meşrepten taksiciyle karşılaştım. Bir taksici için müşteriler birbirinden ne kadar farklıysa, devamlı taksi yolcusu olanlar için de şoförler o kadar değişiktir. Bindiğimiz taksiyi kullanan şoförlerin çoğunu unuturuz. Ama kimileri çeşitli nedenlerle aklımızda kalır.
*
Ben de Shanghai'da bindiğim bir taksinin şoförünü, sanırım ömrüm boyunca unutmayacağım. Hayır, para dolu çantamı geri getirdiği, ya da beni acilen hastaneye yetiştirdiği için değil. Çok şükür böyle olağanüstü olaylar başıma gelmedi. Sıradan bir taksi yolculuğu yaptım, gideceğim yere gittim, ücreti ödeyip arabadan indim, kapıyı kapattım, taksi de yoluna gitti. Yani taksicinin aklımda yer etmesinin nedeni dramatik bir vaka değil.
*
Benim çocukluğumda İstanbul'un nüfusu bir milyon civarındaydı. Sonra kent bir göç akınına uğradı ve nüfusu geometrik hızla artmaya başladı. Şimdi İstanbul'un nüfusunun 20 milyona dayandığı söyleniyor.
İstanbul kalabalıklaştıkça büyüklerimizin şikâyetlerinin arttığına da tanık oluyorduk. Örneğin, taksicilerin kabalaştığından yakınılıyor, eski günler özlemle yâd ediliyordu. Büyüklerimizin birbirleriyle konuşmalarından öğrendiğimiz kadarıyla, eskiden İstanbul'da taksi şoförleri çok kibarmış. Hepsi birer "İstanbul beyefendisi"ymiş. Sonra kent kalabalıklaştıkça görgü de ortadan kalkmış.
Gerçi ben "Kâtibim" şarkısındaki gibi iki dirhem bir çekirdek taksi şoförleri hayal etmekte biraz zorlanıyorum, ama davranış zarafeti ile ilgili saptamalarında çok da haksız olduklarını söyleyemeyeceğim. Ne var ki bu, istisnalarla karşılaşmadığım, genelin dışında kalan, diğerlerinden farklı olan, centilmen taksiciler görmediğim anlamına gelmiyor.
Benim asıl şikâyetim, Taksim, Beşiktaş, Kadıköy gibi çok tanınmış merkezlere bile nasıl gidileceğini bilmeyen şoförlerdendi. Kalıplaşmış bahane "Ben karşının şoförüyüm" olurdu. Bir başka dert de kışın azıcık yağmur yağınca "Oraya gidemem, hava yağmurlu" itirazıydı. Üstelik bunu öyle bir şekilde söylerlerdi ki, İstanbul'da oturmayan biri duysa, kışın yağmur yağmasını, gökten taş yağması gibi çok olağanüstü bir olay sanırdı.
*
Davranışların nezaketten uzak olmasının nasıl değerlendirmesi gerektiğini bilmiyorum. Ama göç sosyolojisiyle uğraşan kimi bilim adamları, bunun kırsal kesimden kente gelen kişi sayısının çok yüksek olmasıyla açıklanabileceğini söylüyor. Yeni gelenlerin, eski değerlerinden ayrılıp büyük kentin davranış biçimlerine uyum sağlaması için belli bir sürenin geçmesi gerekiyormuş. Bu süre içinde büyük kent, yeni gelenleri özümser, kendi tarzına uydururmuş. Bir başka deyişle karşılıklı bir sindirim sürecine ihtiyaç duyuluyormuş. Ama gelenler çok sayıda olursa, kent bunun için zaman bulamaz, yeni gelenler kentlileşeceğine, kenti köylüleştirirmiş.
Âlimler böyle söylediğine göre, bunlarda belirli bir doğruluk payı vardır elbette. Ben sosyoloji formasyonuna sahip olmadığım için kesin bir yargıda bulunabilecek durumda değilim. Sadece kendi gözlemlerimden yola çıkarak, aralarında şoförlerin de bulunduğu pek çok meslek erbabından kimilerinin "kentsel davranış" da denebilecek olan "bir arada yaşama" normlarına uygun hareket etmediklerini söyleyebilirim.
*
İstanbul'la ilgili olarak bu kadar konuşmamın nedeni, bir benzetme olanağı sağlıyor olması… Çin de hızlı bir kentleşme sürecinin içinde bulunuyor. Başta Beijing ve Shanghai olmak üzere büyük kentlere her yıl on milyonlarca insan geliyor. Eskiden ezici oranda bir köylü ülkesi olan Çin'de, nüfusun yarısı artık kentlerde oturuyor. Muazzam nüfusu göz önünde tutulduğunda, yeni kentlileşenlerin sayısının yüz milyonlarla ifade edildiği hemen anlaşılacaktır.
Türkiye'de 1960'larda başlayan göç akımı şimdi Çin'de onlarca katı büyüklüğünde bir sosyolojik vaka olarak cereyan ediyor. Burada da kentlere gelenlerin sayısı çok fazla olduğundan, kentlerin yeni gelenleri sindirip yeni değerleri benimsetmesi için gereken zamanı bulamadığı söylenebilir. Dolayısıyla, büyük kentlerde, kırsal yaşam alışkanlıklarını terk edip kentli davranış modellerini benimsememiş insanların bulunması doğal sayılmalı. Bu olgunun taksi şoförlerinin davranışlarına nasıl yansıdığına ilişkin bazı örneklere tanık olma fırsatı buldum. Örneğin, akşamüstleri Wangfujing Caddesi'nde birçok taksi olduğu halde şoförlerini yolculuğa ikna etmek imkânsız. Taksimetre açmak yerine fiyat dayatmaya çalışıyorlar. Numaralarını alıp şikâyet etme tehdidi de işe yaramıyor. Gülüp geçiyorlar.
Belki Beijing ve Shanghai'da da eskiden insanların ne kadar kibar olduğunu hasretle ananlar vardır. Çince bilmediğim için bu türden konuşmalara kulak kabartamıyorum. Ama "Eskiden taksi şoförleri tam bir beyefendiydi" diyenler varsa, şaşırmam.
*
Görevle bulunduğum Shanghai'da Expo alanının Pudong tarafında kalıyordum. Bir iş için Puxi tarafına geçtim. Konsoloslukların bulunduğu ve yabancıların yoğun olarak yaşadığı bir semtte gece yarısına yakın bir vakte kadar kaldım. Nehrin öteki tarafında bulunan otelime dönmek için bir taksi durdurdum. Taksiye binince, otelin adresinin yazılı olduğu kâğıdı şoföre gösterdim. Başını sallayarak kâğıdı geri verdi ve hareket etti.
*
Kısa süre sonra taksici konuşmaya başladı. Taksicilerin konuşkanına da alışığım. Hatta ailevi sorunlarını anlatanlara bile rastladım. Benim Çincem yok. O nedenle ne anlatırsa anlatsın taksiciyle anlaşabilmem mümkün değil. Fakat kravatıyla, gömleğiyle özenle giyinmiş ve tertemiz tıraş olmuş taksici İngilizce konuşuyordu. Konuşmasının çok akıcı olduğunu söyleyemeyeceğim. Yavaş yavaş ve sözcüklerini dikkatle seçmeye çalışması, bu dili yeni öğrenmeye başladığı izlenimini uyandırıyordu.
*
Bana hangi ülkeden geldiğimi sordu.
"Türkiye", diye yanıtladım.
"İstanbul", dedi.
"Evet", diye karşılık verdim. Türkiye'nin en büyük kentindendim. Taksici, İstanbul'un Türkiye'nin başkenti olmadığını biliyordu. Nasıl Shanghai Çin'in en büyük kenti, ama başkenti değilse, İstanbul da öyleydi.
Expo için mi geldiğimi sordu.
Evet, onun için gelmiştim.
Sözcüklerini seçerek, tane tane, işim bittikten sonra Türkiye'ye geri dönüp dönmeyeceğimi sordu.
Hayır, Beijing'e dönecektim.
Beijing'de mi yaşıyordum.
Evet.
Boynumdaki medya görevlisi kartını gördüğünden hangi kuruluş için Shanghai'da bulunduğumu sordu. Çince bilmediğim halde, kurumun adını ezberlemiştim: "Zhongguo Guoji Guangbo Diantai". Vurgularım yanlış olsa da telaffuzumun anlaşılır olduğunu şoförün yüzündeki memnuniyetten okudum. Benim, birkaç sözcük de olsa Çince bir şeyler söylemem hoşuna gitmişti. Ama böylece, zaten bir atımlık olan barutumu da tüketmiştim. Konuşmaya, yeniden şoförün İngilizcesiyle devam ettik.
*
Shanghai'a ilk kez mi geliyordum.
Hayır. On yıl önce de gelmiştim. O zaman Pudong tarafı daha yeni kuruluyor sayılırdı.
Pudong söz konusu olunca on yıl öncesini bilmek, eski halini bilmek sayılır. Irmağın bu tarafı, kentin en hızlı gelişen bölgesi... En yüksek gökdelenler burada.
Bu arada köprülerin birinden nehri de geçtik. Ben Pudong, Puxi dedikçe, şoför de "Shanghai'ı biliyorsunuz" diyor. Oysa pek bildiğim yok. Beni oracıkta indiriverse ve başka bir meslektaşı arabasına almasa otelimin yolunu bulamam.
Tabii bu taksici öyle bir şeyi aklına getirmeyecek kadar kibar. Mesleğine de saygılı. Herhalde mesleğini icra ettiği kentte Expo düzenleneceğinden, yabancıların da geleceğini hesap edip onlarla iletişim kurabilmek için İngilizce öğrenmeye başlamıştı. Bunun doğru olup olmadığını ona orada sormadım, ama kendi aklımdan öyle geçirdim.
*
Pek de uzun sayılmayacak yolculuğum sona ermek üzereyken, şoför bey kartını verdi ve bana bir defter uzatarak duygularımı yazmamı ve imzalamamı istedi. Kartına baktım. Adı Wu Ning idi. Birkaç satır bir şey yazmadan önce defterin yapraklarını biraz karıştırdım. Çince ve başka dillerde yazılıp imzalanmış sayfalar vardı. İçlerinde anlayabildiğim dillerde olanlara bakınca, şoförüm hakkında çok güzel sözler yazıldığını gördüm. Onun beyefendi tavırları ve işini özenle yapması, yolcularını etkilemiş ve duygularını sayfalara geçirmişlerdi.
Ben de İngilizce birkaç satır yazıp imzaladım. Şoför teşekkür etti ve defteri alıp özel yerine koydu.
Sonra otelimin kapısına gelince durdu ve ben hesabımı ödedim. Ama inmeden önce şoför teşekkür edip elimi sıktı. Ben arabadan indim, o da ayrılıp gitti.
*
Otelime gelince, bu taksicinin benim üzerimde böylesine derin bir izlenim bırakmış olmasının nedenini düşündüm. Olağanüstü bir olay olmuş, şoför bey önemli bir fedakârlık yapmış değildi. O türden bir şey olduğunda olumlu davranışlar gösteren şoförleri takdir ederiz. Olay kendi başımıza geldiyse, taksiciyi unutmayız. Ama dramatik bir olay yaşamadığımız yolculuklarımızdan sonra, o arabayı kullanan şoförü kaçımız hatırlar? Olağanüstü bir şey olsaydı, fedakârca davranacağından kuşkum yok. Oysa bu olmadığı halde zihnimde yine de önemli bir iz bırakmıştı. Bunu nasıl yapmıştı? Kibar davranışları ve işine özen göstermesi sayesinde olduğunu düşündüm. Büyük kentlerde artık az rastlanan bu özellik, onun diğerleri arasında göze çarpmasını sağlıyordu. Olağanüstü durumlarda dürüst ve fedakârca davranmak kuşkusuz çok önemli, ama olağan durumlarda işini titizlikle yapabilmek de insanı sıradanlaşmaktan kurtaran bir marifet.
*
"Tam bir Shanghai beyefendisi" diye nitelendireceğim şoförümüz, acaba ne zaman İngilizce öğrenmeye başlamıştı?
Bu dili öğrenme kararında Expo'nun etkisi var mıydı? Ben "Shanghai beyefendisi" dedim, ama aslen nereliydi?
Arabasına çok yabancı biniyor muydu?
Bütün bunları sorup cevaplarını almak istiyordum, ama ben Çince bilmediğim, onun da İngilizcesi çok işlek olmadığı ve görev başında olduğu için soramadım. Elimde kartı bulunduğuna göre, Beijing'e dönünce Çinli arkadaşlarımdan ona telefon etmelerini ve merak ettiklerimi sormalarını isteyebilirdim.
*
Beijing'e dönünce Çinli arkadaşım Yin Tingting'den sorularımı şoför Wu Ning'e sormasını rica ettim. Telefonla görüşerek hakkında bilgi aldı. Ben konuşmalarını özetleyerek aktarıyorum.
*
Evet. Haklıymışım. 48 yaşındaki Bay Wu, Shanghai'lıymış. Demek ki "Shanghai Beyefendisi" teşhisimde yanılmamışım.
İngilizce öğrenmeye ilkokulda ve ortaokulda başlamıştı. Daha sonra İngilizcesini geliştirmek için kendi kendine çalışmaya devam etmiş.
Peki, İngilizcesini geliştirmek istemesinde etkili olan neydi?
Bay Wu bu soruya şöyle cevap verdi: "Çünkü Shanghai büyük bir metropol. Her geçen gün daha çok sayıda yabancı Shanghai'a yatırım yapmak veya gezmek amacıyla geliyor. Arabama çok sayıda yabancı biniyor. O nedenle İngilizcemi geliştirmenin gerekli olduğunu düşündüm."
Demek ki, Bay Wu'nun İngilizcesini geliştirmek istemesi sadece Expo gibi bir nedenden kaynaklanmıyor. Tabii, Expo sırasında kente daha çok yabancı gelecek. Ama Shanghai giderek daha çok yabancının bulunduğu bir kent olduğu için Bay Wu, böyle geçici olaylar dışında da Çinli olmayan müşterilerine en iyi şekilde hizmet edebilmek için becerilerini geliştiriyor.
Peki, o defteri ne amaçla tutuyordu?
Defter tutmak kendi düşüncesi değilmiş. Taksisinin bağlı olduğu şirket tarafından özel olarak Expo için düşünülmüş bir uygulamaymış. Defterle, taksiye binenlerin önerlerinin ve fikirlerinin toplanması amaçlanıyormuş Böylece şirket, bu önerilere göre hizmetlerini daha da geliştirmek istiyormuş.
Demek ki, Bay Wu'nun bağlı olduğu taksi şirketi de müşterilerinin dileklerine karşı duyarlı…
Bana verdiği kartta beş yıldız bulunuyordu. Bunun anlamı neydi?
Yıldız, taksi şoförlerinin hizmetlerini değerlendirmek için kullanılıyormuş. Tıpkı otellerin kalitesini değerlendirmekte kullanılan yıldız sistemi gibi, şoförlerin hizmet kalitesinin düzeyi de yıldızlarla belirtiliyor. Beş yıldız en yüksek düzey demek… 17 yıldır taksi şoförlüğü yapan Bay Wu'nun çalışmaları şirket tarafından en üst düzeyde takdir edildiği için beş yıldıza layık görülmüş.
*
Mesleği ne olursa olsun, onu ciddiye alıp layıkıyla icra etmeye özen gösteren insanlar hemen fark ediliyor. Aslında toplumlar bir bakıma bu tür insanların yüzü suyu hürmetine ayakta duruyor. Onlar ne kadar çok olursa, toplumlar da o kadar sağlam temeller üzerinde yükseliyor. Cumhurbaşkanından garsona, bilim adamından temizlik görevlisine kadar herkesin topluma hizmet ettiğinin bilincinde olarak iş disiplini ve iş ahlakıyla çalıştığı zaman, toplumların maddi ve manevi olarak bir yükselme döneminde olduğunu görüyoruz. Nesnel koşulları elbette göz ardı etmiyorum, ama öznel koşullar söz konusu olunca, ülkelerin ancak bu sorumluluk duygusuyla geliştiklerini söylemek çok özgün bir saptama sayılmamalı.
*
Yabancılar bir ülkeye gittiklerinde tabii ki bayındırlıkla ilgili yapılara da dikkat ederler. Tarihsel kalıntılar, yollar, binalar akıllarında kalır. Shanghai'a gittiğinizde de göz alıcı bir kent olduğunu hissediyorsunuz. Kocaman kocaman gökdelenlere bakmadan edemiyorsunuz. Devasa kenti bir ağ gibi saran düzenli otoyollar, birer trafik makinesi diyebileceğim karmaşık kavşaklar, köprüler vb hayranlık uyandırıyor.
Ama sonuçta bir kenti ya da bir ülkeyi insanlarıyla seviyorsunuz ya da kendinize uzak buluyorsunuz. Dünyanın çeşitli ülkelerinde bütün bu saydıklarımı gördüğünüz, ama yine de ısınamadığınız birçok kent var. Kısacası, insanları size sıcak gelmiyorsa, o ülke ya da kent sizde sevimli bir izlenim bırakmıyor. Bir ülke insanlarıyla gönlünüzü kazanıyor. Ben artık ömrümün geri kalan bölümünde ne zaman Shanghai'dan söz edilirse o taksiciyi anımsayacağım. Bu kentte işini ciddiye alan saygı duyulacak insanların yaşadığını düşüneceğim. Bir kişi dememek gerek. Takdir edilecek bir davranış gibi olumlu, ya da alışverişte kandırılma gibi olumsuz örnekler, zihinlerde yer ediyor. Her ne kadar doğru sayılmasa da, tekil olaylar bazen temsil edici olarak kabul edilebiliyor. Belki çoğu kişinin zihninde Çin bu tür insanlarla yer ediyor...
*
Eğer gelecekte dünyamızın daha iyi bir yer olacağına inanıyorsak bu, yaptıkları işleri ciddiye alan, kendilerine ve dolayısıyla başkalarına da saygı duyan insanlar sayesinde olacak. İşin önemlisi önemsizi yoktur, ciddiyetle yapılan ve yapılmayanı vardır deyip işinin hakkını vererek çalışanlar arttıkça dünyamız daha iyi bir yer haline gelecek.
Shanghai'daki taksici, daha iyi bir dünya kurulabileceğine olan inancımı arttırdı.